Şimdi ne yapılacağı daha önemli!
Salı gününden itibaren eğitimciler, ülkenin dört bir yanından Ankara’ya gelmek için yollara düştü. Amaçları “4+4+4” diye namlanan eğitim sistemini yeniden düzenleyen yasaya karşı tepkilerini ifade etmek ve kamu emekçilerine dayatılan “grevsiz toplu sözleşme” dayatmasına karşı çıktıklarını göstermekti. Ancak eğitimciler, pek çok ilde polis marifetiyle engellendi. Pek çok ilden binlerce eğitimci Ankara’ya ulaşamadı; Ankara’ya ulaşanlar da Ankara’nın girişlerinde saatlerce tutuldu. Ankara ise polis işgalinde bir kente dönüştürülmüştü!
Emniyetin ve valilerin İçişleri Bakanlığı’nın emri doğrultusundaki bu OHAL uygulamalarını andıran girişimlerine karşı eğitimciler, Ankara ve pek çok ilde sokaklara çıkmayı başardılar; taleplerini haykırıp, hükümetin baskılarını da protesto ettiler.
Aslına bakılırsa hükümetin eğitimcilerin Anakara eylemine yönelik engelleme girişimlerinde bulunacağı besbelliydi.
CHP’nin Tandoğan Meydanı’ndaki 4+4+4 tepkisine karşı bile tahammülsüz davranan Hükümet, Eğitim Sen’in ve eğitim emekçilerinin Ankara’da kitlesel bir eylem yapmasına kolay kolay izin vermezdi. Kaldı ki, KESK ve bağlı sendikaların önceki benzer “Ankara eylemleri”nde de AKP hükümeti, eylemleri engellemek için her yolu denemişti.
Şu bir gerçek ki, demokrasi ve özgürlüklerle hiçbir yakınlığı olmamış bir gelenek üstünde şekillenen, bugün de ana gıdasını bu gelenekten alan AKP Hükümeti’nin eğitimcilerin en demokratik haklarını kullanmasını engellemesinde şaşılacak bir şey yoktur. Ama, hükümetin bu faşizan uygulamalarının mazereti de olamaz. Tersine hükümet, sadece genel olarak değil, özel olarak da binlerce, on binlerce kamu emekçisinin “seyahat özgürlüğünü”, taleplerini “önceden izin almadan ortak bir eylemle dile getirme özgürlüklerini” ayaklar altına alarak anayasal bir suç da işlemiştir. Bu yüzden elbette sadece eğitim emekçileri değil ülkemizde demokrasi ve özgürlüklerden yana herkes, her örgüt ve çevre eğitimcilerimizin haklarını savunmakla yükümlüdür.
Ancak dünkü tablo elbette bundan, sadece hükümetin eğitimcileri terörize etmek ve onları ortak davranış yeteneğini yitirmiş bir memurlar kitlesine dönüştürme girişiminden ibaret değildir.
Eğitim gibi, tüm toplumu ilgilendiren ve bir aydan beri gündemde olan bir sorunda; Eğitim Sen gibi 150 bine yaklaşan üye sayısıyla en etkin sendikanın, yapılmak istenen düzenlemenin içeriği, ülkenin geleceğini nasıl etkileyeceği konusundaki tehditleri açıklayan, tüm ülkeyi bir mücadele alanına çeviren bir mücadele hattına girmemiş olması elbette anlaşılır değildir. Bu çok önemli konunun, yasanın Meclis Genel Kurulu’na gelmesine bağlanmış bir Ankara eylemi ve ne kadar başarılı olacağı belirsiz bir grev kararı olarak biçimlendirilmesi de en az diğer sendika ve emek örgütlerinin, çeşitli halk kesimlerinin bu mücadeleye çekilmesine yönelik etkin girişimler yapılmaması kadar anlamsızdır. Ve herhalde bugünden sonra, Eğitim Sen’in üyeleri, her kademeden yöneticileri ve kamuoyunda eğitim sorununda söyleyecek sözü olan her ciddi çevre, “demokratik, bilimsel, laik, parasız, anadilde eğitim” mücadelesinde, eğitimin içeriği konusunda olduğu kadar bu mücadelenin nasıl bir çizgide olması gerektiğini de tartışacaktır. (*) Bugüne kadar Ankara eylemleri merkezli mücadelelerin gelip dayandığı yer artık böyle bir “geçmiş hesaplaşmasını” da kapsayan bir mücadele hattı yenilenmesini zorunlu kılmaktadır. Sendika-üye-toplum ilişkisinin önemi ve sendikaların buradaki rolü, kimi siyasi-sendikal odakların günü kurtarma amaçlı politikalarıyla sınırlanamayacak kadar artmıştır. Dahası günümüzdeki gelişmeler dünkü kadar bile bu çizgiye tahammül edemez bir aşamaya gelmiştir. Çünkü böyle bir hatta yürünerek gidilecek bir yol kalmamıştır.
Evet, AKP Hükümeti, tüm uyarılara ve tepkilere karşın, Meclis ve basındaki hegemonyasına dayanarak 4+4+4’ü yasalaştırabilir; bu doğrultuda eğitimin içeriğinde de değişiklikler yapabilir. Ancak mücadele yasanın çıkmasıyla bitmeyecektir. Hatta daha da genişlemiş olarak yeniden başlayacaktır. Ama burada koşul; mücadelenin önünde yer alma iddiasında olan güçlerin, sendikaların ve emek örgütlerinin ortak bir strateji geliştirerek, tüm halkın birleşebileceği bir mücadele çizgisinde hareket edilmesidir!
Hükümet hükümetliğini yapmıştır ve hükümetin bu tutumuna tepki göstermek önemlidir. Ama burada daha önemli olan Türkiye’nin demokrasi güçlerinin, sendikaların, emek örgütlerinin bundan sonra ne yapacağı, nasıl bir mücadele çizgisi izleyeceğidir!
(*) TTB, SES çeşitli sağlıkçı örgütlerinin “herkese sağlık hakkı mücadelesi” burada olumlu (ve olumsuz yanlarıyla da) önemli dersler sunmuştur. Dahası işçi sınıfının ve emekçilerin mücadele deneyimleri bu konuda yol göstericidir.
EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüksek voltajlı teşvik
Erdoğan-Şimşek programıyla emekçilerin bir ayı daha gıdaya gelen yüksek zamlar ve eriyen ücretlerle geçti. Özelleştirmelerle ihya edilen sermaye gruplarına ise sadece bir ayda ‘üretmedikleri elektrik’ için 1 milyar lira teşvik verildi. Sanayi patronları da çalıştırdıkları her kadın işçi için devletten artık daha fazla teşvik alacak.
Evrensel'i Takip Et