Bir bebeğin gözlerinde sosyalizmi görmek
Bizim bir an önce devrim yapmamız lazım.
- Orası öyle de, neden?
- Hastaneler...
Ciddi bir rahatsızlık nedeniyle yolu hastaneye düşmüş bir dostumuza ait bu söz... Cümlenin devamını siz istediğiniz gibi getirin. Elbette, kendi yaşadıkları için değil bu söz... Gördükleri için... Hissettikleri için... Özellikle de çocuklar için...
İnsan canına, çocukların canına kastedilen şu günlerde, “ilaç” gibi geldi bu söz. Sağdan sağdan geliyorlar çünkü... Sürekli geliyorlar. Ne sevinç, ne neşe, hatta ne de hüzün... Geride hiçbir insani kırıntı, küçücük “umut zerresi” bırakmamak üzere geliyorlar. İnsan olanın gördüğü, duyduğu, dokunduğu, hissettiği her olay, aynı doğru yolu gösteriyor bize.
Kim ne derse desin; tek başına tarihten, kitaplardan, gelenekten, anne babadan, arkadaştan öğrenilebilen bir şey değil sosyalizm. Evet, hepsi var içinde belki; ama önce hayatın içinde... Yaşadığımız her şeyde... Okulda dağıtılan bozuk sütte, kapatılmak istenen tiyatrolarda, saçından sürüklenen üniversiteli genç kadında, yok sayılan Kürt’te; cezaevindeki çocukta gençte, iş cinayetine kurban giden işçide, açlıkta, yoksullukta... İşsizlikte... Emeğinin üzerinde bir “emperyal dünya” hayali kurulurken, kendisi yoksunluğun göbeğinde ekmek kavgası veren işçide... “Hiç süt içmediklerinden...” diye başlayan açıklamalarda hatta... “Siz de kimsiniz?” diye kalkan parmakta... Renkli gazetelerden yayılan kara propagandada...
Karabasan gibi üzerimize çöken bu “burjuva iktidar”ın attığı her adımda; neden olduğu her acıda, “sosyalizm”i görmek mümkün. Bir ihtiyaç olarak sosyalizmi de; bir “ihtimal” olarak sosyalizmi de... Onlar için “bir felaket” olarak sosyalizmi de... Ve anlamak olanı biteni... Mümkün!
Dün bu ihtiyacı da, umudu da gören kardeşlerimizi anıyoruz bugün. Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i... “En uzun koşu”nun ilk yüz metre koşucularını... Aydın Çubukçu’nun Hayat Televizyonu’nda bu akşam yayınlanacak belgeselinin adındaki gibi, “Fırtına’nın Çocukları”nı... “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum! Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Bizler halkımızın hizmetindeyiz! Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz” diyen Yusuf’un sesiyle hatırlıyoruz onları...
En saf gerçekleri bile “çarpıtarak” karalamak istiyorlar. İstiyorlar ki; “sosyalizm” deyince, akla, “geride kalmış bir ihtimal” gelsin... İktidarı “eline yüzüne bulaştırmış bir cahil sınıf iktidarı” sanılsın sosyalizm... Mücadele ederken bile, “her türlü kire bulaşmış” saysınlar onları... Taraf’ın bunca çırpınışı bu yüzden... 1977 1 Mayısı’nı “kendi kendilerini öldürdüler” minvalinde asparagaslarla yeniden gündeme getirmeleri de bu yüzden...
Sağdan, “sol”dan habababam sosyalizme, sosyalizm mücadelesinin önemli isimlerine “kendilerince” saydırmaları da... Kendi “darbeci”liklerini Denizlerle aklamaya çalışanlar da; kendi ikiyüzlülüklerini Denizleri “darbeci” ilan ederek gizlemek isteyenler de aynı yolun yolcusu... Ya akıllarına her geldiğinde “Stalin...” diye başlayan sövgüler dizmeleri...
Biz, iki gün sora, yani 8 Mayısta, büyük zaferi bir kez daha hatırlayacağız. Kapitalizmin kara kitabının en kanlı sayfasının bittiği günü.... Dünyaya milyonlarca ölüm ve zulümden başka hiçbir şey veremeyen bu yıkılası sistemin yarattığı “faşist ordular”ı durdurabilmek için; dünyayı özgür kılabilmek için nasıl ölümüne bir savaş verildiğini... 20 milyondan fazla Sovyet yurttaşının; Avrupa’nın dört bir yanında farklı halklardan milyonlarca partizanın, insanlığın özgür geleceği için canlarını nasıl verdiğini minnettarlıkla hatırlayacağız bir kez daha...
Özgürlük için ödenen onca bedelin üzeri örtülsün, özgürlük deyince akla “sosyalizm” gelmesin diye, bütün bu çırpınışları.
Sosyalizmi ve sosyalistleri “kriminal” bir olguymuş gibi; “suç ile bezeli bir tarih”miş gibi habire dillerine pelesenk etmelerinin ardında, işte o dostumuzun gördüğü var aslında: “Bir an önce...” Tüm çabaları, insanlığın “bir an önce”li gerçeği fark etmesin diye... İnsan olarak hayatta kalabilmenin başka yolu yok çünkü...
İnsanı uzaya çıkarmayı başaran sosyalizmin, her küçük çocuğa her gün süt verebilme başarısını da unutmuyoruz biz. “Sosyalizm insanlığa i-phone verememiştir, bu yüzden yıkılmıştır” gibi abuk subuk cümleler kuranların, “geçici süreyle bile sütü dağıtamadığı” gerçeğidir, sosyalizmi zorunlu kılan. Eğitimin, sağlığın, her türlü kamu hizmetinin “ücretsiz” ve halk için olabileceği ihtimalidir...
“Devletin tiyatrosu olmaz” diyenlere; önce “Kimin devleti?” diye sormayı da hatırlamamız lazım artık. Sanatın insan için “süt” kadar ihtiyaç olduğunu bilen sistemdir sosyalizm. Soru sormanın erdemine inanan bir sistem...
Bugün, “süt içmemiş çocukların” sayısı artıyorsa; eğitimsizliğe mahkum bırakılıyorsa geleceğimiz; hurafenin kıskacında yetişiyorsa yeni kuşaklar... Durup düşünmeli! Çocuk gelinler için liselerde “süt odaları”nı tartışıyorlar, hiç utanmadan!
Ne bir hastanede küçücük çocuğun gözlerine bakıp sosyalizmi görmek abes; ne de küçücük bir süt şişesinde geleceği anlamak...
“Bir an önce” diye yola çıkan kardeşlerimizin, 40 yıl önce idama giderken söyledikleri her şey bugün de aklımızda. Nasıl unutalım!
Sadık Aytekin’in kaleminden “ayazda ufka doğru” bakanların şiiri de aklımızda; “daha gidilecek yollardayız yani, daha gidilecek yollara yeni çıktık / öylesine ümitle, öylesine ateşler içinde, ufka doğru!”...
Evrensel'i Takip Et