Ekrem Bora’yı da yitirdik
2 Nisan günü gazetelerde gördüm, Ekrem Bora’nın ölüm haberini. Birden 50-51 yıl öncesine gittim.
O yıllarda Ses Mecmuası’nda çalışıyordum, söyleşiler yapıyordum, yazılar yazıyordum. Konumuz doğal olarak Türk Sineması ağırlıklıydı.
Ne güzeldi, o günler. Tabii bunda genç olmamın, sinemaya aşırı düşkün oluşumun büyük bir etkisi vardı. Bir kere ünlü-ünsüz birçok oyuncuyla sık sık bir arada oluyordunuz.
Film setlerinde, plâtolarda herkesle yakın bir arkadaşlık içinde olmak doğrusu hoş bir şeydi.
Gecesi, gündüzü yoktu bu birlikteliğin. Bazen sabahın erken saatlerinde bir plâtoya giderdik film çekimini izlemek, yaşamak için. Ki bu plâtolar içinde en önemlisi, en tanınanı Sohban Ağabeyin Şişli’deki yeriydi.
Bazen de, akşamüzerinden sabahın ilk saatlerine kadar, ya kapalı mekânda ya da açık havada çekilen filmlerin çalışmalarında yer alırdık, gazeteci olarak. Hiç unutmam, bir gece, Kadir Savun’un da başrollerinden birini üstlendiği, “İki Kişiye Bir Dünya” adlı filmin Halkalı tren istasyonundaki çekimi için sabahlamıştık.
Ekrem Boray’yı o günlerde tanımıştım. Birkaç kez söyleşi yapmıştım kendisiyle. Sinemamızın usta oyuncularından birisiydi. Ama usta oyunculuğunun yanında, bana göre, tam bir beyefendi insandı. Öylesine bir kibarlık içinde geçerdi ki konuşmalarımız…
Ama bir gün, hiç de kibar davranmadı bana. Sinemayla, gazetecilikle ilgili değildi bu. Bir minyatür saha futbol maçıydı. Unutmadıysam eğer, Agâh Özgüç’le Gündüz Seden, Kadıköy, Moda’daki bir sahada maç düzenlemişlerdi. Artistlerle gazeteciler maç yapacaktık. 5’er kişilikti takımlarımız. Tekin Aral’ın, Önder Somer’in aralarında bulunduğu Artistler Takımı’nın kaptanı Ekrem Bora’ydı. Gazeteciler Takımı’nın kaptanı ise Fecri Ebcioğlu’ydu. Onunla birlikte A.Özgüç, G.Seden, ben de oynuyorduk aynı takımda. Fecri Ebcioğlu kaleciydi, ben savunma oyuncusu. Ekrem Bora da karşı takımın forveti. Ve 3-0 yenildik, artistlere. Ekrem Bora, o üç golü attı, attırdı, benim bulunduğum alanı geçerek. Hiç unutmam bana yapılan tezahüratı. Yoğun bir kalabalık vardı ve herkes bağırıyordu, “10 numara, çok madara,” diye. Çünkü formamın numarası “10”du… İşte öyle bir gündü ya da geceydi…
Birçok filmi vardı. Ama bunlardan iki tanesini çok sevmiştim, “Silahları Ellerinde Öldüler” ve “İnsan İki Kere Yaşar”…
Evet Ekrem Bora’yı da yitirdik… Toprağı bol olsun…
CUMHURİYET VE SANSARYAN
Bugün kenarından, köşesinden anılara el atayım. Ekrem Bora’yla başladım, Cumhuriyet Gazetesi ve Sansaryan Han’la sürdüreyim…
Mart ayının sonlarına doğru, önce Cumhuriyet Gazetesi’nin, Cağaloğlu’ndaki Pembe Köşk’ünün satıldığı haberi yayınlandı, gazetelerde.
Yayıncılık dönemimin ilk yıllarında sık sık giderdim Cumhuriyet’e. Her gün olmasa bile, en fazla iki günde bir ya düzeltmenler bölümüne ya da ilan servisine uğrardım.
Düzeltmenler bölümünde birçok sevdiğim arkadaşım vardı. Mustafa Baydar, Sennur Sezer, Adnan Özlayçıner, Kemal Özer, Konur Ertop ve Doğan Hızlan. Bu kadronun içinden bir arkadaşımıza yaptığımız şakayı hiç unutamam. Şakanın oluşumuna Cengiz Tuncer’le Aydın Emeç de katılmışlardı. Ağır bir şakaydı…
İlan servisindeki Ziya ve Özden beyleri de unutamam. Unutamadığım üç büyüğüm de Ecvet Güresin (Onun “31 Mart İsyanı” başlıklı kitabını da yayınlamıştım), Oktay Ağabey (Akbal) ve Oktay Kurtböke’ydi…
12 Eylül’ün ilk günlerinde, düşünce özgürlüğü üzerine bir yazı hazırlayıp, Cumhuriyet’e götürmüştüm. Hasan Cemal yayınlanmayacağını söylemiş. Bunu öğrenince, hemen Oktay Ağabey’in odasına gittim. “Ver yazıyı bana,” dedi. Ve birkaç gün sonra, Oktay Akbal’ın köşesinde, benim yazım, bir giriş cümlesiyle, “Arkadaşım Bülent Habora bana bir mektup gönderdi, yayınlıyorum,” diye yazdı ve benim yazımı yayınladı. Kader utansın. Ama Cumhuriyet’e bu yazı yüzünden bir şey yapmadı Kenan’giller…
Bu yılın başlarında Sansaryan Han gündeme geldi, Mart’ın sonlarına doğru da biraz gazeteleri kapladı…
12 Mart Darbesi döneminde zaman zaman konuğu oldum, Sansaryan Han’ın. Acılı, tatlılı birçok anım oldu. Ama açık söyleyeyim, işkence-mişkence görmedim, basit tatsızlıklar dışında.
Bir gün yayıncıları gözaltına almışlardı, toplu halde. Bir bölümü Gayrettepe’ye, kalan çoğunluğu da Sansaryan Han’a, müteferrika bölümüne atmışlardı. Kodamanlarla birlikteydik, Sansaryan’da. Ayrıca başka başka olaylardan birçok kişi… 10-12 yaşında bir çocuk da vardı. Ali Gazeteci yanımıza çağırdı çocuğu, suçunu sordu. Çocuk, “Falçatayla adam kestim,” dedi, eliyle boğazını keser gibi yaparak… Sonra o bize sordu, “Ya siz neden buradasınız?” Ali Gazeteci, Aydın Emeç ve ben aynı anda, “Kitap yayınladığımız için buradayız,” dedik. Çocuk, şöyle bir baktı bizlere, arkasından da, “Yahu bu yaşa gelmişsiniz, niçin doğru dürüst iş bulamadınız kendinize?” dedi. Yanıt veremedik.
Daha çok anlatırdım, ama yerim bu kadar…
Evrensel'i Takip Et