26 Nisan 2012

Sınıf dayanışması

İktidar mücadelesinde artık sona gelindi… Yeşil ve kara paranın 12 Eylül darbesinden sonra yürüttüğü “kanlı ya da kansız” ama daima sert geçen “demokratikleşme” kavgasını yeşiller kazandı nihayet… Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu değişiklikleri ile özgürlük alanları yeniden belirlendi; daha fazla sınırlandı esasında… Yeşil sermayenin “özgürlük” tanımı da, kendinden önceki egemen sermayenin anladığından farklı değil: “Bizden olmayana yaşam hakkı yok…”
Sosyal yaşamı, devlet idaresini, ticari ilişkileri, sağlık alanını, çalışma yaşamını, eğitimi düzenleyen kapsamlı kanun değişiklikleri ağır ağır, sabırla, “dudakları ısırıp”, “yumrukları sıkarak”, “kinle” yapıldı.
Her türlü dinleme, izleme, gözetlemeyle kontrol altında tutulan toplum, sadece kanunlarla değil, idari, polisiye ve adli uygulamalarla, mali baskılarla, ekonomik rüşvetlerle, parlamento vaazlarıyla, medya propagandasıyla hiç durmaksızın “eğitiliyor”, “ahlaken” ve “dinen” terbiye ediliyor, “yola getiriliyor”…
Biz ise umutla Platon’un sözüne sarılıyoruz: “Umut yola sokar, yoldan çıkmış insan aklını.”
Son taşlar yerlerine konuyor artık… Bütün bu mevzuat hükümlerinin egemenin anlayışına uygun olarak yorumlanmasını sağlayacak bir yargı reformu da yerine oturmak üzere… Anayasa değişikliği ile “şah mat” denilecek, yeni rejimin adı da konulacak…
***
Yıllarca “faşizm gelecek” dedik durduk… Hep faşizmi, askeri darbelerden ibaret sandık… Hâlbuki faşizm, kapitalizmin ileri bir aşaması, yeni pazarlara yayılma ihtirasıyla yanıp tutuşan nasyonalist sermayenin ihtiyaç duyduğu yeni siyasi rejimin adıydı.
Şimdi, sıkı bir mücadeleden sonra kendi egemenliğini kuran ve nihayet devlet örgütünü tümüyle ele geçiren İslami sermaye, Anadolu topraklarına sığamıyor artık; yeni pazarlar peşinde, hinterlandını genişletmek zorunda…
İslami sermayenin Anadolu’daki yükselişiyle; içine girdiği krizden çıkış yolları arayan kapitalizmin küresel güçlerinin çıkarları, Müslüman toplulukların yaşadığı topraklarda buluştu… Her iki taraf da kendi âli çıkarları için diğer tarafı kullandığını zannediyor, kimin kimi yarı yolda bırakacağı ise belli değil…
Ama faşizm o ki, ekonomik çıkarları için yayılmak zorunda; bunun için gerektiğinde savaştan asla kaçınmaz… Mussolini’nin “mare nostrum”u (bizim deniz); Hitler’in “Lebensraum”u (yaşam alanı) varsa, Anadolu sermayesinin de “din kardeşleri” var! Anadolu’daki egemenliğinin güçlenerek devam etmesi, çevresindeki İslam dünyasına hükmetmekten geçiyor; hadi, o kadar olmasa bile, tüm dünyayı kontrolünde tutan kapitalist güçlerce ağzına bir parmak bal çalınması, yani pazardan birazcık pay verilmesi bile şimdilik yeter…
Hal böyle olunca, sermayenin iktidarı, komşu ülkelerdeki iç sorunlara karşı nasıl sessiz kalabilir, nasıl görmezden gelebilir “insan hakkı ihlallerini”, “demokrasi karşıtı” uygulamaları?
***
Öylesine tekamül etmiş bir siyasi iktidar ki, toplumun her kesimini kontrol edip, her adımını yönlendirebiliyor.
Zaten homojen olmayan işçi sınıfını, geçmiş iktidarlardan çok daha mükemmel yöntemler kullanarak bölüp parçaladılar. Kendi sendikalarını ve konfederasyonlarını kurdurdular. Sonunda 1 Mayısımıza da sahip çıktılar. Bu yıl ilk kez resmi tatil gününde düzenlenecek mitinglere çok geniş bir katılım olabileceğini öngörmüş olmalılar ki, işçi sınıfının başka başka meydanlara bölünmesini başardılar.
***
Böyle bir ortamda, basın emekçilerinin tek sınıf örgütü, gazetecilerin mesleki haklarının savunucusu, tutuklu ve yargılanan gazetecilerin sesi Türkiye Gazeteciler Sendikası, siyasi iktidarın hedefinde…
Hedefte olan tek o değil ki! Nice sınıf sendikaları, nice demokratik kitle örgütleri var iktidarın saldırısından nasibini alan… Ne gazeteciler onları bilir, ne de onlar gazetecileri… Birbirlerinden dağınık, kendi yaşam kavgalarını kendi başlarına verirler…
Siyasi iktidarın saldırısı öylesine topyekün ki, bu ülkenin aydınları, sanat değerleri; marjinalleştirilmekten, itibarsızlaştırılmaktan bıkıp usanmış, bu topraklardan göçüp gitmeyi yeğler hale gelmiş… Çaresizlik, boyumuzu o kadar aşmış ki, bir sendikanın genel başkanı açlık grevine çıkar olmuş… Ne Fazıl Say onu tanır, ne de o Fazıl Say’ı… İkisi de nasıl bu ruh haline geldiklerini anlatamaz kimselere… Ya da anlamak istemez hiç kimse…
Nice kişiler vardır bu toplumda açlık grevi yapan, göçüp kaçgın olmayı kafaya koyan… Bu toplumun yalnızlaştırılmış insanları bir diğerini tanımaz… Birbirlerinden habersiz, kendi yaşam mücadelelerini kendi başlarına verirler…
Haydi, hiç değilse 1 Mayısta “sınıf dayanışmasıyla” alanlarda birleşip, bütünleşmeyi deneyelim…

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et