Ağır
Fotoğraf: Envato
Geçen ay İstanbul Film Festivali’nde gösterilen bir Yunanistan filmi vardı; adı L. Arabasında yaşayan, takıntılı, bal nakliyesi işi yapan bir şoförün tuhaf hayatından bir şeyler anlatıyordu. Son dönem Yunanistan sinemasının “normal” olmayan hikayelere düşkünlüğünün öne çıkan örneklerinden biriydi, kısaca. Arabasına çok bağlı olan adam, işten atıldıktan sonra başka araçlara ilgi duymaya başlıyor, önce bir kazada tanıştığı motorcuların arasına katılıyordu. Kaza geçiren motorcunun başına toplanmış arkadaşları, “Bütün arabalar katil” nutkuyla, hiç beklenmez ama, bu adamı etkilemişlerdi. Gerçi, o sevdası da çok sürmeyecek, kısa süre sonra başka araçlara şarkılar söylemeye başlayacaktı.
Festivalin hemen ertesi günü Seyfi Teoman’ın geçirdiği kaza, ister istemez izleyenlerin aklına bu filmi getirdi. O herhalde izlememişti ama akşam hastanede, izleyenler olarak dilimizin ucuna gelse de “Bütün arabalar katil” deyip susuyor, uzatamıyor, sinemanın kehanetini birbirimize hatırlatamıyorduk. Ümidimiz vardı çünkü, Seyfi’nin kalkacağından. Daha dün yapımcılığını yaptığı filmin son gösteriminde konuşmuştu, önceki gün ödül almıştı, festival boyunca sohbetler etmiştik. Ölümü aklına getirmeyi kendine yakıştıramıyordu kimse. İki filminde de trafik kazasının merkezde durmasını, kazadan ve ölümlerden sonra yaşananların anlatılmasını hatırlamamaya çalışmamız gibi. Bazı insanların sinema konuşmadan durması zor. Durumu açıkladığından ya da söyleyeni rahatlattığından değil her zaman, filmlerle konuşmak kimileri için sadece iflah olmaz bir alışkanlık işte. Bazılarının konuşması zor, ama bazı hayatların her anını sinema olmadan düşünmek zor. Seyfi Teoman gibi.
Hızlı hızlı konuşarak heyecanını paylaşmayı bilmesi, onun en zor unutulacak yanı herhalde. Gidenler için söylenebilecek en güzel şey de, hala bizimle olduğunu bildiğimiz halleri. Emin Alper’in Boğaziçi Üniversitesindeki anmada söylediği gibi, o toprağa verildikten sonra herkes kendi Seyfi’sini alıp gidecek. Sinema yolculuğuna birlikte çıkmışlardı, en son Tepenin Ardı’nda birlikte çalışmışlar, Emin yönetmen, Seyfi yapımcı olmuştu. Filmin ödülünü de sakin bir güvenle sıkıca tutmuştu, hepimizin gözü önünde. Emin’in “Yoldaşım olmadan sinema yapamam” sözü bu yüzden bir kaybın ardından hissedilen çaresizliğin ifadesi değil, bundan sonra onun yazdığı, yaptığı her filmde Seyfi’den bir parça olacağının ilanı.
Matematik hesabıyla kısa bir ömürdü belki Seyfi’ninki, yapacak daha çok şeyi vardı, orası öyle. İyilerin genç ölmesinin talihsiz bir gelenek olduğu bir memlekette, kalanların gidenleri uzun süre yaşatmayı üstlendiği bir çağda yaşıyoruz. Onun gitmeden herkese alabileceği çok şey bırakmış olduğunu bilmek, en büyük teselli. İzleyiciler için filmleri, Tatil Kitabı ve Bizim Büyük Çaresizliğimiz, dostları için heyecanı, meslektaşları için sinemaya bakışı, hep buralarda olacak.
Şenay Aydemir, Radikal’de Seyfi’nin “Farkında olmak ağır bir cezadır” lafını anıp, arkasında kalanlar için tekrarlamıştı. Ölümün giden için hiçlik olduğunu, ama acısının, yokluğunun, yoksunluğunun, kalanların büyük çaresizliği olduğunu hatırlatmak da ona düşmüş oldu böylece. Onun coşkusunun, sinema aşkının, çalışkanlığının, yardımseverliğinin farkında olup yaşatmaya çalışmak olsa en ağır cezamız, keşke.
- Androidler üç boyutta ne düşler? 06 Ekim 2017 01:00
- Yedi kişilik oyun 01 Eylül 2017 01:00
- Erkeklere gününü gösteren pehlivan 18 Ağustos 2017 01:02
- Etkili ama bilinmeyen bilim kurgu 28 Temmuz 2017 00:15
- Zombilere karşı iki tutum 21 Temmuz 2017 01:00
- Maymun nasıl maymun oldu? 14 Temmuz 2017 00:15
- Sürüden ayrılanı kamera kapar 07 Temmuz 2017 01:33
- Ey ruh, sen kimsin? 30 Haziran 2017 00:52
- Karanlık Çağ’da vampirlere karşı 08 Haziran 2017 23:52
- Genç Karl Marx: Bir başlangıç 19 Mayıs 2017 01:00
- Kaygı'yla gerçeği hatırlamak 12 Mayıs 2017 00:30
- Beyazlar Afrika'da neler çekmiş 05 Mayıs 2017 00:59