Futbolun adaleti yok mu?..
Süper Final’de Galatasaray ile Fenerbahçe arasında oynanan son derbi, oyun-skor ilişkisi bağlamında beklenmedik biçimde tamamlanınca, “Futbolun adaleti yok”, “Futbol şansı yanımızda değildi”, “Top bizi sevmedi” gibi “mistik” bakış açısı temelli abuk sabuk yorumlar kapladı ortalığı bir kez daha. Kader, kısmet, nasip, uğur, sihir, büyü, totem gibi bilim dışı kavramlarla zaten fena halde içli dışlıyız. Medya da bu kavramları parlatmaya pek meraklı zaten. Bolca kullanıyorlar... “İnönü’nün büyüsü bozuldu”, “Golcü oyuncunun üzerindeki uğursuzluk sürüyor”, “Sihirli dokunuş”, “Totemi bozunca golü yediler” şeklindeki örneklerin sonu yok... Yakında, bir maçın ardından ilkel kabilelere atfedilen, “İlahlar kurban istiyor” lafını da duyarsak hiç şaşırmayalım...
Neyse ki Fatih Terim, “Ben, futbol şansına inanmam” dedi. Onun demesi başkasının demesine benzemiyor tabii. Pek çok taraftarın gözünde Terim’in yeri özel. “İmparator”, futbol şansına inanmıyorsa elbette vardır bir bildiği ve onun dediğini kabul etmek gerekir... Aslında böyle bir laf, tek başına bile insanların bazı ön yargılarını kırabilmeleri ve futbola daha sağlıklı bakabilmeleri açısından önemli... Şans, kader, nasip, kısmet gibi kavramların spor algımızda kapsadığı alan, bilimden ve bilimsel gerçeklerden çok daha geniş yer tutuyor çünkü...
Sanki iyi oyun ile galibiyet arasında asla şaşmaz bir neden-sonuç ilişkisi varmış gibi futboldan adalet bekliyoruz. Evet galibiyet için kuşkusuz iyi oynamak gereklidir ama yeterli değildir. Galibiyet yolunda, iyi oyun kadar hatasız oynamak da büyük önem taşır. Futbol tarihi iyi oynadığı halde yeşil sahadan boynu bükük ayrılan takımların hikayeleriyle doludur.
Kaldı ki iyi oynamak, aynı zamanda sonuca etki edebilecek kadar kritik hatalar yapmamak anlamına gelir. Peki Galatasaray’ın o maçta bu tür hatalar yapmadığı söylenebilir mi?.. Sarı-kırmızılı ekibin yediği goller mercek altına alındığında üst üste yapılan hatalar göze çarpıyor. Sonuçta Galatasaray’ın maçta ezici bir üstünlük kurduğunu (Bu ‘iyi oynadıkları’ şeklinde ifade edilebilir) ancak buna karşılık sahadan en azından 1 puanla ayrılmasına yetecek kadar da hatasız oynamadığını söylemek mümkün...
Ezici üstünlük kurduğun bir maçı kazanamayabilirsin. Ama bu denli üstün oynadığın bir maçı kaybediyorsan ortada bütün yapılan iyi şeyleri gölgede bırakacak kadar vahim hatalar var demektir. Oyundaki üstünlüğünü rakibine kabul ettiren bir takım en kötü ihtimalle maçtan beraberlikle ayrılmayı başarabilmeli. İyi oynuyorsun, rakibin üzerinde büyük bir baskı kurup onu kendi yarı alanına hapsediyorsun. Gol pozisyonuna giriyorsun. Vuruyorsun kaleci kurtarıyor, vuruyorsun çerçeveyi tutturamıyorsun... Tamam hepsi güzel de bütün bunlar kalene topu topu 4 kez gelen rakibinden 2 gol yemeni açıklamaz ki... Oyunun hakimiyetini elinde tutmak, savunma önlemlerinin ihmal edilmesini gerektirmez. İhmal edersen, mutlak 3 puan hedeflediğin bir maçtan işte böyle 1 puan bile çıkaramazsın...
Böyle bakarsak elbette futbolun adaleti olduğunu söyleyebiliriz. Skora etki edecek kadar büyük hakem hataları ya da futbol dışı koşullar dışında, yeşil sahada herkes yaptıklarının ya da yap(a)madıklarının karşılığını alır...
BİR KARDEŞLİK TABLOSU
Aslında bu maçla ilgili olarak üzerinde en çok durulması gereken konu, Elmander ile Bekir’in maç sırasında sergilediği dostluk, kardeşlik tablosuydu. Ama tabii gerilimden beslenen ve ikiyüzlülüğün hüküm sürdüğü spor kültüründe böyle bir tablonun gündemin ön sıralarına taşınmasına izin verilmez.
Elmander ile Bekir, yüksek gerilimli bir maçta bile sporcuların yüzleri gülerek ve birbirlerine saygıyı hiç eksik etmeden kora kor mücadele edebileceğini gösterdiler. Yarattıkları tabloda, insani değer kaygısı ön plandaydı. Fair-play, sportmenlik, centilmenlik laflarının havada uçuştuğu spor ortamında nedense hiç kimsenin aklına onları örnek göstermek gelmedi.
Ne de olsa spor iklimimizde barış, dostluk, kardeşlik gibi söylemlerin pratiğe dökülmesi pek hoş karşılanmazdı. Bu kavramlar sadece lafta kalmalı, kazanmak için yaratılan dehşet atmosferinin yumuşamasına ya da gevşemesine kesinlikle yol açmamalıydı. Başka bir deyişle, barış, dostluk, kardeşlik söylemlerinin, bazı kişilerin farklı görünmesini sağlamak dışında bir işlevi yoktu. Bu tür söylemlere ayrıca, çirkinliklerin kamufle edilmesi ve unutturulması yolunda süs olarak da ihtiyaç duyuluyordu.
KERAMET ARAYIŞI
Maçın skorunu açıklamaya yönelik olarak yapılan yorumlar, salt “futbolun adaletsizliği” ya da “futbol şansı” gibi derin saptamalardan(!) ibaret değildi. Ortaya çıkan skoru, Aykut Kocaman’ın yaptığı hamlelerle (oyuncu değişiklikleriyle) ilintilendirmeye çalışanlar da oldu. Utanmasalar ikinci gole giden rotayı Aykut Kocaman’ın belirlediğini iddia edecekler. Bütün yorumlar skor odaklı yapıldığı için haliyle mecburen keramet arayışına girişiyorlar.
Oysa özellikle Stoch’un attığı golde Fenerbahçeli oyuncuların gayreti kadar Galatasaraylı futbolcuların ihmalkarlığı da söz konusuydu. Volkan’dan gelen topu Özer kafa ile ileriye aktarırken, Galatasaray’ın o bölgedeki Savunma Oyuncusu Eboue, Özer’den 10 metre kadar geride duruyordu. Oysa Eboue’nin o topa Özer ile birlikte yükselmesi gerekiyordu. Kendisi vuramasa bile en azından Özer’i bozmak ya da rahatsız etmek için. Özer’in indirdiği topa dokunan Bienvenu bir anda Stoch’u Muslera ile karşı karşıya bırakan asiste imza attı. Burada da Galatasaray’ın Savunma Oyuncusu Semih, Bienvenu’ye ters taraftan müdahale etme yanlışlığına düşmüş, dahası müdahaleyi bile doğru dürüst yapamadan yere kapaklanmıştı. Bienvenu’nun zor durumda ayağının ucuyla dokunduğu top Galatasaray savunmasında kademe yapabilecek son oyuncu olan Ujfalusi’yi tamamen devre dışı bırakacak kadar mükemmel bir asist olmuştu. Yani ihmaller, hatalar ve gerçekleşmesi zor görünen olasılıklar zinciri bir araya gelince Fenerbahçe’nin ikinci golüne giden yol açılmıştı.
GÖKHAN’DAN İNCİLER!
Fenerbahçe’nin Savunma Oyuncusu Gökhan Gönül’ün maç sonrasında yaptığı, “Biz Arena’ya iyi oynamaya, şov yapmaya değil, kazanmaya gittik” şeklindeki müthiş değerlendirmesi(!) de göz ardı edilmemeli. Fenerbahçeli futbolcular demek iyi oynamadan maçı kazanabileceklerine öylesine inanmışlar ki, iyi oynamak gibi bir hedef belirleme ihtiyacı bile duymamışlar!.. Sergilenen kötü oyuna karşın elde edilen böyle bir galibiyet ancak bu şekilde açıklanabilirdi zaten. Milli takım düzeyindeki bir futbolcudan böylesine aydınlatıcı(!) ve bilgilendirici(!) bir açıklama duymak ne hoş... “Hedefimiz, çok kötü oynayarak şampiyon olmak” ifadesini ne zaman duyacağımızı merakla bekliyoruz şimdi.
Gökhan Gönül bir başka açıklamasında ise Galatasaraylı taraftarların maç öncesindeki gösterisinin kendilerini tahrik edip hırslandırdığını ve galip gelmelerinde rol oynadığını söyledi. Tabii galip gelinen bir maçın ardından böyle atıp tutmak kolay. Maçı izleyenler sahada neler olup bittiğini kavrayamayacak kadar alık mı?.. Bu nasıl bir hırslanmakmış böyle ki yarı sahayı bile zor geçtiler, bir korner dahi atamadan maçı tamamladılar. Allah’tan tahrik olup hırslanmışlar yani. Bir de öyle bir gösteriye tanık olmasalardı acaba nasıl bir oyun sergileyeceklerdi, merak etmemek elde değil... Herhalde kendi ceza sahalarından çıkmayacaklardı...
TARAFTARA ÖVGÜ!
Bu arada maçta en ufak bir olay çıkmadığını söyleyip taraftarlara övgü düzenler, PFDK’nin taraftarların neden olduğu saha olayları nedeniyle Galatasaray’a 5 bin lira ceza kesmesine nasıl bir açıklama getirecekler?.. Herhalde, “O kadar kusur kadı kızında da olur” yaklaşımıyla olayları sıfırlamanın imkansızlığından dem vuracaklar. Çirkinliklere alışma, çirkinlikleri kanıksama hali çirkinliklerin kendisinden daha ürpertici değil mi?..
Galatasaraylı taraftarların TT Arena’da görece sakin kalmasının nedeni, maçın son düdüğüne kadar takımlarının gol atabileceğine duydukları inanç (Gerçekten de maç böyle bir inancı son saniyeye kadar diri tutacak şekilde seyretti) ve yine takımlarının maç boyunca rakibi üzerinde kurduğu ezici baskıdan kaynaklanan zihinsel tatmin duygusuydu... Son anlara dek süren baskı o kadar heyecan ve ileriki maçlar da dahil olmak üzere- o denli umut vericiydi ki, yenildiklerinin farkına ancak maç bitince vardı taraftarlar. O andan sonra ise rakibini adeta sahadan silen takımlarının ortaya koyduğu çabayı, emeği alkışlamaktan başka yapacakları bir şey yoktu. Tabii bu yenilgiye karşın 2 puan farkla liderliği sürdürmek de skorun olgunlukla sindirilmesindeki diğer bir etkendi. Söz gelimi böyle bir yenilgiyle şampiyonluk kaçsaydı, taraftarlar yine bu kadar sakin kalırlar mıydı?.. Herhalde hiç kimse bu soruya “Evet kalırlardı” yanıtını vermez.
Evrensel'i Takip Et