27 Nisan 2012

BES mi? Pes doğrusu (1)

Ülke ekonominin sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyüme trendinde gelişme gösterebilmesinin önkoşullarından biri de yurtiçi tasarrufların millî gelire oranı ve büyüklüğüdür. Bu oranın düşük ya da yetersiz olduğu durumlarda ise yurtdışı tasarruflara yani borçlanmaya başvurulur.
Türkiye Ekonomisi’nin önemli handikaplarından bir tanesi, tasarruf oranının düşüklüğüdür. 1980 yılını ülke ekonomisine ilişkin yapısal kırılmaların gerçekleştiği dönemlerden bir tanesinin başlangıç yılı olarak ele aldığımızda, ülkedeki tasarruf oranının yaklaşık olarak yüzde yirmi ilâ yirmi iki civarında seyretmiş olduğunu tespit etmeniz mümkündür. Bu oranın son yıllarda oldukça düştüğü ve şimdilerde yaklaşık olarak yüzde on iki civarında dolaştığı saptanmaktadır. Yine carî açığın azaltılması söyleminden hareket ederek, söz konusu oranın yükseltilmesine yönelik birtakım tartışmaların ve çalışmaların yapılmakta olduğu göze çarpmaktadır. (Burada, tasarrufların yüzde yirmilerden nasıl olur da zaman içinde düşüp, yüzde onlarda seyretmeye başladığı sorusuna cevap vermeyi bir başka yazıda ele almayı saklı tutarak konumuza devam edelim).
Bu amaca yönelik yakın zamanda AKP hükümetinin sözüm ona ekonomi kurmayları bu yönde adım atma girişiminde bulunarak, tasarruf teşvik paketi hazırlamışlar ve kamuoyuna sunmuşlardır. Hazırlanan bu paketten ise çıka çıka BES (Bireysel Emeklilik Sistemi) çıkmıştır. Paketin hazırlanış mantığına göre, sunulan imkânlarla sözüm ona ülkede tasarrufların artması sağlanacak ve dış borçlanma zorunluluğunun giderek azalmasının (mı?) önü açılacaktır. Asıl amaç bu mudur?  Tartışılması gerekir.
İşi şimdilik, bunun böyle olup olmayacağı tartışmasına vardırmadan ve konuya ilişkin olarak öncelikle hareket noktasının doğru olup olmadığına ya da işe, doğru noktadan başlanıp başlanmadığına bakmak en doğru girişim olacaktır.
İktisat derslerinde öğrenciye aktarılan tanım, gelirin tüketilmeyen kısmının tasarruf olduğudur. Aslına bakarsanız, saptırma daha işin başında yani tanımdan başlamaktadır ve ideolojiktir. Böylelikle, burjuva iktisatçılarının bu tanımından hareketle, düşük tasarrufların hâkim olduğu bir ekonomide, çok kolaylıkla toplumun özünü, esasını, nüfusun çoğunluğunu oluşturan emek gücünün baştan müsrif, mütemadiyen tüketen, geleceğin hesabını bugünden yapmayan, har vurup harman savuran bir kitle olarak hedef göstermeniz kolaylaşır. Hedef tahtasına oturtulan ve dolayısıyla da, ekonomideki kötü gidişattan sorumlu tutulan zimnen de olsa geniş emekçi halk kitleleridir.
Önce burada bir durup, soluklanmak gerekir. Mademki gelirin tüketilmeyen kısmı tasarruftur, o halde gelirin tasarruf edilmeyen kısmı da tüketime gider. Buradan çıkan sonuç, tüketimin de gelir temelli gerçekleştirilebildiğidir. Bu gerçekten böyle midir? Yoksa tüketimimizi belirleyen unsur, gelirden ziyade gelir dağılımı mıdır? Zaten bu soruyu sorduğunuzda işler birden karışmaya başlar. İnsanların kafasında şimşeklerin çakmasına vesile olursunuz. Sizi hazzetmezler. Hazzetmek ne kelime, bir anda ‘gommünist’ damgasını yersiniz. Öyle ya, ülkede nifak tohumlarını ekmeye başlayan rejim karşıtı, zengin düşmanı biri olduğunuzu deşifre etmişsinizdir. Zira gelir dağılımı kavramı üzerinden giderseniz, bu defa da başka soruların sorulmasını kaçınılmaz bir biçimde gündeme getirmiş olursunuz. Bu gelirin dağılımı nasıl ve kim tarafından belirlendiğini sorgularsınız. Bu sorulara verilen cevaplar sizleri ne kadar tatmin eder bilmem ama gelir dağılımı kavramı yerine işi sulandırarak gelir kavramı üzerinden konuşanlar açısından işlerin giderek daha karmaşık hale gelmeye başlayacağı ve zorlaşacağı aşikârdır. Geniş emekçi kitlelere ‘biraz boğazınıza sahip olun’ demenin giderek imkânsız hale geleceği de gün gibi ortaya çıkmaya başlar, daha da vahimi bu kitle zaptedilemez ve denetlenemez hale gelebilir.
İşler bu duruma geldiğinde bu ülkede başvurulan yolun ne olduğu da bilinmektedir. Bunlardan ilki, onar yıllık askerî darbe konjonktürleridir. 12 Eylül 1980 darbesi, işin özünü bilen emekçiler tarafından sürdürülen sınıf mücadelesinin önünün uzunca bir süreliğine kesilmesi amacıyla hiç şüphesiz başarıyla kullanılmıştır. İkincisi ise son on yıldır ‘AKPvari’ Müslümanlık yorumuyla sınıf mücadelesinin sürdürülmesinin önünün kesilmeye çalışılması ve bu mücadeleyi var etmenin AKP hükümetine, dolayısıyla da, İslâm inancına karşı çıkmakla eşdeğer tutulmasıdır. Bu yoldaki çabalar ise AKP tarafından azimle sürdürülmektedir. Belirtilen her iki sürecin de ABD’nin Türkiye ve bölge çıkarları çerçevesinde geliştirilmiş olduğunu da göz ardı etmemek gerekir.
Böylesi bir gelişim içinde BES ne ola ki?
TÜM DÜNYA İŞÇİLERİNE-EMEKÇİLERİNE SELÂM OLA.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et