Güngör Ağabey
Biraz geciken bir yazı bu… Salı günkü Palmiyealtı’nı cumartesi veriyorum, Evrensel’in İzmir bürosuna…
O gün Güngör Ağabey aramızdaydı. Hatta eşi Nur Hanım’la günlük telefon görüşmemizde, durumunun iyiye gittiğini öğrenmiştim, bir kez daha. İçim pırpır etmişti yine… Güngör Ağabey öylesine sağlık badireleri atlatmıştı ki, son zamanlarda neredeyse herkesi (Nesrin de dahil) götüren akciğer ya da solunum yetmezliğini mi yenemeyecekti?
Ortak dostumuz Çağlar Mirik ise tatsız şeyler söylüyordu. Ama gençtir yaşama belki “Eksi” yönünden bakar diye, önemsemiyordum pek. Pazar sabahı (20 Nisan 2012) telefonlaştığımızda ilk sözüm “Kötü haber, değil mi?” oldu. Tek sözcüktü yanıt: “Evet.”
Bir süre sonra, bir başka ortak dostumuz Osman Bozkurt aradı. O da Güngör Ağabey’in artık aramızda olmadığını söyledi.
Biraz “Kuralcı” oluşum nedeniyle işyerimden acilen izin alamamam ve bir de, üstüne üstlük hastalık yüzünden gidemedim cenaze törenine. Hem bir eziklik, hem de utanç duyuyorum.
Aslında pek cenaze törenlerine katılmam. Çünkü o gün her şey vardır, sonra yıllar geçtikçe her şey unutulur…
Sayılıdır katıldığım törenler. Benim “Kutsal Ölü”m Nesrin, annem, üvey babam ve kayınpederiminkiler dışında Ruhi Su, Lütfü Erişçi, Abidin Nesimi, Abdi İpekçi ve Çetin Emeç’in “Sonsuzluğa Göç Töreni”ne katılmıştım. Nedenleri vardı, katılmayışımın. Hadi söyleyeyim: A.İpekçi ve Ç. Emeç’in cenaze törenlerinden birinde bir grup kodaman, karşılaştıklarında, “Şükür görüştürene,” demişlerdi birbirlerine. Ötekisinde de, yine takım elbiseli birileri kendi aralarında konuşuyorlardı, “Benim şu gün senedim var, nasıl ödeyeceğimi kara kara düşünüyorum,” gibilerden… Neyse…
Güngör Ağabey’i en anlamlı, en güzel biçimde Sevgili Sennur Sezer (23 Nisan 2012, Evrensel) anlattığı için ben, ağabeyimin edebiyatçılığı, yazarlığı, şairliği, dergiciliği, yayıncılığı, örgütçülüğü ve siyasi kişiliği, ağırlığı üzerinde durmayacağım. Birkaç satırla “Dostum, Ağabeyim, İnsan Güngör Gençay”ı anlatmaya çalışacağım…
İzmir’e göç etmeden önce, yani İstanbul’dayken sık sık giderdim Güngör Ağabey’in yayınevine. Cağaloğlu’dan çıkar, yürüyerek Kuledibi’ye varırdım. Yayınevinde öylesine değerli kişilerle bir araya gelmiştim. Yalnız kaldığımızda da hemen her konu üzerinde kaynatırdık. O, rakısını içerdi, ben de biramı…
Bir bahar günü, Kadıköy’de buluştuk. Birkaç otobüs dolusu emekçiyle birlikte Sapanca Gölü’nün kıyısına gittik. Çeşitli konuşmalar, eğlenceler ve yemek… Güngör Ağabey, o çizgisi hiç değişmeyen güleç yüzüyle, konuşmalarıyla tüm emekçilerin ilgi odağı olmuştu… İstanbul’a dönerken, otobüste sanırım, Mitka Gribçeva’nın Vitoşa doruklarındaki işçi toplantılarından söz etmiş, “Bizimki de ona benzedi, değil mi?” demişti…
Şu son yıllarda, her İzmir’den İstanbul’a gelişimde her gün, sabah önce Galata Kulesi’nin dibindeki dükkanına uğrardım. Öğlenleyin Nur Hanım gelirdi. Güngör Ağabey nöbeti devreder, arkasından da yayınevine çıkardık. Bazen sabahları şöyle bir uğrayıp, çıkardım, işlerimi yapmak için. Tabii öğleden sonra yine yanındaydım. Sonra, akşamüzeri kızımın bir alt sokaktaki evine giderdim. Tatarbeyi Sokak’ta oturuyordu, Yağmur. Güngör Ağabey’in yayınevinin arka balkonundan onun evi görünüyordu, bu kadar yakındı yani.
Bir kez tartışır gibi olduk. Ben, “Unutuluyor ölülerimiz,” demiş ve örnekler vermiştim. “Öldükleri gün ve ertesinde ah’lar, vah’lar, sonra, hele birkaç yıl geçince anılmıyorlar bile,” demiş, örnekler vermiştim. C. O. Tütengil, Z. Anadol, H. İ. Dinamo, N. Tarancı ve başkalarının adları. Güngör Ağabey, “Hop hop,” demişti, “Dinamo’yu listenden çıkar. Onu biz bu küçük yerimizde arkadaşlarla andık.”
Bir kez de yayınevindeki “Düzenli düzen”ini kıskandığımı söylemiştim. Örneğin çok düzgün bir kitaplığı vardı. İstediği kitabı, dergiyi ya da herhangi bir notu anında buluyordu. Benim gibi derbeder değildi. “Benim vaktim var da, ondan,” demişti. “Sen işçisin, bu yaşında bile hâlâ çalışıyorsun. Onun için hiç kıskanma…”
Bir düşüncesi vardı Güngör Ağabey’in, “Vasiyet” gibi. Kitaplığının ve yayınevinde yayınlanan kitapların tamamını Ortaca Belediyesi’nin yaptırdığı binanın inşaatı bitince, açılacak olan “Güngör Gençay Kitaplığı”na vermekti. Son görüşmemizde, “Her an binanın tamamlandığıyla ilgili bir haber bekliyorum, Ortaca Belediyesi’nden,” demişti…
Tanrı’ya notla bitiriyorum yazımı: “Tanrı’m, yeter artık. 3.5 ay arayla önce ‘Yoldaşım Nesrin’i, sonra da ‘Işığım Güngör Ağabey’imi aldın. N’olur mola ver…”
Evrensel'i Takip Et