DİĞER YAZILARI

Okuma eylemine pek sıcak bakan toplum değiliz. Okuma alışkanlığının ailede başladığı söylenir. Doğrudur bir bakıma. Ama savaş sonrasının Türkiye’si düşünüldüğünde bizim kuşağın çocukları için bu söylemin geçerli olmadığını düşünüyorum. O dönemlerde büyükler okumanın gözlere zarar verdiğini söylerler, kitaptan uzak tutmaya çalışırlardı çocukları. Kıyıda köşede her fırsatta elindeki kitaba dalmış gitmiş gençlere de bir çeşit hasta gözüyle bakılırdı. Zamanla okumanın yalnız gözlere değil, yaşama da zarar verdiği anlaşıldı. Dünyada savaş bitmiş, ülkede demokrasi sancıları başlamış başlamasına da tek parti alışkanlıkları ve düşünceye baskılar hiç eksik olmamıştı. Bu duruma tanıklıklar arttıkça evlerdeki kimi kitaplar yasak kapsamındadır diye yok edildi. Doğrusu bu konuda devlet katındakilerin hassasiyetlerini de unutmamak gerek! Amaç çocukları, gençleri korumaktı doğal olarak. Zararlıları toplandı yakıldı kitapların. Böylece bir kuşak kitap okuma korkusu içinde büyüdü. Neyse ki günümüzde genç yaşlı demeden her kesimden insanı bu dertten kurtaran televizyon  yetişti imdada. Dizilerle yaşıyor, onlarla üzülüyor, kimi zaman öfkeleniyor, aşk, ihanet, sahtekarlık, güç, öfke gibi kavramları sanki yeniden keşfediyoruz. Giderek aynı kalıbın içinde şekillendirilen bireyler olduğumuzun ayırdına varamadan...
İnternet kullanıcıları da kitabı ekrandan okumayı sever. Bir tür alışkanlık olsa gerek. Öyle bizim kuşak gibi sayfa çevirmekten, kağıt, mürekkep kokusundan, kitabı bir tür ritüelle açıp okumaktan pek hoşlandıklarını sanmıyorum.
Şimdi mevsim yaz. Plajlarda, yazlık mekanlarda, ellerinde parlak kapaklı kalın, polisiye ya da çok satan aşk romanları ile dolaşan ama kitabın ilk sayfasını bile okumadığına inandığım tipler ortalarda. Entelektüelleri sarakaya alırlar ama nedense onlara özenmekten geri durmazlar. Bunlardan biri ile aynı yerde çalışıyorduk geçmişte. Evine çağırmıştı. Gittiğimde kitaplığım nasıl diye sordu. Raflar çok sayıda renkli karton kapaklı, yerli yabancı aşk romanı ile doluydu. Dişe dokunur tek bir kitaba rastlamadım. Yine de beğendiğimi söyledim nezaket gereği. Bazı durumlarda beyaz yalan işe yarıyor...
Yazın dünyamız içinde önem verdiğim, yazdıklarını ilgiyle izlediğim yazarlardan biridir Murathan Mungan. Onun küçük, sevimli bir denemesinden alıntıladığım tümce takılır sıkça belleğime: “...Yazar da olmasaydım, tek işim kitap okumak olsaydı, hayatımı kitap okuyarak kazansaydım, bunun için maaş bağlasalardı bana ve elime çok iyi para geçseydi, yanı sıra hiçbir yükümlülüğüm olmasaydı, yalnızca canımın çektiği kitapları, merak ettiğim yazarları, ilgilendiğim konularda yazılanları okusaydım.”
Nasıl da örtüştürürüm bu düşünceyle kendimi. Şimdi iş güç kaygısı içinde ne zamandır okumalarını bitiremediğim birikmiş kitaplardan söz açmak durumundayken hele. Kitapların has okurlarına yaz dinlencesini de fırsat bilerek önereceğim değerli yapıtlar bunlar. İgnacio Ramonet’nin Fidel Castro ile yaptığı çok yönlü, doyurucu söyleşinin kitabı; “Fidel Castro- iki ses bir biyografi”yi Bülent Levi’nin çevirisinden henüz bitiriyorum. Doğan Kitaptan çıktı. Altını çize çize keyifle, bilgilenerek okuyacağınız bir çalışma. Bilgi Üniversitesi çok nitelikli kitaplar yayınlıyor. Bunlardan ikisi okumalarım arasında, sizlere de öneriyorum. Thomas Pagge’den Güneş Kömürcüler’in çevirdiği “Küresel Yoksulluk ve İnsan Hakları” ve Faroz Ahmet’ten “Bir Kimlik Peşinde Türkiye”. Her iki çalışma da hem bilgilendirici hem de günümüz gelişmelerini daha iyi anlamamıza yardımcı olacak. Güncel tartışmalara ışık tutacak bir çalışma da Gürer Yayınlarından geldi. Eski Milli Birlik Komitesi Üyesi, Eski Tabii Senatör Kâmil Karavelioğlu’nun anılarını içeren “Bir Devrim İki Darbe”. Geçmiş siyasi dönemleri, kulaktan dolma gevezeliklerden değil birinci ağızdan dinlemenin tadını yaşatıyor okura. Özellikle o dönemlere yabancı genç kuşaklar için öğretici; siyaset bilimciler ve biz gazeteciler için değerli bir malzeme. Yaz dinlencesinde iyi kitaplar dostlarınız olsun.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et