Akıl ve döl meselesi
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Tanrı’nın kimilerimize hani nasıl derler “yürü ya kulum!” babında bol kepçe, kimilerimize de nedense fazlasıyla “nekes” davranıp, buna rağmen yine de kafataslarımızın içine az-çok parsellediği aklımız sayesinde hiç birimizin bu dünyada sonsuza dek, ilelebet kalıcı olmadığımızı, hatta sonsuzluk falan feşmekân bir yana da,üstüne üstlük ne zaman, nerede, hangi durumda “öte taraf”ı boylayıp, hangi acı, tatlı, mayhoş “sürpriz”lerle karşılaşacağımızı bilmediğimiz gibi, keza bayramlarda kestiğimiz kurbanlar, ettiğimiz dualar, dağıttığımız zekatlar, tuttuğumuz oruçların huyu suyu hürmetine huriler diyarı “cennet”e mi, yoksa işlediğimiz günahların kefaretini ödemek üzere doğrudan doğruya “cehennem”e mi postalanacağımızı da bilmooruz, bilemooruz ağparik!
Nitekim “iki kapılı han” denen bu cavalacoz âleme; kimilerimiz doktor, hemşire, uşak, hizmetçiler nezaretinde oymalı kakmalı saray kapılarından “ihtişam”la, kimilerimiz de yandan çarklı kulübelerde bir gece yarısı “çat kapı” davetsiz misafir misali avdet ettikten sonra, yüce Tanrı’nın buyurduğu “kader”imiz ve onun mütemmimi olan “alın yazımız” mucibince yaşayıp eyvallah etmemiz gerekirken, nedense her birimiz kendi kafamızın dikine gitmeyi hem marifet sayıyoruz, hem de her biri girintili çıkıntılı kıvrımlarıyla başlı başına birer labirenti andıran yamru yumru beyinlerimizin “şeytan”sı “emir”lerine harfiyen uyunca, bu kez de ilerde belki de bin kere pişman olacağımız hatalar yüzünden ahlayıp vahlıyoruz ama, o zaman da ne yazık ki iş işten geçmiş oloor ka yavrus!
Mesela ta fi tarihinden itibaren eli kalem tutan saygın tarihçilerin, arkeologların, sürüsüne bereket tüm bilim adamlarının, akademisyenlerin gerek laboratuarlarda, gerekse sahalarda yıllar yılı yaptıkları bilumum bilimsel araştırmalarının yanı sıra, ayrıca her türlü gen, dna, hücre, molekül haritalarıyla, çizelgelerle, istatistiki çalışmalarla derleyip toparladıkları “done”ler, “veri”ler sonucunda canlı, cansız tüm mahlukatla ilgili çeşitli “analiz” ve “sentez”lerden yola çıkıp, bu bapta ilme, bilime dayalı kimi “reçete”ler sunarken, beri yandan bütün bu ilmi “fasarya”ları bir tarafa bırakan, temel felsefeleri öncelikle “inanç”a dayanan “kutsal kitaplar”a göre; Adem babamızla, Havva anamızın “şeytan”a uyup işledikleri o “ilk günah”ın ardından daha sonraları semiz otu, ya da namı diğeriyle “pırpırım” tohumu bereketiyle çoğalıp çil yavruları misali yeryüzüne dağılan insanların tümünün “kök”ü, ardından da tren katarı misali uzayıp giden nesli, zürriyeti, ecdadı, hısımı, akrabası, ve de özetin özetiyle söylemek gerekirse hepsinin, ama hepsinin “soyu sopu” dönüp dolanıp eninde sonunda, belki starking, belki de Amasya menşeli elma ağacından koparılıp, sonra da aceleyle “hart-hurt” yenen o meret, o bir tek elma yüzünden cennetten kovulan ecdadımıza, o biricik “çekirdek aile”ye dayanıyorsa; yani Tanrı’nın bir tek “ol!” deyip, ardından da usta bir çömlekçi misali önce Adem babamızı humuslu, killi, nispeten de kireçli topraktan, peşi sıra Havva anamızı da onun kaburga kemiğinden “insan” suretinde “imal” edip, sonra da söz dinlemeyip işledikleri “günah” nedeniyle cennetten kovduğu ceddimizin bilmem kaçıncı torunlarının, torunlarının, “torba”ları olan bizler, “Ata”mızdan miras kalan bu “hata”nın, cennetten kovulacak kertede büyük bir “günah” olduğunu bile bile, yine de tıpkı mal bulmuş mağrip gibi aynı hatanın peşi sıra, dahası da “işleyen demir pas tutmaz” deyimince, özellikle de uykusuz gecelerimizde aynı “günah”ı ha babam de babam aynı minvalde işleyip, hatta bazen sabahlara kadar süren bu “non stop!” çalışmalarla torun ve “torba”larımıza yenilerini katıp duruyoruz ama, netice fasa fiso!
Fasa fiso, çünkü “hasbelkader” içine hapsolduğumuz, üstelik hepsi de birbirinden farksız olan bu kulpsuz yumurtaların kabuklarını teker teker tıktıklayıp kırdıktan sonra, atlas “paraşüt”lerle indiğimiz bu kavanoz dipli dünyada, bu kez de kendi aramızda hani mil pardon, hani affedersiniz, sürüp giden bir “döl”ler arası kavgayı, tıpkı sokak aralarında “sidik yarışması”na soyunan “velet”ler misali sürdürüp, kimin, daha da doğrusu hangi dölün mensuplarının daha uzağa, çok daha uzağa işediğinin “muhasebe”sine kalkışması gerçekten de “akıl” işi midir, bilen varsa bir adım öne çıksın Kirvem!..
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30