Dil sürçme yutturması
Sayın Başbakan bir hafta içinde üç kere “yutturma” tepkisi verdi…
1) “Standart&Poors bir açıklama yaptı. Ben bunu çok garipsedim. Neden derseniz, pozitifte olan Türkiye durağana indi. Böyle saçmalık olur mu? Tamamen ideolojik bir yaklaşım… Bunu kimse yutmaz. Bunu sen Tayyip Erdoğan’a YUTTURAMAZSIN.” (3 Mayıs 2012)
2) “Sarkozy geldikten sonra bizler gibi ülkelerin liderler zirvesine katılmasını Merkel ile beraber engellediler ve ondan sonra biz o toplantılara katılamaz olduk. Biz bunu da yine YUTTUK…” (7 Mayıs 2012, Slovenya ziyareti)
3) “Suriye’de seçim yapıldı ama buna demokratik parlamenter bir sisteme inanmış bir ülke olarak inanmamız mümkün değil. Seçimlerle ilgili gözlemci yok. Bu artık YUTULMAZ. Bu otokratik yapılar artık dünyada geçerli değil. Halk bunu sorguluyor....” (9 Mayıs 2012, İtalya ziyareti)
***
“Akıl küpü” sütlerinin yol açtığı “alerjik tepkime” sonucu meydana gelen bu yoğun yutkunma eylemi sırasında tabii dili dolandı…
Aklından geçen “tek din” lafını tam yutacakken ağzından kaçırıverdi…
Etrafındakiler telaşla koşuşturdular, toparlamaya çalıştılar: “Dili sürçtü…”
Ama nafile…
Laf ağızdan çıktı bir kere…
Çabalar yetmeyince, bu kez kendisi ağzından çıkan lafı tekrar yutmayı denedi:
“Tek vatan yerine, tek din demiş oldum… Bu tamamen dil sürçmesi…” (8 Mayıs 2012, İtalya dönüşü, Ankara)
***
Şimdi hep birlikte deneyelim, “vatan” derken, ağzımızı bükelim, dilimizi dolandıralım, dişlerimizi gıcırdatalım; “din” halinde çıkıyor mu dudaklarımızın arasından?
Zihinden dökülmedikçe dilin sürçmesinin ne zor olduğunu üç kere yutkunduktan sonra anlıyoruz…
“Vatan”ı “satan”, “batıran”, “soyan”, “talan” eden, yan gelip “yatan” olarak söylemiş olsaydınız, dil sürçmesi denebilirdi belki…
Hatta “dil” diyecekken “din” demiş olsaydınız, dil sürçmesi savunması daha da inandırıcı olurdu...
Hâlbuki konuşmanın aslı şöyle: “4 tane kırmızı çizgimizin olduğunu söyledim. Bir, ‘tek millet’ dedik. İki, ‘tek bayrak’ dedik. Üçüncüsü tek dindir… Dil değil, din din! Bunu söyledik.” (5 Mayıs 2012, Adana)
Yuttuk mu şimdi!
***
Cezaevlerindeki gazetecilere “terörist” derken hiç kimse telaşlanmamıştı…
“Sayın Başbakan öyle demek istemedi, dili sürçtü, aslında fikir suçlarından içerdeler diyecekti…” diyemediler…
Boğaz dokuz boğumdur…
10 yıllık totaliter rejim altında toplumu, devlet organlarını, dernekleri, sendikaları “dizayn etmek” maksadıyla düşünmeden, yutkunmadan sarf edilen bunca laf üst üste yığılıp “dalgalara” dönüşünce, “ülkeyi de boğmaya” başladı…
Tam da bu noktada, Başbakanı rahatsız eden “dalgaların” boyu 28 Şubat sürecini aşıp, öncesindeki “hizbulkontra” cinayetlerine mi dayandı acaba?
Hani hocalarının, Mecliste karşılıklı olarak verilen yolsuzluk önergelerinin reddedilmesi için kendileriyle birlikte hareket edenleri ve koalisyon kuranları “sütten çıkmış kaşık gibi ak” ilan ettiği dönemler…
***
Başbakanın kendisine ders niteliğindeki sözlerini anımsatarak bitirelim:
“Nice Firavun, nice Nemrut, nice Haman, nice diktatörler yaptıkları zulmün bedelini ödeyerek arkalarında tarih boyunca silinmeyecek kara bir leke bırakarak bu dünyadan göç ettiler.” (6 Mayıs 2012, Kilis Öncüpınar)
Evrensel'i Takip Et