Savaş kumkuması iş başında!
Fotoğraf: Envato
“Esed’e tanınan süre bugün doluyor”, “Sınırda kan aktı”, “Vakti geliyor!”; “eller tetikte!” türü manşet başlıklarıyla Fethullahçı-AKP’ci tekel basını savaş ve işgal kışkırtıcı çığlıklar atıyor. Yanıt, Çin’deki Erdoğan’dan gecikmesiz geliyor: “Sınır ihlali yapılmıştır ve uluslararası hukuk bize ne hak veriyorsa bunun gereğini yerine getireceğiz”
Bu bir savaş ilanı mıdır, henüz çok net değil, ama ‘bıraksalar’, “Şam’ın tahtı-tacını yer ile yeksan edecek” bir “Halife Sultan” ünlemesine çok benzeyen bir “kükreyiş” olduğundan kuşku duymamak gerekir. Türkiye’nin içinde bulunduğumuz dönemdeki “uluslararası başarısı”nı Suriye yönetiminin düşürülmesine, ve ABD-İsrail hattında, Batılı büyük güçlerle uyumlu ve Türk-Suudi gericiliğinin politikalarıyla birleşen; yeni Osmanlıcı “Türk İslamı” yayılmacılığının da aleti olabilecek bir iş birlikçi Suriye yönetimi oluşturmaya bağlayan AKP ve hükümetinin, ülkeyi savaşçı politikalarla ateş çemberine sürüklediği de, artık gizli-saklı değil. Türkiye sınırları içinde silahlandırılan ve koordine edilen ve güya kukla güçlerin ardına gizlenip, “sınır ihlali yapılıyor, gereğini yapacağız!” tehdidi savurmak için, gerçekten ya sadece güç politikasına inanmak ya da kendi entrikalarına kılıf uydurmada sınır tanımayacak hale gelmek gerekir. Az çok akli ve “sağduyulu” düşünebilecek her işçi ve emekçi, her aydın ve politikacı, kitle örgütlerinin ya da çeşitli diğer kuruluşların yöneticiliği yapan ve fakat ülkenin ve halkının durumuyla da sorumlu bir ilgi içinde olan herkes, Türkiye’ye savaş açanın olmadığını, Suriye yönetiminin Türk sınırını ihlali diye bir şeyin söz konusu olmayıp, Türkiye tarafında ‘konuşlandırılmış olan’ “muhalif” adlı silahlı birliklerin sınırın öte tarafındakilerle çatışırken, yaralanma ve ölümlerin meydana geldiğini düşünerek, savaş kışkırtıcı ve yayılma amaçlı bu emperyal politikayı reddecektir!
Hiç saklısı yoktur; Erdoğan ve Davutoğlu’nun fikri ve zikri, Suriye’nin “bir Osmanlı eyaleti” durumuna yeniden getirilecek halde olmasıdır. Uluslararası güç ilişkilerinin oluşturduğu büyük engellere rağmen, “Bizim iç işimizdir” söylemini besleyen güdü budur. Türk yönetimi, bunun içindir ki, “Annan Planı” olarak lanse edilen ve tüm taraflar yönünden “Ateşkes!” içeren “plan”ın işlevsizleşmesinden yanadır! Sınırda, sınırın bu yanı ve öteki yanında provokasyon ve sabotaj gruplarının eylemine gösterilen “hoşgörü”; Esad yanlılarına göz açtırılmazken, “muhalifleri”nin polis-asker korumasında eylemden eyleme koşması bundandır. Bir süre önce AKP Hükümeti ve Erdoğan yönetiminin koordinasyonunu gerçekleştirdiği, “Suriye Ulusal Konseyi”(SUK) toplantısı sonrasında, bu kukla oluşumun başkanı sıfatıyla konuşan Burhan Galiyun’un, “Özgür Suriye Ordusu mensubu tüm subay, asker ve diğer kişilere düzenli bir maaş bağlandığı”nı söylerken, durumu açıklıkla ortaya koymuş oldu. Sözüm ona özgür ordunun mensuplarının, Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye’den beslenip maaşa bağlanarak “özgür-demokratik bir ülke kuracakları”na hangi aptal inanacaktır” Emperyalistler ile iş birlikçisi gericilik tarafından satın alınmış maaşlı çetelerin başarısı, bu ülkenin ABD ve batılı emperyalistlerine tümüyle teslimini sağlamaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Ek olarak ise, yalnızca halkların kanı daha çok dökülecektir. Erdoğan yönetiminin desteklemekle kalmayıp bizzat tırmandırdığı bu türden bir gerginlik ve çatışmadır.
Erdoğan, anımsanacaktır, “Babasının vermekten, ölerek kurtulduğu hesabı oğul Esad verecektir!” diye, açıklamaktan kaçınmamıştı. “Görülemediği” söylenen o “hesap”ın, Suriye-Irak Baas yönetimlerinin ABD ile mesafeli politikalarıyla ilişkin olup, iş birlikçileri de üzüntüye boğmasının yanı sıra Türkiye Kürt gruplarının Hafız Esad döneminde Suriye’nin “müsamahasını görmeleri”yle de ilişkin olduğu, kolayca anlaşılabilir. Amerikan emperyalistlerine ve siyonist iş birlikçilerine boyun eğmek istemeyip bu yöndeki dayatmalara bir biçimde itiraz eden Irak, Libya, Suriye ve İran’ın hedefe kondukları, 1979 İran İslam Devrimi’nden itibaren bilinen bir durumdur. Irak işgal edilerek Saddam yönetimi, Libya ‘tarumar edilerek’ Kaddafi yönetimi alaşağı edildi. Şimdi “sırada” Suriye ve Esad yönetimi var. Ardı sıra İran’ın “Topun ağzına alınacağı” yönündeki uluslararası emperyalist-gerici tehdit devam ediyor. AKP şeflerinin böbürlenerek kükremeleri bu stratejide tutulan “manga başı” rolleri nedeniyledir. Yanlarında ise, yurttaşların inançlarıyla oynayan din bezirganları, dolar milyarderleri, Pensilvanya’nın ‘Coni’ korumasındaki “Uleması”, gözünü petrol ve doğal gaz kaynaklarından kendilerine kalacağını sandıkları arıtma artıklarına diken çakal takımı bulunuyor. Savaş kumkuması yazar, yorumcu ve muhabirleri eksik değil. Onlar, hatta daha da savaşçı! Suriye yönetiminin “Bir an önce derdest edilip” ABD-Türk-İsrail ve Fransız “savaş kurmayı”nın huzuruna çıkarılması için, didinip duruyorlar. Cengiz Çandar’a kalsa, Şam ve Halep “çoktan alınmalıydı!”
Eğer, ileri sürüldüğü üzere Suriye halkının kendi burjuva yönetimine karşı ve baskı ve sömürüye yönelik bir savaşı söz konusu olsaydı, Suriye halkının o direnişi Türkiye emekçilerinin desteğini hak ederdi. Ama bu durumda dahi, herhangi komşu bir burjuva ülke yönetiminin ya da günümüz koşullarındaki en barbar, en gerici yönetimler arasında yer alan Suudi hanedanlığıyla Arap kral, sultan ve emirlerinin müdahalesi, gerici amaçlı bir dış saldırı olarak reddedilmeyi gerektirirdi. Bugün ise bunlar, her biri ve hep birlikte petrodolarları akıtarak, silah ve cephane sağlayarak, kiminin “Şii azınlık”, kiminin “Nusayri-Alevi” olarak, aşağılayıp- yıkılmasını salt bu “kimlik” nedeniyle de gerekli gösterdikleri ve “muhalif”leriyle birlikte yıkmak için ‘cephe gerisi’nden savaştıkları bir devlet söz konusudur.
Bütün bu etken ve gelişmelerin gereği, yıkım harekatının başını çeken Amerikan emperyalizmi, Sarkozy’nin Fransa’sı, siyonist yönetim ve Türk hükümetinin politikalarına karşı mücadelenin yükseltilmesi; sadece sözle değil, kitlesel karşı çıkışlarla bölgenin ateş hattına çevrilmemesi için çabanın yoğunlaştırılmasıdır.
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40