Tuz meselesi (3)
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Bir zamanlar sırmalı, bol yıldızlı “apolet”leriyle kendi “paşa” gönüllerince “durumdan vazife çıkarıp” sonra da milletin yüce meclisine “asma kilit” vuran “beşibiryerde” lakaplı vatan evlatlarının, ülke sathında yıllarca “vatan-millet” adına estirdikleri “terör” malum!
Bu ülkede hangi taşı kaldırsan hemen herkese, her yurttaşa “tuzluya, pahalıya mal olan” yargısız infazlarla, “faili meçhul” cinayetlerle, her biri başlı başına birer işkencehaneye dönüşen hapishanelerin yanı sıra, keza “adalet”ten yana nasibini almamış, keyfi, hukuk dışı mahkeme kararlarıyla, idam sehpalarının gölgesinde kanla yoğurup “zorbalık”la sürdürdükleri “iktidar”larının ardından, zamanla, içlerinden “üç”ünün “öte taraf”a göçtükten sonra, gittikleri yerlerde gari “cehennem”in bucağını mı, yoksa cennetin kuytu bir yerini mi mekan tuttular, ehh bunu da bittabi ki biz “fani” kullar değil, sadece yüce Allah bilir...
Nitekim yine bir zamanlar bu ülkenin mahpushanelerinde, tövbe tövbe “Allah’ın yok olup, peygamberlerin senelik izine çıktığı” bu dam altlarında, keza yine mübarek “vatan” adına bu milletin bilumum evlatlarının, kör şeytanın bile akıl edemeyeceği canice “yöntem”lerle inim inim inletildikten sonra bir kısmının “tuzruhu” misali buharlaştırılıp yok edildiğini, geriye kalanlarının da ruhen “posa”ya dönüştürülüp yıllar yılı zindanlarda çürütüldüğü de, ne yazık ki bilinen acı bir gerçek…
Evlat acısıyla ciğerleri dağlanan, bağırlarına “tuz biber” ekilen, Anadolu’nun çileli analarının feryatlarının ardından , zaman tünelinde nihayet gele gele şu günlerde, tıpkı atalarımızdan miras kalan “keser döner sap döner” deyimince, bu kez de “devran”ın değişmesi sonucunda, “beşibiryerde”nin bakiye kalan diğer “iki” paşasının “hukuk” çerçevesinde “siga”ya çekilmek üzere olduğu şu sıralar, görünüşe bakılırsa, milletçe hani mil pardon ama, neredeyse göbek atıp bayram ediyoruz!
Aslında her ikisi de sararıp solmuş birer yaprak misali en hafif bir rüzgarla yer ile yeksan olmaya çoktan namzet, bir bakıma “son kullanma tarihi”nin son kertesinde “bugün-yarın” zaten “meçhul”e yelken açmak üzere olan bu “muktedir”lerin, şu “etme bulma dünyası”nda içine düştükleri bu “hal ve şerait”, gerçekten de ibretlik!
Peki ama, beri yandan hesapça tonlarca mürekkep yalayıp, dirsek çürüterek elde ettikleri kırk çeşit “diploma”larını yaldızlı çerçevelerle donatıp, ardından da duvarlarına gururla astıkları bu “belge”lerle övünen, hepsi de güya kendi konularının en üst mertebesine ulaşmış ve en önemlisi de yıllarca üniversitelerde “hak, hukuk, adalet, demokrasi, anayasa” konularında mangalda kül bırakmayan “tirat”larıyla öğrencilerinin karşısında birer “otorite”, birer “akil adam” kesilen, kimisi rektör, kimisi dekan, profesör, akademisyen “lakap”lı bu “mürekkep yalayıcı” tayfasının; postal, dipçik, apolet karşısında çaresizce ya da “korku” belasına en azından bir kenara çekilip, hatta çok da “matah” bir tavır olmamakla beraber, yine de hiç olmazsa “tuzsuz aşım dertsiz başım” babında susup kıç üstü oturmaktansa, tam aksine ilk fırsatta kendi “cüppe”lerinin çok daha şatafatlısını, başlarındaki “kep”lerinin çok daha fiyakalısını; milletin meclisine kilit vuran, onun sözde bile olsa iradesini tümüyle rafa kaldırıp, bunun yerine “sıkı yönetim”lerle takviye edilmiş, “hot-zot” menşeli “iktidar”larını “bilek zoruyla” gerçekleştiren bu “muhterem”lere, bizatihi kendi elleriyle giydirdikleri cüppelerle, onlara bol kepçeyle bahşettikleri “fahri doktor”luklarla, eşi menendi görülmemiş bir “yağdanlık”, bir “yalakalık” yarışına soyunup, dahası da hani mil pardon tıpkı kervanların önünde yürüyen “merkep”ler misali başı çekenlerin sergiledikleri bu “süfli” tavırlarını sanki onaylarcasına, bu cüppeliler kervanına, kurulup oturdukları köşe başlarından döktürdükleri “makale”lerle bir o kadar “methiye” sunan “kalemşor”lar acaba gerçekten de az mı ibretlik?..
Tamam! Okey! Bu haddini bilmez, bu tozu dumana katan “zorba”ların işlemiş oldukları, üstelik hepsi de “insan”lık adına utanç verici bu “zelil” davranışlarının hesabını, en ufak detayına varıncaya kadar “hukuk” kulvarında sorup, hatta “şeriatın kestiği parmak acımaz” hükmünce gerekeni ardımıza koymayalım ama, öte yandan da aynaların karşısına geçip, sonra da bunca zamandan beri milletçe “tuzsuz helva” misali neden sallanıp yalpaladığımızın hesabını da, belki de otuz yıllık bir mazinin ardından biraz da kendimize sormamız mı gerekir, bilemiyorum Kirvem!..
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30