12 Eylül’e müdahale…
Fotoğraf: Envato
Bugünkü köşemi “12 Eylül Davası”na müdahillik talebime ayırıyorum.
“Ankara Özel Yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na
Sayın Yargıç,
Müdahillik başvurusunda bulunduğum dilekçeme ek olarak, davaya müdahil olmayı talep ederken şunları da belirtmek istiyorum.
Siyaset yapması yasaklanarak engellenmiş, darbeciler tarafından 3ay/90 gün olarak ilan edilen gözaltı süresini 12 Eylül işkencehanelerinde yaklaşık 4 ay işkence altında geçirmiş, bütün özgürlüklerim elimden alınarak konulduğum askeri cezaevinde -bir seferinde 8 gün üst üste dayaktan geçirildiğim- 7 yıl yatmaya zorlanan, sivil olmama rağmen özel askeri nitelikli sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmış bir Türkiye Devrimci Komünist Partisi yöneticisi olarak müdahil olmayı talep ediyorum.
12 Eylül hiç şüphe yok, en başta sosyalistler, komünistler ve devrimcileri ve mücadelelerini ezmeye yönelmişti. Anti-komünist karşı devrimci niteliği belirgindi. Ancak 12 Eylül’ü karakterize eden yalnızca komünistlere ve devrimcilere karşı olması ve onları hedef alması değildi. Tersine, 12 Eylül onları, halkın mücadelesini örgütlemeye çalıştıkları, hak talep eden halkın önüne düştükleri için hedefine koydu. 12 Eylül’ü niteleyen, başta işçi sınıfı olmak üzere, halka karşı dizginsiz bir saldırı olmasıdır. 12 Eylül, demokrasinin en küçük kırıntılarını da yok edip bir faşist diktatörlük kurarak işçi sınıfı ve halkın mücadelesini ezmeye yönelmiş bir halk düşmanlığı, hunhar bir faşist saldırganlıktır. Bu nedenle, ücretleri dondurularak örgütleri kapatılmış her işçi, her öğretmen, sağlıkçı, oradan oraya sürülmüş, işten çıkarılmış her memur, öğretim üyesi, ürünlerinin taban fiyatları hatta düşürülmüş her üretici köylü, kitapları toplatılıp yakılmış her aydın, eserleri yasaklanmış her sanatçı, sudan gerekçelerle gözaltına alınarak işkenceden geçirilmiş her genç, işkencede sakat bırakılan ve yakınlarını kaybedenler, bu dava sanıkları tarafından idama gönderilenlerin yakınları, özetle 12 Eylül’ün hedefi olmuş ve ondan zarar görmüş Türkiye halkının her ferdi, her evladı bu davanın doğal müdahili durumundadır.
Öte yandan, Kenan Evren’in vekili Dr. Bülent Acar tarafından yapılan faşist darbecilerin “kurucu iktidar” oldukları ve bu nedenle ne yapmış olurlarsa olsunlar yargılanamayacaklarına dair talebi bir gerçeğe işaret etmektedir.
Doğrudur; sanıklar bir darbe yaparak iktidara el koymuş ve ardından “devlet olmuşlardır”. Devleti bütün kurumlarıyla yeniden örgütlendirmiş; hâlâ uygulanmakta olan bir anayasayı yürürlüğe koyarak halka bir “deli gömleği” giydirmiş, hâlâ işlevsel YÖK ve RTÜK gibi kurumları kurup işletmiş, MGK gibi üst ve karar verici organları Türkiye’ye hediye etmiştir. Yüksek Hakem Kurulu türünden işçilerin başına sardıkları “felaketler” hâlâ sürmektedir. Mahkemeniz türü “özel yetkili mahkemeler” de 12 Eylül yadigarıdır.
Evet, Anayasa’nın geçici 15. Maddesi kaldırılmıştır. Ama soru hâlâ ortada durmaktadır: “Kim kimi yargılayacaktır?” Devlet, 12 Eylül faşist darbesiyle yeniden kurularak bugüne gelinmiştir ve devletin devleti yargılaması gibi bir “açmaz”la karşı karşıya bulunulmaktadır. Muhatabımız, başarısız, akim kalmış bir darbe değil, başarıya ulaşıp ülkenin geleceğini kuran ve onu bugüne getiren bir darbedir. Hükümeti “yok” etmemiş, yerine, ardı sıra başkaları gelen yeni bir hükümet, Bülent Ulusu hükümetini geçiren bir darbedir bu. Ardından önce “Danışma Meclisi” sonradan bugünkü TBMM’yi 12 Eylül’de kapattığı Meclis’in yerine geçiren, ülke yönetiminin aksatılmadan sürdürüldüğü bir darbedir. Bürokrasi ve militarizmi baştan ayağa kontrol etmiş, yeniden örgütlendirmiş ve devlet yönetiminde asıl olarak onlara dayanmıştır. Şimdi kendi anayasasıyla bu darbeciler nasıl yargılanacaktır? Üstelik “devlet olup” Cumhurbaşkanlığı, Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyeliği yapmış iki sanık kendileri tarafından çerçevesi yeniden çizilip belirlenen devlet aygıtı varlığını aynıyla sürdürürken “darbe yapma” suçuyla nasıl yargılanacaklardır? Daha geçenlerde sanık Evren, devletin devamlılığı ilkesi çerçevesinde olmalı, bugünkü cumhurbaşkanı A. Gül tarafından “Köşk”te ağırlanmışken, üstelik cumhurbaşkanları ancak “vatana ihanet” dolayısıyla yargılanabilecekken, bu dava nasıl yürütülecektir?
Kenan Evren vekilinin bu yönlü itirazları bütünüyle yanlış değildir; ancak çıkardığı sonuçlar yanlıştır.
Sanıklar, ileri sürülen suçlarla yargılanamayacak olsalar bile, şu iki suçla yargılanabilirler. 1) Halk düşmanlığı ve faşizm suçu. Özellikle Türkiye tarafından da imzalanmış uluslararası sözleşmelerde böyle bir yargılamanın dayanakları vardır ve 12 Eylül faşist darbecileri, bu suçla yargılanmalarına elverecek yeterince kanlı bir faşist diktatörlük kurup halka zulmetmiş ve insanlık suçu da oluşturmak üzere yeterince kan dökmüşlerdir. 2) “Bizim çocuklar başardı” sözlerinin de kanıtladığı, bir dönem eski Dışişleri Bakanı İ. Sabri Çağlayangil tarafından kapsamı açıklanmış ABD başta olmak üzere Batılı büyük emperyalist devletlerle işbirliği ilişkisi, gerek darbenin örgütlenme gerekse de uygulama aşamasında açık seçiktir ve sanıklar bu nedenle vatana ihanet suçuyla yargılanabilirler ve yargılanmalıdırlar. Bu iki suçlamayla yargılanmalarının önünde hiçbir engel bulunmamaktadır.
Tek engelden söz edilebilir ki, o da özel yetkili mahkemenizin pozisyonu ve böyle bir yargılamaya niyet ve cesaret edip edemeyeceğidir. Bu açıdan mahkemenizin durumu çok uygun görünmemektedir ve bu gerek iddianamede, gerekse de sanıkların henüz duruşmaya bile getirilememiş olmasında yansımaktadır. Mevzuat da fazla uygun olmayabilir, ama “Devlet-i Ali”nin yüksek katlarından istendiği anlaşılan görünüşte ve puan toplamaya matuf, yargılıyor gibi yapıp gerçeklerin ve gerçek suçların üzerini örtmeye yönelik bir “yargılama” değil, ama gerçek bir yargılama yapmaya cesaret edip buna girişirseniz, biliniz ki mahkemeniz tarihe geçecek, sizler de birer kahraman olacaksınız.
İki önemli konuya temas etmek istiyorum. Kimi müdahillerce sık sık tekrarlanan “ihtilal” tanımıyla 12 Eylül’ün bir ilgisi yoktur ve 12 Eylül bir faşist darbeden, devlet kademeleri içine sıkıştırılmış bir “değiştirici eylem”den ibarettir. Halksız ihtilal olmaz. 12 Eylül ise halk düşmanı bir darbedir. Ancak azmettirici, örgütleyici ve destekçileri, dayanaklarıyla birlikte, kuşkusuz iki kişiden ibaret değildir. Harekete geçirdikleri bütün bir devlet makinesi, kurdukları hükümet ve üyeleri, sıkıyönetim komutan ve görevlileri, MİT, işkencecileriyle, cezaevi yöneticileri, baştan aşağı ele geçirip yönettikleri devlet çarkının bütün dişlileri bu suçun ortağıdır. Azmettirici olanlar ise, başta Koç ve Sabancı Holding olmak üzere, darbe öncesinin başbakanı Demirel’in müsteşarı olup eski Sabancı Holding yöneticiliğinden MESS yönetimine, oradan da darbecilerin ekonomiden sorumlu devlet bakanı ve başbakan yardımcılığını üstlenen Turgut Özal’ın hazırladığı, ama uygulanmasına güç yetirilemeyen neoliberal 24 Ocak Kararları’nın uygulanmasını canı gönülden arzu etmekle kalmayıp, bu kararları uygulamayı başta gelen görevleri sayan ve asıl olarak bu nedenle darbe yapan faşist darbecilere mektuplar yazarak vb. övgüler dizip destekler sunan büyük tekellerdir ki, onların yargılama dışı tutulmaları, davanın gerçek bir yargılama olarak ilerleyişini olanaksız kılacaktır.
İkincisi, davayı bir tiyatro olmaya dönüştürme riski yaratan kim ve kimlerin müdahillik hakkına sahip olabilecekleri konusudur. 12 Eylül faşist darbesinin hazırlık aşamalarında görev almış Sivas, Çorum, Maraş olaylarının faillerinin, 16 Mart katliamının gerçekleştiricilerinin, sadece darbeciler tarafından sonradan el üstünde tutulmayıp “Führerleri”ne “düşüncemiz iktidarda biz cezaevindeyiz” dedirterek gerçek durumu ikrar ettirmek üzere cezaevine atıldıkları vb. gerekçesiyle müdahillik hakkı tanımak kuşku yok ki, kadirşinaslık olmayacak, ama 12 Eylül gerçeğini tanınmaz hale getirip suçluyu/suç ortağını davacıya dönüştürecektir ki kabul edilemez.
Aynı şey, hükümet ve Meclis’in müdahillik talepleri açısından geçerlidir. 12 Eylül hükümete değil, halka karşı yapıldığı gibi, “memleketi hükümetsiz bırakmamış”, hükümetlerinin sürekliliği ilkesine sadık kalarak TC hükümetlerini sırasıyla numaralandırmaya devam etmiştir ki, bu numaralandırma sonra da devam etmiştir. Bu cumhurbaşkanları açısından da böyle olmuş, Fahri Korutürk’le Turgut Özal arasındaki cumhurbaşkanlığı sanık Kenan Evren tarafından deruhte edilmiştir. Bugünkü hükümetin müdahilliği, hükümet tüzel kişiliği adına kabul edilerek, genel olarak hükümetlerin darbenin mağduru oldukları benimsenecek olursa, darbe tarafından atanan Bülent Ulusu hükümeti nereye konacaktır? Ardından gelen Turgut Özal hükümeti nereye konacaktır? Hükümet, bu nedenle müdahil olamaz. Bugünkü hükümet partisi olarak AKP’nin ve AKP hükümetinin müdahillik talebi ise, AKP’nin o dönem daha henüz ortada olmaması nedeniyle kabul edilebilir değildir.
Meclis’in durumu da benzerdir. Bugünkü Meclis, darbe sonrasında sanıklar tarafından, önce “Danışma” ve sonra da “Türkiye Büyük Millet” “Meclisi” olarak yeniden kurulmuş ve bugüne kadar duruma ses çıkarmadan katlanarak gelinmiştir. Darbe önce Meclisi’nin müdahillik talep etmesi halinde bu benimsenebilir olsa bile, bugünkü Meclis’in böyle bir talebinin sadece darbeyle kurulmuş olma nedeniyle bile benimsenebilme imkanı yoktur.
Gerek hükümet ve gerek Meclis’in, devletin devamlılığı çerçevesinde ve darbeyle yeniden kurulup örgütlendirildikleri ve darbe anayasası çerçevesinde çalışageldikleri göz önüne alındığında, müdahillikleri değil, ama darbeciler tarafından ne ölçüde “suç”a bulaştırılmış oldukları soruşturma konusu edilerek, suça ortak oldukları/edildikleri ölçüde suçtan arındırılmaları konusunda gereğinin yapılması karar altına alınabilir ki, ancak bu durumda mahkemeniz gerçek bir yargılama yapabilme imkanı bulabilecektir.
Bu nedenlerle müdahillik talebim ve bir kısım müdahilliklere itirazımın onaylanmasının karar verilmesini talep ediyor, mahkemenize saygılar sunuyorum.
- Ortadoğu yeniden dizayn edilirken... 10 Aralık 2024 05:08
- Esad’la görüşüp anlaşma mı, kavga mı? Hangisi? 03 Aralık 2024 06:45
- CHP ile Cumhur ve sınama yanılma… 27 Kasım 2024 06:45
- Papatya falı ve havuçla sopa... 19 Kasım 2024 04:58
- İngiltere'de Kasım Gelincikleri ya da 'şehitleri anma' günü 12 Kasım 2024 04:26
- Hoş geliyorsun faşizm… 06 Kasım 2024 04:55
- İşçi sınıfının ekonomik mücadelesinde kendisinden başka güvenecek kimsesi yoktur! 22 Ekim 2024 04:50
- Bahçeli, MHP ve terör... 17 Ekim 2024 05:43
- CHP ile nereye kadar? 15 Ekim 2024 05:11
- Sadece İsrail mi terörist? 08 Ekim 2024 04:51
- İsrail’le uzlaşıp anlaşma mı, mücadele mi? 06 Ekim 2024 03:57
- Haydut başı: Amerikan emperyalizmi 01 Ekim 2024 05:02