Son yıllarda özellikle sağlık ve eğitim gibi, toplumun tümünü yakından ilgilendiren konularda “dönüşüm” adı altında yaşananlar, sermayenin, geçmişte piyasa ilişkilerinden “görece özerk” bir yapıda bulunan bu iki önemli hakkın nasıl adım adım piyasa ilişkileri içine çekildiğini gösterdi.
Sağlık ve eğitim hizmetleri, finansmanından sağladığı sonuçlara kadar geniş bir alana yayılmış olan iki önemli kamu hizmeti. Bu hizmetlerin hangi ilkeler çerçevesinde hayata geçirileceğine yönelik olarak yapılan tercihler, en az sağlık ve eğitim politikalarının belirlenmesi ve uygulanması kadar önemli.
Bir ülkede eğitim ve sağlık politikalarının uygulanma pratiği, bir bütün olarak içinde yaşanan sistemin toplumsal gerçekliğini yansıtır. Bu noktada, her iki konu üzerinden bir değerlendirme yapılırken, sadece ekonomik düzey değil, toplumsallaşma süreçleri, ideolojik tutumlar, sınıflar arası güç ilişkileri vb. gibi oldukça karışık bir dizi ilişkinin dikkate alınması gerekir. Son yıllarda gerek sağlıkta dönüşüm uygulamalarında, gerekse eğitim sisteminde gözlemlenen değişim eğilimlerinin sadece AKP’nin çeşitli düzeylerde yaptığı müdahalelerin ürünü olduğunu söylemek mümkün değil.
Kapitalizm, halen içinde bulunduğu kriz ortamında, kendi var oluş koşullarını yeniden üretmeye çalışırken, doğal olarak en geniş “müşteri portföyüne” sahip olan eğitim ve sağlık hakkına yönelik piyasalaştırma girişimlerini fazlasıyla önemsiyor. Son dönemde kamu özel ortaklığı şeklinde ifade edilen, kamu hizmetlerinin “özel kişilere gördürülmesi” ve bu hizmetlerin örgütlenme ve finansmanında özel sektörle yapılan sözleşmelerin belirleyici olmaya başlaması, halkın eğitim ve sağlık hakkının tasfiyesinde düne göre daha profesyonel adımların atılacağını gösteriyor.
Kamu hizmetlerinde, hem açıktan, hem de gizli özelleştirme uygulamaları birbirine paralel olarak sürdürülüyor. Örneğin sağlıkta kamunun ayı yüzde 65 görünüyor ama sağlık hizmetlerinin içeriğine baktığınızda, hizmet sunumunun parça parça özelleştirilmesinden, giderek artan oranda taşeron işçinin çalıştırılmasına kadar her yönden piyasa ile kuşatılmış bir sağlık sistemi ile karşılaşıyorsunuz. Yine benzer bir şekilde eğitimin yüzde 97’si kamuya ait okullarda yapılıyor gibi görünüyor. Ancak özellikle son on yılda halkın cebinden yaptığı eğitim harcamalarının 5 kat arttığını, okulların birer ticarethane gibi işletildiğini ve paralı eğitim uygulamalarının geçmişle kıyaslanamayacak kadar arttığını görüyorsunuz.  
Öncesi bir tarafa, son on yılda başta eğitim ve sağlık alanında önceleri yavaş yavaş yaşanan piyasalaştırma süreci son birkaç yıl içinde aniden hızlandırıldı. Sağlıkta dönüşümü hızlandıran Genel Sağlık Sigortası uygulaması ve 663 sayılı KHK ile getirilen düzenlemeler oldu. Eğitimde ise özellikle “işletme” hocası olan mevcut bakan döneminde gündeme getirilen ticari projelerin yanı sıra, son olarak 4+4+4 düzenlemesi ile eğitimde piyasalaştırma uygulamalarına kelimenin tam anlamıyla “gaz” verildi.    
4+4+4 düzenlemesinin daha mürekkebi kurumadan, özel öğretimi teşvik edecek yeni bir “teşvik paketi” hazırlandığı bilgisi, yandaş basın tarafından yine “müjdeler” eşliğinde verildi ve özel okula gidecek her öğrenci için de 1500 TL bütçe ayrılacağı açıklandı. Hükümet, halen 440 bin olan özel okullardaki öğrenci kapasitesinin kısa vadede 2 milyona, uzun vadede 7-8 milyona kadar yükseltilmesini planlıyor. Şu anda yüzde 3 olan özel okulların payının yüzde 50’lere kadar çıkarılmasının hedeflendiği düşünüldüğünde “Herkese eşit ve parasız eğitim” mücadelesinin önümüzdeki dönemde çok daha anlamlı ve önemli hale geleceğin ayrıca belirtmeye gerek yok.
4+4+4 düzenlemesi ile nüfusun önemi bir bölümünün gelecek endişesinin büsbütün arttığı bir ortamda, eğitimi bir hak olmaktan çıkararak, tamamen piyasa ilişkilerine teslim etmeye çalışan AKP’nin ağzının içine bakan eğitim tüccarlarının, özel okullar, dershaneler, özel ve vakıf üniversitelerinin ağzının suyu şimdiden akmaya başladı.
Başbakan, 4+4+4 tartışmalarında konuyu sürekli din eğitimine getirerek, düzenlemeye karşı çıkanları kendi minderine çekmeye çalışıyor. Ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın, bu sefer gerçeklerin üzerini geçmişte yaptıkları gibi öyle kolay kolay örtemeyecekler.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et