İnsanla ve insani değerlerle nefret ilişkisi kuran kişilerin bir süre sonra zavallılık çukurunda karikatür figürüne dönüşmesi kaçınılmazlaşıyor. Tiksinti vericilik ile gülünçlük bu anlamda birbirinden çok da uzak sayılmaz. İnsanlık tarihindeki en derin ırkçı izlerin sahibi olan Ku Klux Klan şarlatanları ile Nazi pisliklerinin, yarattıkları onca dehşete ve vahşete karşın bitip tükenmez biçimde espri malzemesi olmaları bunu kanıtlamıyor mu?..
Şimdi geçtiğimiz hafta sonunda oynanan iki Süper Final maçına bakıp şunlardan hangisinin daha komik olduğunu soralım:
Beşiktaş-Galatasaray maçında tribünlerden sahaya giren taraftarların verdikleri ifadede, “Sahaya atlamadık, bizi arkadan ittiler” demeleri mi?..
Bu şekildeki ifadeleri inandırıcı bulunmuş olacak ki, söz konusu taraftarların, haklarında hiçbir işlem yapılmadan serbest bırakılması mı?..
Aynı maçta Beşiktaşlı bir güruhun, “Ya Allah Bismillah Allahü Ekber” sloganı eşliğinde Galatasaray’ın siyahi oyuncusu Eboue’nin aşağılanması, linç edilmesi girişimlerine destek çıkması mı?..
Emre’nin siyahi takım arkadaşı Yobo’yu da yanına alarak ırkçı olmadığını kanıtlama hedefiyle basın toplantısı düzenlemesi mi?..
Emre’nin bu basın toplantısında, kendisi hakkında “Eğer Emre ırkçı sözler söylediyse çantasını toplayıp hemen Fenerbahçe’den ayrılsın” diyen Rıdvan Dilmen’e kariyer kıyaslaması üzerinden meydan okuması mı?..
Aynı toplantıda daha sonra Emre’nin, “Kariyer de, ceza da umurumda değil” şeklinde konuşması mı?..
Maç sonrasında Zokora’nın suçlamaları karşısında suçunu itiraf eden Emre’yi açık sözlülüğü(!) ve dürüstlüğü(!) nedeniyle neredeyse erdem timsali ilan eden spor yorumcularının, bir gün sonra Emre’nin çark edip ifadesini değiştirmesiyle içine düştükleri acınası durum mu?..
Şike iddiaları karşısında aylardır onur mücadelesi verdiklerini iddia eden Fenerbahçe camiasının, yöneticiyle, teknik direktörüyle, taraftarıyla nefret suçu işlediğini itiraf eden oyuncularına tutkuyla sahip çıkması ve kulübün bu oyuncuyu aklamak(!) için mizansenli basın toplantısı düzenlemesi mi?.. Irkçılığın cezalandırılması gereken ağır bir suç olduğunu söyleyenlerin, anaya, avrada edilen cinsiyetçi küfürlerin de bir tür ırkçılık olduğunu kavrayamamaları ve bu küfürleri kabul edilebilir (normal) bulmaları mı?..
Yoksa Emre’nin Zokora’ya yönelik ırkçı bir söylemde bulunmadığını belirttiği son röportajında, “Avrupa’da da bana pis Türk, pis Müslüman” diyorlardı şeklindeki savunması mı?..
Aslında hepsi de birbirinden komik. Ama böylesine ciddi bir konu, üst üste bu kadar komikliği kaldırabilir mi, orası bilinmez...
Emre, “Ben ırkçı değilim” diyor. Değil elbette. Siyahi arkadaşları bile var. Üstelik onları seviyor!.. Kafasına beyaz kukuleta geçirip Ku Klux Klan’cılık oynamadığına göre tabii ki Emre ırkçı değil!.. Zaten bu memlekette kim ırkçı ki?..
Disiplin Kurulu da Emre’nin Zokora’ya ırkçı bir söz söylemediğine sadece hakaret ettiğine kanaat getirdi ve bunun karşılığında Fenerbahçeli oyuncuya 2 maç ceza verdi. Zokora, Emre’nin kendisine ırkçı söylemlerde bulunduğunu söylüyor. Emre önce bunu kabul ediyor, bir gün sonra ise “Irkçı söz söylemedim, dingil gibi bir şey dedim” diyor. Disiplin Kurulu -hiçbir dayanak ve gerekçe belirtme ihtiyacı duymaksızın- Emre’ye inanıyor. Bu doğal değil mi?.. İki farklı ten rengine sahip kişinin ifadeleri arasından siyahi olanının söylediklerine itibar edecek halleri yoktu ya!..
İKİYÜZLÜLÜK!
Bir de, ırkçılık belasına karşı sanki doğuştan bağışıklıymışız inancıyla “Bizim kültürümüzde ırkçılık yok” deyip duranlar var. Sanki ırkçılık, sadece farklı ten rengi üzerinden gerçekleştirilen söylem ve davranışlardan ibaretmiş gibi.
Evet... Devletin farklı halklar, farklı diller, farklı kültürler, farklı inançlar, farklı cinsiyetler üzerindeki sistematik baskı ve asimilasyon politikalarını görmezden gelir ya da yok sayarsak, göğsümüzü gere gere, “Bizde ırkçılık yok” diyebiliriz...
Bir yandan eğitim sistemi ve medya aracılığıyla, farklılıklara kin, nefret, düşmanlıkla bakılmasını sağlayacak zehirli “tek”çi ideolojinin pompalanması tam gaz sürerken, diğer yandan “Bizde ırkçılık yok” iddiasında bulunmak ne kadar inandırıcı olabilir ki?..
Devlet toplumsal hayattaki ırkçı dayatmalarını spor alanlarından da hiçbir zaman eksik etmedi, etmiyor. Maçlardan önce İstiklal Marşı’nın söylenmesini gelenek haline getirecek, tribünlerde boy gösteren ırkçı pankartlara, ırkçı tezahüratlara göz yummaktan öte, sonsuz bir sevecenlik ve hoşgörüyle yaklaşacaksınız, sonra da hiç utanmadan ırkçılığa karşıymışsınız gibi rol keseceksiniz. Gülmezler mi bu ikiyüzlülüğe?..
Özellikle etnik ve eril temelli ırkçılığın giderek olağan görülüp kanıksanmasına ve yaygınlaşmasına, spor alanlarındaki uygulama, eylem ve söylemlerin yaptığı katkı yadsınabilir mi?..
Kazanma hedefi dışında hiçbir sportif ve insani değere yaşam hakkı tanımayacak kadar sefil bir spor kültürüne sahibiz. Böyle bir kültürün şiddet, ırkçılık, şike gibi pislikler üretmesi hiç şaşırtıcı değil...

SORUMLU ELBETTE HAKEM

Süper Final’in diğer maçında ise hakem Hüseyin Göçek eleştirilerin hedefindeydi. Galatasaray’ın ofsayttan attığı golü görememişti ya, sarı-kırmızılı takımda basketbol oynadığı gençlik dönemlerine ait fotoğrafı hemen arşivlerden bulunup sayfalara taşındı. Göçek’in Galatasaraylılığını kanıtlayan bundan iyi bir belge olabilir miydi?..
Artık her maçta spora yönelik hastalıklı bakışın yeni örneklerine tanık oluyoruz. Yenilgiyi hakem hatalarıyla ilişkilendirerek sorumluluktan sıyrılmak asla vazgeçilmeyecek bir bahane klişesi. Kültür ve bilinç yoksunu fanatik taraftarlarınkinden aşağı kalmayacak kadar parlak(!) düşünceler dile getiren bazı yorumcuların yanı sıra “Sabrımızın sınırı var” şeklinde doğrudan tehdit içeren açıklamalar yapan bazı yöneticiler de bu linç ortamına ellerinden gelen katkıyı(!) sunuyorlar.
Oysa görüyoruz ki, dünyanın her yerinde hakemler hatalı kararlar verebiliyorlar. En üst düzey hakemlerin görev aldığı Şampiyonlar Ligi maçlarında bile ciddi hatalar yapılabiliyor. Ama oralarda hiç kimse hakemlerin geçmişini araştırıp formalı fotoğraflarını gündeme getirmiyor.
Futbolun bir hatalar oyunu olduğunu, hakemin de futbolun içindeki diğer insan unsurları gibi hata yapabileceğini dilimizden düşürmüyoruz ama stat localarındaki televizyonlardan ya da cep telefonlarımız aracılığıyla hakemin hatalı karar verdiğini öğrenince kendimizi kaybediyoruz. Teknolojiyi kullanarak golün ofsayt pozisyonunda atıldığını öğrenmek ve ardından da protestolara başlamak hakeme haksızlık yapmak anlamına gelmiyor mu?.. Sen teknolojiden yararlanıp pozisyonun ofsayt olup olmadığını öğreniyorsun ama hakemin elinde böyle bir olanak yok. O, en fazla 1-2 saniye içinde, santimlerle ölçülen bir pozisyonla ilgili olarak kararını vermek zorunda. Sonuçta değil santim, bir oyuncu insan gözünün asla saptayamayacağı kadar küçük ölçüler içinde de ofsayt pozisyonunda bulunabilir. Hakem kararlarının, hata içermelerini doğal kabul ederek saygıyla karşılamayı özümseyebilirsek, her kritik pozisyonun ardından televizyonlara koşup, cep telefonlarına sarılmaktan vazgeçebiliriz. Aksi takdirde teknolojinin hakemlerin de hizmetine sunulmasının zamanı gelmiş demektir.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et