Müdürün biri, bir gün tiyatroda...
Fazıl Say’ın ‘retweet’lediği Ömer Hayyam dörtlüğü üzerinden kopan fırtanaya baksanız; sanırsınız ki adamlar “Öbür dünyanın derdinde”... Bütün ömrünü adadığı cennetine sövülmüş sanki de; hepsi birden ayağa fırlayıvermiş.
“Irmaklarından şaraplar akacak, diyorsun / Cennet-i alâ meyhane midir? / Her mümine iki huri diyorsun / Cennet-i alâ kerhane midir?” demiş Ömer Hayyam, ünlü piyanistimiz de bunu paylaşmış. Sonrası seyreyleyin gümbürtüyü...
Fazıl Say kibar adam; Ömer Hayyam olsa şöyle derdi büyük ihtimal; “Kör cehalet çirkefleştirir insanları. / Suskunluğum asaletimdendir. / Her lafa verecek bir cevabım var elbet, / Lakin bir lâfa bakarım laf mı diye, / Bir de söyleyene, bakarım adam mı diye”
Hayyam’ın döneminde de benzerleri varmış ki; demiş zaten. Hatta yetmemiş eklemiş; “Dünya, üç beş bilgisizin elinde, / Sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde. / Üzülme, eşek eşeği beğenir. / Bir hayır var sana kötü demelerinde”.
Ömer Hayyam bu, ağzı torba değil ki büzesin; ya da önce Zaman’da, Yeni Şafak’ta bir iki ısmarlama köşe yazdırıp, sonra başına bir “şube müdürü” atayasın. 800 yıllık tarihe gücün yetmeyince, elinin altındakilerden al intikamını... Ecdadını seven bir iktidarımız var çok şükür; onların ecdadı, bizim ecdadımıza ne yaptıysa, aynısının peşindeler.
Sanıyorlar ki; bizim tarihimiz hep “ecdad sevgisi” ile dolup taşmış. Sanıyorlar ki; “Bir kişi bile dur dememiş, sürüp giden saltanatlarına”... Bugün de öyle olsun istiyorlar, kimse bilmesin, Anadolu’nun bereketli topraklarında yeşeren ışık dolu fikirleri... Baba İshak’ı, Ömer Hayyam’ı, Pir Sultan’ı, Şeyh Bedreddin’i, Kaygusuz Abdal’ı... Güçleri yetse, Nef’i’yi, Fuzuli’yi, Yunus’u, Tevfik Fikret’i...
Dünün halk edebiyatı ile cebelleşenler, saray kapılarındaki “şair”lerine özlem duyuyor bugün de. 98 yıllık Darül Bedayi’yi Büyükşehir Belediyesi’nin “şube müdürlüğü” yapmaları bu yüzden. Başına da atadılar mı, çok bilmiş bir bürokrat, bitti gitti... İnsanlık Anıtı’nın yerine kaşardı, kazdı bir heykel uyduruveren belediye başkanı gibi, bir şanlı Osmanlı oyunu, bir mübarek insan piyesi, tamamdır.
Tarih bilgileri gibi, sanat bilgileri de kıt zat-ı muhteremlerin. “Saray soytarısı” istiyorlar diyeceğim, o da değil. O kadar bile olmasın istiyorlar. Kralla dalga geçebilen tek insandır saray soytarısı. Koca koca saraylarda gerçekleri söyleyebilen tek kişi... Kelle koltukta da olsa... Bunların istediği bildiğin “padişahın hık deyicisi”...
Hani, Osmanlı’nın son dönemi tiyatroyla modernleşir ya; Osmanlı sarayı! Sahne yapılır bütün saraylara, köşklere... Taa Avrupa’lardan, Rusya’lardan kumpanyalar getirilir. Ama ne hikmetse, oyunların hiçbirinde “Krallar ölmez”. Suikaste uğramaz, arkasından iş çevrilmez. Malum, padişah izleyecek... O hesap!
Küçücük çocuklara tasalluttan yatar en meşhur yazarları, onlar sahnede “sapık” görmeye dayanamaz. Adetimize, örfümüze aykırı çünkü! Binlerce insan sürekavı halinde içeri tıkılır, Rosengbergler davası batar gözlerine... Neymiş, “Sovyet ajanı”ymış, “suçlu”ymuş, “vatan haini”ymiş... “Vatanım ruy-i zemin / milletim nev-i beşer” diyen Tevfik Fikret’in yolundan gidiyor olabilecekleri gelmez kimsenin aklına... Nâzım ustanın “vatan haini” şiirini mi hatırlatacağız illa ki... Anlayamadınız mı hâlâ; her şeye rağmen, tüm “öldü bitti” yaygaranıza rağmen, “Vatanını bütün dünya, ulusunu tüm insanlık” olarak gören insanlar var bu ülkede. Ve insanlık var oldukça, var olacaklar bütün yeryüzünde...
O oyun, bu dizi, şu film... Batan ne varsa gözünüze, var olmaya devam edecek inatla... “Ecdada hakaret” diye suç da uydursanız, böyle bu. Biz de ecdadımızdan böyle gördük çünkü. Biz “ecdad” deyince yanlış anlamayasınız, Homeros da bizim edcadımız sayılır. Hani, Truva Savaşı’nı destanlaştıran kaç bin yıllık büyük şair. İlyada’yı muzaffer Akha’lılar için yazsa da, biz biliriz Truva halkının acısını, direnişini... Aşil kadar, Hektor’u da severiz.
Bugün İstanbul’da salon sıkıntısı çeksek de; onbinlerce kişilik antik tiyatroları hâlâ dimdik ayakta bu toprakların... Sanat bu halkın genlerinde... Ondandır ki, bunca yıldır onca engele, onca baskıya, onca sürgüne rağmen yaşıyor.
“Müdür” dediğin fıkralık bir makam... Şube Müdürü, “sanat”ı yönetse, yeni yeni fıkralar çıkar sadece. “Şube Müdürü’nün biri bir gün...”
Şehir Tiyatroları üzerinde yıllardır oynanan oyunların bir türlü istenen sonucu vermemesi bu yüzden... Kimi getirseler “memnun” olamamaları bu yüzden... Sanatın özüyle ilgili bir mesele var orta yerde; algılayamadıkları bu... Yine de “soluk aldırmamak” üzere tekrar tekrar deniyorlar; yeni yeni hamleler yapıyorlar. Bu kez hamle ciddi, saldırı ağır. Yapısını değiştirmek, hatta yıkmak üzere harekete geçtiler.
Sonuç ne olur; sanatçıların ve en önemlisi sanata ihtiyaç duyan halkın alacağı tutuma bağlı. Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Başkanı Üstün Akmen’in açıklamasından küçük bir alıntıyla bitirelim; “Sanattan ve sanatçıdan ciddi anlamda korkuyorlar. Evet doğrudur, bu yönetmelik İBBŞT’nın idam fermanıdır, ama bu ferman mutlaka, ama mutlaka durdurulmalıdır. İstanbullular neredeyse yüz yıllık tarihi olan saygın tiyatrolarına sahip çıkmalıdırlar. Yoksa bu günahın vebali onların da boynunadır”.
Evrensel'i Takip Et