Bir başbakan ve zulmün AKP iktidarı!
“Yetkiyi millet verdi mi, verdi!” diye, kürsüden yaylanarak, elinde tuttuğu devlet gücü güvencesinde, aşağılama-tehdit karışımı açıklamalarını sürdürüyor. Devamında “Gerekirse gidip evleri yıkacağız” diyor ve karşı çıkılmamasını “tavsiye ediyor”! “Millet” dediği, Meclisteki kendi milletvekili çoğunluğu (Onu olanaklı kılan yüzde 50 oy desteğiyle birlikte). Bu tarz bir mantık yürütmede, “Millet”in diğer kesimi (diğer yüzde 50) “millet”ten sayılmadığı gibi, “Tek Millet”çi şovenist politika, anlayış ve ‘ahlak’ da sırıtmış oluyor! Meclis gurubunda ve gazetecilere, “Meclis tarihinin en büyük zaferini kazandık!” diye, çocuk yaştaki milyonlarca insanın kaderiyle oynama keyfiyetini ve kendi mezhebi ve ırkı dışındaki inanç kesimleriyle ulus ve ulusal azınlıklara karşı sürdürülen zulmü kutsama açıklamaları yapıyor. “Zafer” diye kutsanıp kutlanan, tüm gerici içeriğine ve sağ gerici iktidarlar tarafından bilim dışı hurafelerle doldurulmuş olmasına rağmen yine de modern bilimlerden ve aydınlanma düşüncesinden etkiler taşıyan “milli eğitim programı”nın daha da gericileştirilmesi ve bir tür dinsel eğitim programına dönüştürülmesidir. 5 yaşındaki çocukların geleceğiyle oynama, o geleceği karartma içerikli 4+4+4 parçalı eğitimiyle birlikte, eğitim sistemine “Kuran dersi ve peygamberin hayatı”nın konmasıyla dinin toplumsal yaşamdaki etkisi güçlendirilecek ve yüz yıllardır zulüm altında tutulan Aleviler, bugüne kadar olduğundan daha ağır ve yoğun bir kuşatmaya alınacaktır. Çıkarılan yasaların muhtevası, “Zafer”in, farkında olup olmamalarından bağımsız olarak tüm halka, onun bugünkü ve gelecekteki genç kuşaklarına karşı kazanıldığını göstermesine rağmen, “Vesayet” vaazlarının sağladığı politik, iktisadi ve kültürel rant büyüdükçe, AKP’nin şefleri saldırı ve aşağılama politikalarını daha da yoğunlaştırıyorlar. Başbakan, Kuran ve peygamber hayatının eğitim müfredatına sokulmasını “tarihi zafer” ilan ettiğinde, dışarıda iktidarın silahlı timlerinin eğitim emekçilerine “çağdaş mühendislik örnekleri”ni kanıtlamak üzere yoğun zehirli, kalkanlı dipçikli, panzerli saldırılarının devam ediyor olması, bu şiddet yönetimi politikasının daha da pervasızlaşarak sürdürüleceğini gösteriyor. “Dindar bir gençlik yetiştireceğiz” diye, başından beri koyuldukları yoldaki ilerleyiş kararlılıklarını ilan eden Başbakanın “zaferi”, anlamını devletin günün gerçeklerinin elvermesi ölçüsünde daha da dincileştirilmesinde buluyor. Kapitalizmin “mutedil”- uyumlu, kapitalistler ve devletçe verilene rıza gösteren, yaşadıklarını ve kendisine yaşatılanı kader olarak algılayacak kuşaklara ihtiyacı vardır. Emperyalist gericilik dinsel ideoloji ve inançların kendi egemenliğindeki güçlenmesini, düzenini sürdürme olanağı olarak değerlendiriyor. Başbakan ve Diyanetçi Suni “Ulema”sının soyunduğu budur ve bu durumda, Türkçe dilindeki “Atma Recep din kardeşiyiz!” sözü anlamsızlaşıp farklılaşıyor. Günün gerçeği, “Atma Recep” din kardeşi değiliz sözünü doğruluyor. Başbakan ve “adamları”, ve Gülenci “ulema”, Alevinin, Ermeninin, Keldani-Suryani’nin, Zerdüşti ve ateistin, Sünni tarikatlarıyla “din kardeşi” olmadıklarının bilinciyle, bu inanç ya da inançsızlık kesimlerine düşmanca bir politikada mesafe katettikçe, böbürlenip daha da saldırganlaşıyorlar. Sadece bu da değil; Libya’daki Müslümanı ABD-İngiliz-Fransız bombardıman uçaklarıyla birlikte vurdular. Suriye’yi vurmak için canhıraş uğraşıp emperyalist efendiyi iknaya çalışıyorlar.
SAVAŞÇI ŞİDDET POLİTİKASI YOĞUNLAŞIYOR
Erdoğan ile birlikte hükümet eden Fethullah “Hocaefendi”, “ yüzde 5’lik Kürtleri” ve Alevi-Nusayrileri yok edilmeleri gereken devlet düşmanları ve “münafık” ilan etmişti. Recep Bey’in Kılıçdaroğlu’ya “Alevi inancı”nı anımsatarak sataşması ve kitleselleşmiş Kürt ulusal direnişini etkisizleştirmek, politik-sosyal ve kültürel taleplerinin düzeyini geriye çektirmek üzere şiddet dozu artırılmış saldırıların Zerdüşt inancına aşağılamalar eşliğinde yoğunlaştırılması; Newroz’da on binlere karşı girişilen provokasyon ve saldırı; Kürt mücadelesini örgütleyen siyasal güçleri “muhatap saymama”(!) meydan okuması, bu babtadır. Din istismarcısı bu hükümetin, “Kuran seçmeli ders olacak, istemeyen gitmez!” açıklaması gerçeğe karşıttır. Bu ülke, siyasal-sosyal-kültürel ortamıyla Alevi’nin Aleviliğini, Kürt ve Zaza’nın ulusal kimliğini saklamak zorunda bırakıldığı, açıkladığında ise saldırının bin türüyle karşı karşıya kaldığı bir ülke olagelmiştir. Erdoğan ve “kabinesi”, Kuran dersine girmek istemeyeni “Ateist” ya da “Münafık” sayarak karşıda gösterecek, ve daha şimdiden evleri “yanacaksınız” yazılarıyla mimlenerek hedefe konan Aleviler ile diğer inanç kesimlerinden emekçileri, “mahalle baskısı” olarak da ifade edilen psikolojik-sosyal ve politik saldırının hedefine daha fazla koymaktan kaçınmamıştır. Hükümet ve partisi izlediği politikalarla din-mezhep savaşlarına zemin hazırlayıp, çatışma koşullarını olgunlaştırma rolü oynamaktadır.
AKP hükümeti ve iktidar partisinin şiddeti esas yönetim biçimi aldığını gösterir bir diğer aktüel ‘olgu’, Suriye yönetiminin “yıkımını sağlamak” için, Erdoğan ve “ulema”sının yürüttüğü ‘olağanüstü’ çabadır. Bu alanda elde edilecek “başarı”yı, bölge ve ülkede İslami-Sünni ve Türkçü hakimiyet politikasının tesisi yönünden neredeyse belirleyici önemde gören Erdoğan’ın, Esad yönetimini “Alevi-Nusayri olmak” üzerinden de saldırı hedefi haline getirdiği biliniyor. Emperyalistlerle Türk gericiliğinin elinde oyuncak olmuş, Suriye emekçilerinin taleplerini de istismar edip emperyalistlere peşkeş çekmekten kaçınmayan sözde hürriyetçi Suriyeli çeteleri, Suudi gericiliği, Katar ve Emirliklerle birlikte silahlandırıp maaşa bağlama kararı alan İstanbul’daki “Suriye’nin Dostları”, yalnızca Suriye’nin değil, bütün bölge halklarına düşman bir politika izliyorlar. Bu politika açıkça savaşçıdır, şiddet transfer edicidir ve mezhep-din çatışmalarını körükleyicidir. AKP ve hükümeti içeride ve dışarıda böylesi bir ‘savaş’a soyunmuştur.
ANTİDEMOKRATİK-VESAYETÇİ POLİTİKA
T. Erdoğan hükümeti şiddet ve baskı politikasını “Vesayet karşıtlığı” gösterme gibi bir hünere de sahiptir ve bu alanda yalnız değildir. Amerikancı-NATO’cu liberal aydınlar ile, basındaki çanak yalayıcı takımı, gerici güçler arası iktidar kavgasını demokrasi mücadelesi gösterip, halk kitlelerinin din bezirganı ve tekelci sermaye hizmetindeki politikalara alet edilmeleri ve aldatılmasına katkıda kusur etmediler/etmiyorlar.
“Askeri vesayet karşıtı” gösterilen sağ gerici ve din istismarcısı parti ve hükümetlerin tümü de vesayet kültüründe, o politikayı terennüm ederek ve içselleştirerek geliştiler. Bugünküler dahil tümünün halka karşı dikta yöntemlerini uygulayan ve askeri diktaları da destekleyenler olduğu, tarihin, üzeri örtülemeyecek gerçeğidir. Halkın sırtında “boza pişirmek” üzere birbirleriyle çıkar dalaşı ve taht kavgaları Osmanlı’dan miras ve Türk devlet geleneğinde de hayli tesis edilerek gelmiş gelenektendir. Kenan Evren çetesinin artıkları sadece iki “90’lık yaşlı” değildir. Ne Erdoğan ne de hocası Gülen 12 Eylül cuntasına karşı olmamışlar, aksine onun getirdiği ortamda boy verip, onun ürününü devşirmişlerdir. Özal-Çiller tarafından icra edilen ekonomi programlarını ısrarla ve kapsamını da genişleterek sürdüren bugünkü hükümet ve partisini filizleyip yetiştiren de o cuntanın ‘oturması’nı sağladığı baskı ortamı ve koşullar olmuştur. “Dindar gençlik” yetiştirmeye soyunanlarla, kitlelerin karşısına Kur’an ayetleri okuyarak çıkan ve onları cuntanın zulmüne boyun eğip destek sunmaya ikna çalışmaları yürüten Evren çetesinin amaç ve hedefleri arasında zıtlık olmamıştır. Evren-Şahinkaya ikilisinin “yargı önüne çıkarılmaları”na bakılarak, demokrasi mücadelesi verildiğini sananlar, tarihte çok örneği görüldüğü üzere, yanılmış olacaklardır. Cunta Anayasası ve yasalarıyla ülke idare eden, insanları bu yasalara göre ve hatta onları da en gerici tarzda yorumlatarak zindanlara tıkayan AKP ve hükümetidir. “Faili Meçhul” cinayetlerin dosyasının açılmasını parlamentodaki oylarıyla engelleyen onlardır. İşçi ve emekçilerin kan-can bedeli kazandıkları hakları sürekli gasbederek sermaye için “dikensiz bahçe” yaratmaya soyunan da onlardır.
MÜCADELE GELİŞECEK VE KESKİNLEŞECEK
İktidar partisinin, politikalarını pervasızlıkla sürdürürken ileri sürdüğü gerekçelerden biri, “millet desteği”dir! Gerçeğin hilafına, gerçek durumun farklı gösterilmesine ve halk kitlelerinin çok büyük bir kesiminin iradesi ve taleplerinin açıkça karşıya alınarak reddedilmesi-baskı ve polisiye saldırıyla ezilmek istenmesine rağmen, bu açıklamaları olanaklı kılan bir desteğin olduğu doğrudur. Temel tüketim mallarına yapılan yüksek oranlı zamların birbirini izlemesine, milyonlarca işsize, yoksulluğun bu hükümetin izlediği politikalar sonucu giderek yaygınlaşmasına, Kürt sorununun şiddetle çözümünde ısrarla halkın yıkımı ve terörist yönetim anlayışlarıyla sindirilmek istenmesine karşın, hükümet ve partisi, elinde tuttuğu muazzam propaganda gücünü ve devlet olanaklarını da seferber ederek kitlelerin belli bir kesiminin desteğini sağlayabilmektedir. Kitlelerin içinde bulunduğu durum kuşkusuz ki salt bir illüzyon-manipülasyon sonucu değildir. AKP ve hükümeti, yandaş sermaye ve uluslararası emperyalist güçlerin desteğinde, özelleştirme ve kent yağmasını sürdürerek edindiği büyük sermaye ‘birikimi’ni de kullanarak, bu desteğin maddi dayanağını şimdilik sürdürebilmektedir. Görüntü gerçeği örtebilmekte ve halk kitlelerinin küçümsenemeyecek kesimlerinin aldanmalarına yol açabilmektedir.
Kitlelerin yanılmazlığı/yanıltılamazlığı diye bir kuralının olmadığını, yaşamın kendi pratiği gösteriyor. Koca koca profesörler dahi, AKP’ye olan kitle desteğinden hareketle “işçi sınıfının” ve “sınıf mücadelesinin” zaman aşımına uğradığı sonucu çıkarabildiklerine göre, emekçilerin de böyle bir “hakkı” doğaldır. Kitlelerin kendi gerçek çıkarlarının bilinciyle kendilerine karşı olanların politikalarını etkisizleştirmek ve onların iktidarına son vermek için birleşmeleri, tüm bu durumların karmaşıklığı içinde gerçekleşmektedir. Bunun bir yanı da ileri kesimlerinin diğerleriyle birleşmek üzere yürütecekleri aydınlatma-örgütleme çalışmasıdır; ve bu günümüzde daha da büyük öneme sahiptir. Sokaklara, hak arayışına çıkanların, sendikal ve politik örgütlenme çabası içinde olup farklı yerlerde birbirlerinden kopuk-lokal eylemlerle sonuç almaya çalışanların diğer en geniş kesimlerle birlikte olabilmeleri; işçilerin, kent ve kır emekçilerinin, Kürtlerin, Alevilerin ve öteki azınlık ve ezilen kesimlerin hep birlikte, güç ve eylem birliği sağlamaları, günümüz koşullarında baskı ve saldırı politikalarını etkisizleştirmenin koşuludur. Aksi durumda, kendine olan desteği, halk kitlelerine düşmanlığın dayanağı olarak kullanmaya bugünkü hükümet ve partisi, bugüne kadar görülmemiş düzeyde istekli ve kararlıdır. O bunu, “dava”sının gereği saymaktadır. Tüm ezilen ve sömürülenlerin de kendi davalarını, insanca yaşama ve sömürüye karşı mücadeleyi daha ileriden yürütme gibi bir sorun duruyor.
Ve baharlar yeniye uyanış zamanlarıdır. Uyanış sürecek, aldananlar da aldandıklarını anlayacaklar, emekçiler, sermaye partileri ve hükümetlerinin kendi temsilcileri olmadıklarını ve olamayacaklarını er-geç daha iyi kavrayıp kendileri için savaşa girişeceklerdir. Tarihin yasasıdır bu! Külhanbeyler değil, halk kazanacak!
EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!
Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.
Evrensel'i Takip Et