Her yol şiddete çıkıyor
Paranın borusunun öttüğü bir düzende eşitlik ve adalet olmaz. Çünkü zaten para insanlarda eşit miktarlarda bulunmaz. Kimin parası çoksa istediklerini gerçekleştirmeye en çok o yakındır. Maddi gücün temel belirleyici etken olduğu, eşitliğin ve adaletin güç sahiplerinin çıkarları doğrultusunda şekillendirildiği, bir anlamda eşitsizliğin olağanlaştırıldığı ortamlarda barıştan, dostluktan ve kardeşlikten söz edilebilir mi?.. Gerçi lafa gelince barışı, dostluğu, kardeşliği dilinden düşürmeyenlerin sayısı hiç de az değil. Ama iş, hiçbir zaman bunları hayata geçirmek üzere somut bir şeyler yapma aşamasına gelmiyor. Çünkü aslında herkes kendi çıkarının derdinde... Çıkarlar söz konusu olduğunda maskeler bir anda düşüyor ve barış, dostluk, kardeşlik gibi kavramlar içeren parlak söylemlerin hiçbir hükmü kalmıyor...
Her şiddet, sonraki şiddeti doğuruyor. On yıllardır ekilen tohumların karşılığı alınıyor. Tabii bir yandan da yeni tohumların ekimi ihmal edilmiyor... Kazanmaktan başka hiçbir değerin önemsenmediği, tanınmadığı; kazanmak adına her yöntemin meşru kabul edildiği bir ortamda şiddetin bu denli tırmanması kuşkusuz şaşırtıcı değil. Spor kültürü ve spor bilinci konularındaki yaygın cehalet, fanatizm ve kışkırtmayla bir araya gelince bütün yollar şiddete çıkıyor.
Zaten çok kolay kışkırtılan, dolduruşa gelen insanlarız. Milli-manevi değerlerimizle ilgili olarak ne denli yüksek hassasiyete sahipsek, benzer hassasiyet tuttuğumuz takım için de geçerli. Takımımızı köstekleme amaçlı her türlü girişimi bertaraf etmek için elimizden geleni ardımıza koymayız. Tabii aynı şevk ve coşkuyla biz de rakiplerimizi tarumar etmek için benzer çabalar göstermekten geri durmayız... Ne gerekiyorsa yaparız... Küfürse küfür, tacizse taciz, şiddetse şiddet...
NEFRET SÖYLEMİ
Bu topraklarda faşizmin ve ırkçılığın üzeri hep “hassasiyet” kavramıyla örtülmeye çalışılmadı mı?.. Faşizan ve ırkçı eylemler, milli-manevi değerleri koruma hassasiyetiyle gerekçelendirilmedi mi?.. Bu değerleri korumak adına, her türlü hak, özgürlük ve insani değer -zaman zaman da bizzat insanlar- ayaklar altına alınıp hoyratça çiğnenmedi mi?.. Bu barbarlıkları, zorbalıkları yapanlar her zaman korunup kollanmadı mı?.. Ve maalesef onlarla gurur duyanların sayısı onları lanetleyenlerden her zaman daha fazla oldu...
Barbarlık ve ırkçılık, spor alanlarında ise böyle bir bahaneye bile gerek duyulmadan açıkça ve doğrudan boy gösterebiliyor... Ne adına?.. Rakibi korkutup sindirmek ve sonuçta sahadan istediğini alarak ayrılmak adına...
Yöneticilerin ve medyanın kışkırttığı fanatik taraftarlar giderek zıvanadan çıkıyor. Kazanma hedefi gözleri o kadar döndürüyor ki taraftarlar bu yolda, nefret suçu işlemeyi dahi göze alabiliyorlar.
Trabzonspor ile Fenerbahçe arasında oynanan son karşılaşmada barbarlık ve ırkçılık, bir kez daha statlarda yüzünü gösterdi.
Maç boyunca sahaya bozuk para, çakmak, pet şişe gibi futbolcuya ciddi anlamda zarar verebilecek yabancı maddeler yağdı. Hatta bu maddelere ayakkabı ve çakı bile eklendi. Kendilerini tuttukları takıma adamış cengaverlerin ellerine geçeni sahaya fırlatmalarına artık alıştık. Ama bu maçtaki asıl dehşet veren şey, ırkçılık ve nefret söylemi içeren ve normal insanlar için çok büyük bir utanç kaynağı olması gereken bir pankartın maç boyunca tribünde asılı kalmasıydı. “Papazın Çayırından Kanuni’nin Memleketine Hangi Yüzle Geldiniz” yazılı pankarttan hiç kimse rahatsızlık duymamıştı anlaşılan. Farklı kimliklere ve varoluş biçimlerine yönelik nefret üreten ayrımcı dil artık tezahüratlarla yetinmiyor, pankartlarda da boy gösteriyor.
Faşizan linç girişimleri, ırkçı cinayetler, hedef gösterme, tehdit gibi konularda zaten sicili kabarık bir kent olan Trabzon’da böyle bu pankarta tepki gösteren hiçbir ses duyulmaması ürkütücü...
Herkes sahaya atılan maddelerle ilgili olarak ahkam kesedursun, pankart aracılığıyla işlenen bir insanlık ve nefret suçu gözden kaçırılıyor.
Ayrıca Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde okuyan Fenerbahçeli öğrencileri açıkça hedef gösterip linç çağrısı yapan bir Trabzonsporlu taraftar grubu da var.
Gelinen nokta, sonunda varılacak yerle ilgili olarak yeterince ipucu vermiyor mu?..
YÜZSÜZLÜK!
Trabzonsporlu yöneticiler maç sonrasında yaptıkları açıklamalarda klasik savunma argümanlarını dile getirdiler. Onlara göre, olaylar münferitti. Ayrıca taraftarları kışkırtılmıştı. Üzerine bir de hakem hataları eklenince bazı hoş olmayan olaylar meydana gelmişti işte. Ama medya yaşananları çok abartıyordu! Bozuk para, çakmak, pet şişe ya da çakı bir insana en fazla ne kadar zarar verebilirdi ki? Bu nedenle olayları büyütmeye hiç gerek yoktu...
Açıklamalarda ağırlıklı olarak hakem hataları ön plana çıkarılarak sergilenen barbarlıklar güya dikkatlerden uzak tutulmaya çalışılmıştı. Ne kadar da kurnazlar... Bütün bu olaylara rağmen, ceza alacaklarını sanmadıklarını söyleyen yöneticiler bile çıktı. Neyse ki ödül bekleyen bir yönetici duymadık. Birileri pekala, “Hiç kimse ölmeden, yaralanmadan maç tamamlandı. Ödülü hak etmedik mi yani” diyebilirdi...
Ama şunlar söylendi: Sahaya atılan çakı aslında kapalıymış da, Volkan bunu açarak ilgililere teslim etmiş... Volkan’ın çakıyı, eldiveninde gizleyerek sahaya getirmediği ne malummuş...
Üstelik bu sözler sıradan taraftarlara değil, yöneticilere ait... “Yüzsüzlüğün bu kadarı” diyesi geliyor insanın. “Yaşanan bütün bu olayların baş sorumlusu Volkan’dır” şeklinde açıklama yapmalarını engelleyen şeyin ne olduğunu merak etmemek elde değil.
SERMAYE ÇOCUĞU
Futbol alanlarında faşizmin başka türlü bir tezahürünün kahramanı da Galatasaray Sicil Kurulu Başkanı Serdar Eder oldu. Serdar Eder, Galatasaray’ın Sivasspor’a yenilerek Türkiye Kupası’na veda etmesinin ardından, “Kapıcı çocuklarına elendik” şeklinde veciz(!) bir saptamada bulunmuş. Aklınca Rıza Çalımbay üzerinden Sivasspor’u aşağılıyor. Böylesine aşağılıkça laf edebilen birisinden zaten rakiplerine ve rakiplerinin emeğine saygı duyması beklenemez...
Tabii insan müsveddesi bu alçak yaratığın hangi sınıftan olduğunu, hayata, dünyaya, insanlara hangi pencereden baktığını tahmin etmek zor değil. Alın teri dökülerek yapılan her işin kutsal olduğunu nereden bilsin bu sermaye çocuğu?..
Faşizmin en belirgin özelliklerinden birisi emek düşmanlığıdır. Bu düşmanlığın kaynağında emek korkusu vardır. Çünkü faşistler, saltanatlarına son verecek yegane gücün emek olduğunu çok iyi bilirler. Bu nedenle her fırsatta emeği küçümsemeye, dışlamaya, aşağılamaya çalışırlar. Ama ne kadar yırtınırlarsa yırtınsınlar yazgılarını asla değiştiremezler... Bir gün, emeğin gücü karşılarına dikildiğinde, diğer bir deyişle kapıcı çocukları kapılarına dayandığında ne hallere düşeceklerini düşünürler ve hep bu korkuyla yaşarlar. “Kapıcı çocuklarına elendik” diye hayıflanan sömürgenlerin, “Emekçi çocuklarına boyun eğdik” lafını edecekleri günlerin de yakın olmasını umalım...
Evrensel'i Takip Et