Takıntı kaynaklı hassasiyetler
Sporla ilgili olarak üzerinde konuşulması, tartışılması, duyarlılık gösterilmesi gereken onca konu varken, ilgimizi, bilgimizi, enerjimizi bunlara yöneltmiyor, buna karşılık hiçbir anlam ve önem taşımayan konuları gündemin baş sıralarına taşımakta herhangi bir beis görmüyoruz. Spor kültürü ve spor bilinci konularındaki zayıflığımız zaman zaman kafalarımızı karıştırdığı için bazı durumlarda kavram kargaşası içine sürüklenebiliyoruz.
Süper Lig’de normal sezonun son hafta maçında deplasmanda Manisaspor ile karşı karşıya gelen Galatasaray’da kazanılan ikinci penaltıyı Kaleci Muslera’nın kullanması, bazı spor yorumcuları tarafından eleştirildi. Bu kişilere göre kalecinin penaltı atışını kullanması rakiple dalga geçildiği, rakibin aşağılandığı anlamına gelirmiş!.. Üstelik Manisaspor gibi küme düşmesi kesinleşmiş bir takıma karşı kalecinin penaltı atması, çok daha can yakıcı etki yaratırmış, oyuncuları fena halde incitirmiş!..
Hassasiyet görüntüsü altında, spora oyun, eğlence, keyif boyutunu ıskalayarak bakmanın doğurduğu hezeyandan başka bir açıklaması olabilir mi bu yaklaşımın?.. Aynı zamanda yanlış yere yöneldiği için oyunun doğal bir parçası üzerinden gerilim yaratmak gibi tuhaflığa yol açabilecek son derece anlamsız ve gereksiz bir hassasiyet durumu...
Oyun içinde kurallara uygun olarak ortaya konan bir tercih nasıl olur da rakibi aşağılama, rakiple dalga geçme anlamına gelebilir ki?.. Futbol takımını oluşturan 11 oyuncunun her birinin kazanılan penaltı atışını kullanma hakkı yok mu?.. Penaltıyı sağ bek kullanırsa bu rakiple dalga geçmek anlamına gelmiyor ama kalecinin kullanması rakibi incitiyor. Öyle mi yani?.. Santrfor kullanırsa normal, kaleci kullanırsa ayıp!..
Dünyadaki bazı kalecilerin takımlarının penaltıcısı olduğunu unutuyor muyuz?.. “Gol krallığı” listesinde golcü oyuncuların arasında bir de kaleci isminin yer aldığını görmek, bu oyunun keyifli, eğlenceli yüzlerinden birisi değil mi?..
Kaldı ki kaleciye penaltı attırmanın riski de var. Çünkü kalecisi penaltı atmaya giden takımın kalesi o anda boş kalır. Penaltı atışından yararlanılamaması durumunda, penaltı atışına maruz kalan takım, kalecisiz bir kaleye ani olarak atak geliştirme fırsatı yakalayabilir. Hiçbir takım rakiple dalga geçmek, rakip oyuncuları rencide etmek amacıyla kalecisine penaltı atışı kullandırtmaz. Ama kalecisi dışında bütün oyuncuları gol atmış bir takım, kalecisine de gol atma zevkini tattırmak için skor avantajı sağladığı bir maçta hiç sakınmaksızın böyle bir riski göze alabilir. Sporun aynı zamanda bir oyun, bir keyif ve eğlence aracı olduğunu unutmazsak, kalecilerin penaltı atışı kullanmasını sorun haline getirmeyiz.
Muslera’nın penaltı atışını gole çevirmesi yüzlerde tebessüm yarattı. Peki farz edelim ki Muslera’nın penaltısını rakip takımın kalecisi kurtardı ve oyunu hemen başlatarak takımının gol atmasını sağladı. Bu durumda da oyunun, pek sık rastlanmayan eğlenceli yüzü ortaya çıkmış olmayacak mıydı?.. Yüzlere yine tebessüm -üstelik çok daha uzun süre kalacak şekilde- damgasını vurmayacak mıydı?.. Hafızalara hep gülümseyerek hatırlanan bir futbol kesiti kazınmayacak mıydı?..
Kalecisine penaltı atışını kullandıran takımın ciddiyetsizlik yaptığını düşünüyorsan, bu penaltıyı kurtarıp hemen ardından karşı atakla golü bularak bunun bedelini o takıma ödetmeye çalışabilirsin. Belki o zaman bir daha böyle ciddiyetsiz(!) işlere kalkışmazlar...
SKOR ODAKLI BAKIŞ
Spora, skor odaklı bakmaktan kendimizi bir türlü kurtaramadığımız yetmiyormuş gibi skoru onur ve gurur ile ilintilendirmekten de geri durmuyoruz. Üstelik skor takıntılı bu bakış açısını sportmenliğin ve centilmenliğin gereğiymiş gibi sunuyoruz.
Örneğin farklı skorlu galibiyetlerin, mağlup takımı onur ve gurur açısından incitebileceğini düşünüyor, belli bir farktan sonra galip takımın kendisini fazla sıkmadan oyunu tamamlamasının sportmenliğe daha uygun düşeceğini söyleyebiliyoruz. Oysa spor karşılaşmaları sonucunda ortaya çıkan hiçbir skor onuru lekelemez, gururu incitmez. Skor üzerinde, ağırlıklı olarak günün koşulları ve oyuncuların sergilediği performans belirleyici rol oynar. Bir spor karşılaşmasında farklı yenilen takım onurundan bir şeyler kaybetmediği gibi, farklı kazanan takım da fazladan bir onur elde etmez. Yeter ki, bütün sporcular ellerinden geldiğince ter döksün, mücadele etsin...
Asıl onur kırıcı olan bir takımın bilerek kendisini fazla sıkmadan oynaması değil midir?.. Asıl bu, rakibe saygısızlık anlamına gelmez mi?.. Hangi onurlu sporcu rakibinin kendisine iltimas geçmesini ister ya da bekler?..
Farklı skorları onur kırıcı bulanlara soralım. Bunun sınırı ya da ölçüsü ne?.. Kaç farklı galibiyetlerde onur ve gurur lekelenir?.. Yenilen gol sayısı çoğaldıkça, lekelenme de o oranda artıyor mu? Bir takım ne kadar çok gol yerse, o kadar onursuzlaşıyor mu?..
Skor üstünlüğü; “koyduk”, “geçirdik”, “soktuk” gibi ilkel ve cinsiyetçi ifadeler aracılığıyla küfürlere yansıyor. Skorla küfür arasında kurulan böylesi bir bağ sporun gerçek değerlerini unutturuyor ve spor algısını arızalı hale getiriyor. Spor, skora indirgeniyor. Küfür ve onur kavramlarıyla iç içe geçen skor neredeyse namus meselesine dönüştürülüyor. Sonuçta skor ile onurun örtüştürüldüğü o hastalıklı noktaya geliniyor.
Spora, skor takıntılı bakmak, centilmenliğe değil, gerilim yaratıcı özelliğiyle ancak endüstrinin dayattığı spor anlayışına hizmet edebilir. Bazı spor yorumcuları bu gerçeği kavrayacak bilinç ve olgunluğun çok uzağında görünüyorlar.
Onurun ve gururun varlığıyla ilgili olarak sportif etkinlikler üzerinden ahkam kesmek, sportif etkinlikler üzerinden onur ve gurur sorgulamasına ya da değerlendirmesine girişmek saçmalıktan başka bir şey değil.
Kalecinin penaltı kullanması ya da farklı skor gibi olgular takımların ve oyuncuların canını acıtmaz, takımların ve oyuncuların onurunu lekelemez, gururunu kırmaz. Bunlar oyunun doğal parçalarıdır.
Ortada; şike, teşvik primi, doping, şiddet gibi kirli girişimler varsa, ancak o zaman onursuzluktan söz edilebilir...
Evrensel'i Takip Et