23 Nisan 2012 10:43

Artık üç Suriyemiz olacak!

Artık üç Suriyemiz olacak!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Daha bir-bir buçuk yıl öncesine kadar, “bölgesel güç”, “bölgenin model ülkesi” olma rolünü İsrail’e karşı Filistin ve İslam dünyasının koruyucusu gibi görünerek, “komşularla sıfır sorun”, eski Osmanlı toprakları üstündeki ülkeleri de “kardeş ülke” sloganlarıyla ilan eden AKP Hükümeti, bu rolünü unuttu.
Şimdi artık bölgedeki misyonunu tarif ederken, “komşularla sıfır sorun” demiyor; İsrail ve yeri geldiğinde de ama uygun bir dille “batı emperyalizmine” karşı “İslamın koruyuculuğu”ndan söz etmiyor. Tersine şimdi koruyuculuk rolünü komşu ülkelerde “Şii ve Alevi rejimler tarafından ezilen Sünnilerin” hamiliğine indirgemiş bulunuyor.
Suriye’de Esad rejiminin baskıcı tutumundan, kendi halkına karşı silah kullanmasından söz edip, bir hak ve adalet savunuculuğu yapar gibi görünürken; Sünni çoğunluğa rağmen Esad’ın Alevi azınlığın yönetimi olmasını öne çıkararak mezhep ayrımcılığı üstünden bölünmeyi kışkırtan bir tutum alıyor.
Suriye ile Esad rejiminin mezhep farklılığı temelli gerginlik, Türkiye’nin Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün’deki Sünni rejimle yönetilen ülkelerle yakınlaşmasıyla ilerledi. Nitekim halkına zulüm eden, hiçbir özgürlüğün tanınmadığı, insan haklarının “i”sinden söz edenin dilinin kesildiği İslam ülkelerindeki hak ihlallerine, Bahreyn’deki halk ayaklanmasının Suudi askerlerinin de müdahalesiyle bastırılmasına hiç ses çıkarmıyor AKP Hükümeti. Tıpkı ABD, Fransa, İngiltere gibi!
Son bir yıldan beri ise Irak’taki Sünni azınlığın haklarını savunma adına Türkiye, Irak’ın içişlerine karışmaya, Iraklı Şiilerle çatışmaya yöneldi. Ne var ki Irak’ın bugünkü yapısı içinde Şiilerle çatışmak, Irak Hükümeti’yle çatışmak anlamına geliyor. Çünkü Irak’taki Kürtler, Araplar Şiiler arasında kurulan denge üstünde biçimlenen “Amerikan imali” Irak yönetimi aslında bir Şii yönetimi. Sünni azınlık ise El Kaide gibi terör örgütleri ile iş birliği içinde Şiilere karşı bir savaş yürütüyor. Sünni Azınlık Lideri Tarik El Haşimi resmen Irak’ın Cumhurbaşkanı Yardımcısı olmasına karşın bir zamandan beri pek çok suikast ve canlı bomba eylemlerinin sorumlusu olarak Irak Hükümeti tarafından “aranan” bir kişi.
Türkiye ise bir yıla yakın bir zamandan beri Irak Hükümetini Sünnilere kötü davranmakla eleştirirken açıkça da “Bu baskılara Türkiye’nin uzun süre göz yummayacağını” söylüyordu.
Söz konusu Irak olunca, çatışma sadece Sünnilerin hamiliği sorununu da aşarak hükümetin Kürt sorununun çözüm planları ile de birleşip “Türkiye’nin iç meselesine” dönüşüyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye gelen Barzani’nin “devlet başkanı protokolüyle” karşılanması, Türkiye’nin Kürt sorununun Barzani üstünden çözüleceğine dair yorumlarını yeniden ve daha ileriden iddialarla gündeme getirdi. Bu yüzden de kaçak Sünni Lider Tarik El Haşimi ile Barzani’nin Ankara’da buluşup görüşmesi herkes tarafından Türkiye’nin “Suriye muhalefeti”nden sonra şimdi de Irak muhalefetini birleştirip Irak yönetimine karşı sahneye sürmeye hazırlanması olarak algılandı. Bunu en başta da Irak Başbakanı Nuri El Maliki böyle anlamış olmalı ki; Türkiye’yi “Bölgede düşman arayan ülke” olarak ilan etti. Türkiye’nin “İslam dünyasının koruyuculuğu”ndan Sünnileri Şii ve Alevi yönetimlerin baskılarına karşı korumaya soyunması, bu vesileyle Sünni yönetimindeki ülkelerin Şii yönetimlere ve Şiilere karşı yakınlaşması elbette kendi başına bir gelişme olsaydı, bu bölgeye has bir gelişme olarak değerlendirilebilirdi. Ancak Türkiye’nin bu yönelişinin ABD’nin Şii-Sünni ayrımcılığı üstünden Sünni rejimlere dayanarak İran’ı kuşatma stratejisinin bir devamı olduğu dikkate alındığında Türkiye’yi bölgedeki emperyalist planın da merkez ülkesi konumuna getirmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin “bölgesel güç”lüğünü, “model ülke” olmasını sınama alanı bu çatışmada göstereceği performansa bağlanmış görünmektedir.
Nitekim son bir yıldan beri İran’la iplerin iyice gerilmesi, Irak’la çatışma boyutunun Suriye ile olan çatışmaya yaklaşması, sürecin beklenenden de hızlı ilerlediğini göstermektedir. Nitekim, son birkaç günden beri Türkiye’nin Haşimi ve Barzani ile yapılan görüşmeler çerçevesinde Irak Hükümetine yönelik suçlamalarını yenilemesi, Irak Başbakanı Maliki’nin “Türkiye bölgede herkesle düşman ülke haline geliyor” açıklamasına Erdoğan’ın Katar’dan Şam’la Bağdat’ı benzer, zorba rejimler olarak ilan edip “küresel vicdan”ı bu ülkelere müdahaleye çağırması, Maliki’nin “Erdoğan içişlerimize müdahale ediyor. Mezhepçilik yapıyor” sözlerine ise Katar dönüşünde “Maliki’ye fazla söz verirsek bu onun orada şov yapmasına fırsat verir. Onun prestij sağlamasına fırsat vermememize gerek yok. Sadece kem söz sahibine aittir” demesi, Musul Havalimanı’nda Türk askeri kargo uçağının aranıp, personelinin gözaltına alınıp sorgulanması gibi son birkaç güne sığan gelişmeler sürecin çok hızlı işleyeceğinin işaretleridir.
Batının İran’ı kuşatma stratejisine bağlanan Türkiye’nin dış politikası mantıksal sonuçlarına varıyor ve Türkiye ABD’nin bölgeyi yeniden biçimlendirme stratejisiyle tam bir uyum içine girmiş bulunuyor. İran, Irak, Suriye ile düşmanlaşma bu politikanın kaçınılmaz sonucuydu ve şimdi buraya gelinmiştir. Öyle görünüyor ki önümüzdeki günlerde “bir değil üç Suriye’miz olacak”tır. Ve süreç çok hızlı ilerlemektedir.  
Birinci Suriye’de, Esad’ın Suriye’sinde çatışmalar nispeten yatışmış görünse de bölgedeki gerilimin yükselmesi, Annan Planı’nın işlemesini zorlaştıracağı gibi, Türkiye’nin bölgede komşularıyla bir arada yaşamasını daha da zorlaştırdığı apaçıktır. Bu ise bölgede yeni iç ve ülkeler arasındaki çatışmaların gündeme gelmesini besleyen gerilimlerin çoğalması demektir.
İşlerin böyle bir aşamaya gelmesinde, bölgedeki sorunların giriftliğinden çok AKP Hükümetinin ABD planlarına bağlanarak izlediği dış politika etkili olmuştur.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa