Futbolda Thatcher modeli tartışmaları
Fotoğraf: Envato
Başbakan sonunda uzunca bir süredir kamuoyunu meşgul eden futboldaki çözümsüzlüğe de el attı. Nerede kaldı futbolun özerkliği derseniz, demokrasinin ileri safhalarında oluyor böyle şeyler. Öğretmenleri döverek eğitim “reformu” yapılan bir siyasi iklimde bunu sorgulamak hiç kuşkusuz abesle iştigal olacaktır.
Her neyse, dönelim başbakanın çözüm önerisine. Erdoğan Platini ile yaptığı görüşmede Thatcher döneminde İngiltere’nin 5 yıl boyunca Avrupa kupalarından men edilmesini örnek vererek benzer bir uygulamanın bizde de gerçekleştirilebileceğini dile getirmiş. Öneri, çiçeği burnunda TFF başkanı Demirören’den de destek buldu. Şikeyle suçlanan takımları cezalandırmak, küme düşürmektense Thatcher’ın yaptığı gibi takımlarımızı 4-5 yıl süreliğine Avrupa kupalarından çekelim sonrasında tıpkı İngilizler gibi daha güçlü döneriz tarzında bir açıklama yapmış Demirören.
Yaşı elverenler hatırlayacaktır, 1985 yılında Brüksel’de Heysel Stadında Liverpool ve Juventus arasında oynanan Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası Finali futbol tarihinin en trajik olaylarından birine sahne olmuştu. Daha sonra Heysel faciası olarak adlandırılan ve İngiliz taraftarlar tarafından başlatılan olaylarda Juventus tribünündeki 39 taraftar hayatını kaybetmiş 600 kadarı ise yaralanmıştı. Bu olay sonrasında o dönem İngiliz holiganların çıkardığı olaylar nedeniyle sabrı tükenen Thatcher’ın da müdahelesiyle İngiliz takımları 5 yıl süreyle Avrupa kupalarından men edilmişti.
Peki gerçekten İngilizler bu süreçten güçlenerek mi çıktı? Olayların öncesine bakarak başlayalım. 1976 yılından İngiliz takımlarının Avrupa kupaları dışında bırakıldığı 1985 yılına kadar geçen 9 yıllık sürede İngiliz takımları Avrupa’nın o dönem en üst düzey kupası olan Şampiyon Kulüpler Kupası’nda 8 kez final oynamışlar. Evet yanlış duymadınız bu 9 yıl içerisinde İngilizler Aston Villa, Notthingham Forest ve Liverpool ile çeyrek finalde kupaya veda ettikleri 1983 yılı dışında her yıl finale kalmayı başarmış. Dahası bu 8 finalin 7’sinde de İngiliz takımları kupayı kaldırmış. Kaybedilen tek final ise 1985 yılındaki olaylı maçta Juventus’un Liverpool’u yendiği maç.
Şimdi bundan daha parlak bir tablo olabilir mi diyenlere hemen cevap verelim. Elbette yok. İngiliz takımları 5 yıllık ceza ardından tekrar döndükleri Avrupa sahnesinde 2004 yılına kadar geçen 14 yıllık sürede sadece 1 kez, Manchester United ile 1998-1999 sezonunda final oynayıp yeni adıyla Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırmışlar. 2004-2011 yılları arasında ise yine parlak sayılabilecek bir tablo, 6 final ama yalnızca iki kupa var. Bu tablonun özeti İngiliz futbolunun Avrupa kupaları dışında kalmasının sonrasında 20 yıl süresince toparlanamadığı ve ancak son yıllarda eski günlerine dönmeye başladığıdır.
İngiliz futbolunun yaşanan bu sürecin sonunda daha da güçlenerek geri döndüğü söyleminin yanlışlığı bir yana Türkiye ligi ile kurulan parallelikte de sorun var. İngiliz Ligi 1980’lerde tartışmasız dünyanın en popüler ligiydi. 1990’larda İtalyan ligi, günümüzde ise İspanyol liginin artan popülaritesine rağmen halen dünyada en fazla izlenen lig olma özelliğini koruyor. Bu nedenle İngiliz kulüplerinin Avrupa kupalarının dışında kalması başta UEFA açısından önemli bir kayıp anlamına gelmekteydi. Alınan ceza kuşkusuz futbolcular (ve sponsörler) açısından İngiliz liginin cazibesini bir miktar azaltmıştı ama İngiliz ligi uluslararası bir vitrin olma özelliğini büyük ölçüde sürdürmüştü. Türkiye ligine dönük uluslararası ilgi ise büyük ölçüde gurbetçilerle sınırlı. Ülkemizde top koşturacak gelecek vaat eden futbolcular öncelikle transfer olacakları takımın Avrupa sahnesinde boy gösterebilecek olmasını şart koşmaktalar. Bir takımın o sene Avrupa’da oynamayacak olması transferlerin hem maliyetini arttırır hem de niteliğini düşürür. Avrupa dışında kalmakla uğranan zararın maddi boyutu elbette transfer maliyetindeki artışın çok ötesinde. Hatırlayacaksınız, Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi dışında bırakılması nedeniyle 45 milyon Avro zarara uğratıldığını öne sürerek CAS nezdinde tazminat davası açmıştı. Dolayısıyla, güya yayın gelirlerini korumak amacıyla öne sürülen bu fikrin kabulü halinde ligin kalitesinin gerileyeceğini ve bu durumun yayın gelirlerinin de düşmesine yol açacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Suriye’de ABD emperyalizminin taşeronluğuna soyunanların iş içerideki pisliği örtmeye geldiğinde milliyetçilikten bağımsızlıktan dem vurmasına yabancı değiliz. Ne var ki, biz sorunlarla yüzleşmek yerine kafayı kuma gömdükçe çözümsüzlük derinleşiyor, sosyal gerginlik tırmanıyor.
Erdoğan’ın Thatcher benzetmesine dönersek. İki lider arasında sayısız benzerlik bulmak mümkün.Thatcher da ülkesinde neoliberal dönüşüm politikalarını demir yumrukla uygulamaya sokmuş, artan işçi direnişleri karşısında şiddet kullanmaktan sakınmamıştı. 1984-85 yıllarındaki ünlü madenci grevi ve Orgreaves savaşı olarak adlandırılan çatışma Dire Straits’in ünlü “iron hand” (demir el) isimli şarkısıyla dünya müzik tarihine de geçmişti. Thatcher iktidarı süresince işsizlik yüzde 5’lerden 1984 yılında yüzde 12 seviyesine kadar tırmanmış, gelir eşitsizliği hızla büyümüş, suç oranlarında patlama yaşanmıştı. İngiliz holiganizmi işte böylesi bir sosyo-ekonomik ortamda dünyanın gündemine oturmuştu.
Ülkemizde son haftalarda kadın basketbol müsabakalarına kadar sıçrayan kavgalar benzeri bir sürecin habercisi. TFF’nin ve hükümetin krizi idare etmekteki beceriksizliği ise yangını körüklüyor.
- Kurtarıcı mı, yoksa yeni günah keçisi mi? 09 Haziran 2023 04:18
- Seçim senaryoları ve ekonomiye dönük beklentiler 12 Mayıs 2023 04:19
- Kurda istikrar illüzyonu 28 Nisan 2023 04:21
- SVB krizinin arka planı ve düşündürdükleri 17 Mart 2023 04:52
- Para politikasındaki ayrışma belirginleşiyor 24 Eylül 2022 04:50
- Şimdi solun tam zamanı 12 Ağustos 2022 04:26
- Enflasyon gelir dağılımını bozuyor 08 Temmuz 2022 04:47
- Merkez Bankası şaşırtmadı 27 Mayıs 2022 01:12
- Kehanet çöktüğünde 22 Nisan 2022 00:37
- Enflasyon doludizgin 08 Nisan 2022 00:40
- Faiz politikasının bilançosu 10 Mart 2022 23:31
- Enflasyon geriler mi? 10 Şubat 2022 23:18