28 Nisan 2012

Hâlâ şıp şıp toprağa damlıyor kanı...

DİĞER YAZILARI
Yüzümüzün karası 16 Ağustos 2014
İnsan sevmek 12 Temmuz 2014
Kavel\'de miyiz hâlâ? 28 Haziran 2014
Camın sırrı 21 Haziran 2014
Yasak bölge 14 Haziran 2014
Organik O.C 31 Mayıs 2014
Bir nefes... 24 Mayıs 2014
Soma\'nın iyi insanı 15 Mayıs 2014
YAZI ARŞİVİ

1950’lerin “dedikodulu ucuz siyaset” günlerine hoşgeldiniz efendim... “Komünistler çocuklarınızı elinizden alacak”lı, “şapka masalları” ile dolu geyikler; tek parti dönemi CHP’si üzerinden sürüyor.
Bir “camiler ahır” oldu geyiğidir gidiyor. Başbakan Erdoğan, 1930’lardan kalma bir Cumhuriyet kupürü gösterdi; peşine sıra sıra açıklamalar... Bir kısım ulusal basın atladı hemen; “Biz yapmadık, siz yaptınız” diye basıverdiler Irak’tan işgal altındaki cami fotoğraflarını...
Türban üzerinden yürütülen “kirli” siyaset, bir dönem “miğfer ve süngü” olan camiler üzerinden kendini yeniliyor. Cumhuriyeti kuranları ve onların devamı olan askeri “laik” sanma ya da gösterme hastalığının devamı, iki tarafta da sürgit devam...
1925 sayılı “Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Hakkında Kanun”un, camileri İslam’ın tek ibadethanesi saymak gibi bir “sünni yorumu” resmi görüş haline getirdiğini unutalım o zaman... Diyanet’in kurulmasını ve “sünni İslam”ın devlet eliyle yaygınlaştırılmasını da... Yasanın, en çok Alevilerin ibadethane ve dergahlarını vurduğunu, tümünün kapatıldığını ve “Aleviliğin resmi olarak yok sayıldığı”nı da görmezden gelelim...
Hatta, bugün Erdoğan’ın “gözbebeği” olan imam hatiplerin Milli Şef İnönü döneminde açılmaya başlandığını da es geçelim... “Camiler ahır yapılmış”... Ben kefilim, yapmaz efendim bu cumhuriyeti kuranlar öyle şey... 90 yıllık tarihleri boyunca yaptıkları bunun en açık kanıtı... Ara ara çatıştıkları olmuştur kuşkusuz... Ama özü “Türk ve Sünni İslam”dır bu devletin... Gayrısı “yaban”dır, “el”dir, “ecnebi”dir, hatta yoktur! Hâlâ da yoktur! “Seçmeli” diye üç din dersinden birini “seçme”yi zorunlu kılan kafa yeni değildir bu ülkede. İşte o yüzden camiler ahır olmaz. Kiliseler olur, Alevi dergahları olur, okullar olur, ama cami ahır olmaz...
Evet sıklıkla “referans verildiği” üzere karşımızda 1950 model bir siyaset var. 1950 model siyasetin 2000’de “yeniden yüklenen” Yeni Dünya Düzeni versiyonu bu. Ama yöntem aynı, üslup aynı, çirkinlik aynı...
Bakmayın, 60 yıldır “Ah o tek partili yıllar” diye ağlamalarına; dönüp dönüp CHP diye sızlamalarına... Toprak ağası Adnan Menderes 1931’de CHP milletvekilidir; 1945’te ihraç edilene kadar da CHP’lidir... Hani CHP’nin “camileri ahır yaptığı” yıllarda! Celal Bayar da öyle... Meclisi Mebusan’dan beri 1943’e kadar her daim CHP milletvekilidir Celal Bayar. 1936’da “cami ahır yapılırken” İktisat Bakanı, hemen ertesi yıl da Başbakandır... Ki, 1937-39 arası Başbakan olması, Erdoğan’ın pek sevdiği Celal Bayar’ı Dersim Katliamı’nın da baş siyasi sorumlularından yapmaz mı?  
Varın CHP’nin Atatürk ya da “milli şef” dönemindeki diğer “muhazafakar demokrat” isimleri ve “milli şef” icraatlarına katkılarını da siz bulun...
Kimi kandırıyorsunuz 1950 model propagandayla? Söz konusu olan Türkiye halklarının özlemleri, talepleri olunca, “aynı maddenin farklı tonları”ndan öte bir anlamı var mı farklılıklarınız? Osmanlı’nın son döneminden beri “aynı ulvi davalar”ın peşinde, nüanslarla aynı politikaları izlediğinizin farkında değil mu bu halk?
Bırakın “cami, ahır” dedikodularını Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Aleviler, topraksız köylüler, yoksullar... Hangisinin özlemlerine dair “farklı tek bir adım” atabildiniz? 1920’den beri Karadeniz’in dalgaları sularının bağrında yatmakta TKP Genel Sekreteri Mustafa Suphi ve 15 yoldaşı... Sabahattin Ali devlet eliyle katledildiğinde “hangi”niz işbaşındaydı? Ya aradaki 30 yıl boyunca öldürülenler, hapse atılanlar... Nâzım ustaya 45 yıl hapis veren hanginiz? 1920 ile bugün arasında geçen yıllar, kaç komünistin, sosyalistin canına mal oldunuz sırayla?
Geçin efendim bunları bir kalemde... Ha İstiklal Mahkemeleriniz, ha Tahkikat Komisyonlarınız, ha DGM’leriniz, ha özel yetkili mahkemeleriniz... Hepsi “hukuk sistemi”nin içindeki “doğal sonuçlar” değil mi? Kimdir siyaseten sorumlusu?
AKP’nin siyaset önceli saydığı Demokrat Partinin son cinayetidir Turan Emeksiz, hatırladınız mı? İstanbul Üniversitesi öğrencisi pırıl pırıl bir genç... Tüm yetkileri tek elde toplayan Tahkikat Komisyonu Yasası’nı protesto eden öğrencilerden biri... Yıl 1960; aylardan nisan... 28 Nisan... Yasak olduğu halde üniversite bahçesine giren, öğrencilere saldıran, öğrencilere destek veren İÜ Rektörü’nü ve bazı öğretim üyelerini yaralayan polis ateş açmaktan da çekinmez. Ve 20 yaşında devrimci bir genç, Turan Emeksiz ölür. Budur Demokrat Partinin “ileri demokrasi”si... Tanıdık geldi mi?
Camileri “miğfer ve ahır” polemiklerine meze yapacağınıza, Turan Emeksiz’in ve kanı toprağa düşmüş binlerce, on binlerce gencin hesabını verin...
Yüzleşin!
Çünkü, Nâzım Hikmet’in dediği gibi, Beyazıt Meydanı’nda hâlâ “Bir ölü yatıyor” ve “Toprağa şıp şıp damlıyor kanı”... “Bir ölü yatıyor / ondokuz yaşında bir delikanlı / gündüzleri güneşte / geceleri yıldızların altında / İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda... / Bir ölü yatıyor / ders kitabı bir elinde / bir elinde başlamadan biten rüyası / bin dokuz yüz altmış yılı Nisanında / İstanbul’da / Beyazıt Meydanı’nda...”
Enver Gökçe’nin Ahmet Kaya tarafından bestelenen o eşsiz şiirini de unutmayalım; “Başı daralınca Yılmaz’ın (*) / Baktı atacak taşı yoktu / Baktı eli durmuş, ayağı durmuştu / Vurulmuştu. / Çıkardı yüreğini kan içinde / Çarptı kötünün kafasına / Hay bu nasıl devran? / 28 Nisandı / Yavri / Hey! / Ham / Meyveyi / Kopardılar / Dalından.”...

* Enver Gökçe bu şiirde,  Turan Emeksiz’i annesinin Yılmaz diye çağırdığını söyler.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et