Şehir Tiyatrosunda bir asır biterken…
Fotoğraf: Envato
Nihayet facianın son perdesine gelindi elbirliği ile. Son perdede artık İstanbul Şehir Tiyatroları “Hamidiye Suları Şube Müdürlüğü” modelinde işletilecek ve biz de tiyatronun üstüne bir bardak su içeceğiz.
Merkezi hükümet, yerleşemediği cumhuriyet kurumlarına sinsi bir şekilde “ele geçiremiyorsan çamur at, tu kaka olduğunu söyle, zarar ettiğini söyle, hantal diye yaygara kopar, aşağıla ve itibarsızlaştırarak gözden düşür” politikası ile kuşatıyor sonra da kadro ve zihniyet olarak yerleşince yaygarayı kesiyor. Aynı politika Şehir Tiyatroları üzerinde sinsice uygulamaya konuldu.
En başta bir takım kerameti kendine menkul muhafazakar yazar ve fikir adamları başta İskender Pala olmak üzere Şehir Tiyatrosunun repertuvarına, oyunların niteliğine ve sahneleme biçimlerine sataşarak topa girdiler ve mevcut sanat-tiyatro pratiğine çalım atarak kaleye yaklaştılar.
Sonrasında devletin en tepesindeki genel sekreter makamındaki prof titri bulunan memur “Muhafazakar estetik ve sanatı oluşturma yükümlülüğü içindeyiz” gibi spastik bir sözle sahaya girdi. Bu taraftan ama özellikle tiyatro camiasından kimse “Genel sekreter İsen, ne diyorsun, açık konuş” demedi- diyemedi. Fakat İsen bu sözle tarihe geçti. Sonrasında saldırı ölçüsüz bir akına dönüştü ve Engin Ardıç, Hadi Uluengin, Emre Aköz gibi yardakçılar alanı boş bularak hücumlarına devam ettiler. Kaleyi fethetmeye ramak kalmıştı ama karşı tarafta ne bir toplu karşı çıkış, ne bir dayanışma ne de bir pratik direniş görülemedi.
Artık kaleyi kuşatmak için sıra son hamleye kalmıştı. İçeriden iş birlikçilerle belediyenin ideolojik hegemonyasına pratik olarak olanak tanıyan bir tüzük hazırlandı. Fetih şimdilik yönetsel olarak tamamlandı. Ardından da içinde sanatçıların görüşü olmayan yeni tüzüğün, başkan Topbaş tarafından “daha demokratik olduğu” ileri sürülerek kuşatma ve ele geçirme, yönetime atanan “parçalanmış bir kukla” ile savunulmaya çalışıldı.
Tam bu sırada kırk yılın sosyal demokratı Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, sanatın bağımsız olduğuna inandığını söyledi ve sonra da ekledi “Ama onlar da başbakana, bakanlara hükümete söz ediyorlar” dedi. Günay, interaktif oyunlarda tuluat yapan oyuncuları kastediyordu belli ki. Ama Günay, sanatın bağımsızlığından ne anlıyordu acaba. Bu durumda sanatın içinden mizah, ironi, tenkit, yergi atılmalı ve sadece hükümet üyelerine övgü olmalıydı. Bir toplumun aklını karıştırıp, dilini bozmak bu olsa gerek. Oysa kültür bakanı “Bağımsız sanat, hareket alanı ister” sözünü ya duymamıştı ya da bilmiyordu.
Topbaş’ın, Günay’ın ve ez cümle muhafazakar cenahın bütün bu sinsi yaklaşım, cahil söylem ve kaytarmacı savunmaları bana “Ebced okuyup yasin süsü vermek” deyimini anımsattı. Cümlenin Türkçe mealini İskender Pala biliyor olmalı.
Bu arada unutmadan; ilk başlarda kamuoyundan kaçırılan yeni tüzüğün gazetelerde tartışıldığı günlerde yeni kuşatma ile ilgili görüşü sorulan Eski Sanat Yönetmeni, Dekoratör Nurullah Tuncer, “uygulamayı görelim” demişti. Tuncer’e, Adorno şöyle yanıt veriyor; “Yanlış hayat doğru yaşanmaz.”
Sonuç olarak tek kale oynanan bir maç kaybedildi. Önümüzdeki maça bakacağız. Sırada Devlet Tiyatroları var.
- Bir üslup, bir tavır: Ferhan Şensoy 02 Eylül 2021 00:09
- Osman Kavala 26 Temmuz 2020 00:06
- Sanatçıların işsizliği 18 Temmuz 2020 22:59
- Rıfat Ilgaz ile Asım Bezirci; iki koca çınar 04 Temmuz 2020 23:54
- Bir Güney Cihangir Hikayesi; Der Flamingo 20 Haziran 2020 23:33
- Karanlık Hikâye 07 Haziran 2020 00:05
- Kanayan coğrafyanın imgesi 10 Mayıs 2020 00:01
- Hayatı karşılayan şiirler 12 Nisan 2020 00:02
- Ferhan Şensoy’dan Gecedeste 29 Mart 2020 00:15
- Sağanak adımlarla düşlere, ütopyaya 14 Mart 2020 20:52
- Ağaçlar ayakta ölür 07 Mart 2020 22:00
- Muzaffer İlhan Erdost’a saygı 29 Şubat 2020 23:38