12 Mayıs 2012

Velev ki, küçük bir bez parçası!

DİĞER YAZILARI
Yüzümüzün karası 16 Ağustos 2014
İnsan sevmek 12 Temmuz 2014
Kavel\'de miyiz hâlâ? 28 Haziran 2014
Camın sırrı 21 Haziran 2014
Yasak bölge 14 Haziran 2014
Organik O.C 31 Mayıs 2014
Bir nefes... 24 Mayıs 2014
Soma\'nın iyi insanı 15 Mayıs 2014
YAZI ARŞİVİ

Eğri oturup doğru konuşalım; bizim kuşağın Batı illerinde yaşayanlarının “puşi”yi ilk gördüğü yer TRT’dir. Nerede mi? Tek kanallı dönemin haber bültenlerinde; Filistin lideri Yaser Arafat’ın başında... “Kefiye” de derler o biçime...
Efendim, gel zaman git zaman; “puşi”nin aslında “bizim buralar”a ait olduğunu öğrendik tabi... Her devrimci gencin evinde özel bir yeri oldu. Yaygın kullanımı ise daha çok son yıllara rastlar... Birkaç yıldır zaten en ünlü kot markalarının vitrinlerini süslüyor. “Tiki tipi puşi” üzerine o kadar laf söylendi ki; uzatmaya lüzum bile yok.
Hem zaten bizle de sınırlı değil... Amerika’da Televizyon Yıldızı Rachel Ray giyince de “Vay Arap simgesi” diye ortalığı yıkanlar oldu. “Terörizme destek veriyor” diye... Rachel Ray’ın puşisi ABD’de Urban Outfitters adlı giyim firması tarafından üretilmiş, gelen yoğun protesto üzerine satışı durdurulmuştu. Rachel Ray’ın puşili reklamı da kısa sürede kaldırıldı. “Yanlış anlama ihtimaline karşı” diye açıkladı şirket bu durumu... Yine de, bizim Tarkan gibi; Amerika’da pek çok ünlünün puşili fotoğrafları olduğunu ekleyelim.
Bir Diyarbakır türküsünde basitçe; “başındaki puşi midir (lo lo) / diyarbekir işi midir (lo lo)” diye geçen “puşi”nin İstanbul’dan New York’a uzanan bu “acayip” öyküsünü nasıl anlamlandırsak?
Başbakan Erdoğan demişti ya; “Velev ki siyasal simge” diye... Puşinin başına gelenler, “türban” meselesinden farklı değil aslında! Burada da “bağlama biçimi” çok önemli... Kürt gibi bağlarsan dert; Arap gibi başına sararsan da dert... Ama “fular” gibi bir kreasyonun parçası olarak kullanırsan ya da vücudunun orasına burasına sararsan; hele de esmer değilsen, hiç mesele değil... Birileri çıkıp televizyonlarda “Puşinin nasıl bağlanması gerektiği” üzerine tartışırlarsa hiç şaşırmayın bu saatten sonra...
ekşi sözlük’ün Trabzonlu olduğunu söyleyen bir yazarı, şöyle anlatmış puşi macerasını; “İstiklal Caddesi’nin olağan kimlik kontrollerine şimdiye kadar hiç takılmayan ben, puşimi başıma sarmaya başladıktan sonra sık sık durdurulur oldum. İşin acı ama acı olduğu kadar da gerçekleri ortaya koyan yönü ise, kimliğimde İstanbul doğumlu Trabzon kökenli bir vatandaş olduğumu gören polisin surat ifadesinin değişmesi. Hatta birinin hiç esef duymadan ‘pardon birader Trabzonluymuşsun devam et sen’ gibi bir lafı, telefonla T.C. kimlik numaramı bildirip sicilimi öğrenmeden söyleyebilmesidir”...
Mesele budur! Bir halka ait “geleneksel aksesuar”ın, sadece o halka yasak olabildiği bir ülke burası... Simgeler üzerinden siyasetin pek sevildiği, bu simgelerin “kafaya göre”, “keyfe göre” suç sayılabildiği, hatta mahkeme kararıyla el konulabildiği bir ülke... Evet, Cihan Kırmızıgül, puşi taktığı için gözaltına alındı, puşi taktığı için 11 yıl hapis ile cezalandırıldı. Elbette bir Kürt! Ve aynı mahkeme; “puşi”ye de el koydu! Bir “suç aleti” gibi; bir “suç kanıtı” gibi...
Tarkan’ın, Rachel Ray’ın ve daha bir sürü insanın boynunda “aksesuar” olan puşi, “velev ki suç aleti” sayıldı... Sırf mahkemeler mi; sırf puşi taktığı için pek çok batı ilinde dövülen, tehdit edilen öğrenciler cabası...
Hadi tamam ‘90’lara döndük tartışması yapmayalım; hadi tamam Başbakanın ha bire dili sürçüyor; peki “trafik ışıklarının yeşilini, sarısını, kırmızısını değiştirmeye kalkanlar”dan ne farkı var bugünkülerin... Bahçelerde, parklarda çiçeklerin renklerinin soruşturulmasından “bir adım” önde mi; bugünkü uygulamalar?
Herkese serbest olanın; Kürt’e yasak olması “bölücülüğün daniskası” değilse, nedir? Miting alanlarında Başbakan Erdoğan’ın, Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Devlet Bahçeli’nin omzuna aldığı puşi, nasıl olur da, Cihan’ın boynunda “tehlikeli bir suç aleti” sayılabilir?
Kitapların “bombalardan tehlikeli” sayıldığı dünyada; sadece bir bez parçası da “terörizme destek” sayılabiliyor. Türkiye’de de böyle, Amerika’da da...
Ne hissedecekler sanıyorsunuz Kürt gençleri; orası burası puşili “tiki”leri gördükçe; anlı şanlı kot markalarının puşi reyonları gözlerine takıldıkça? Artık sokaklarda daha fazla “puşi”li genç göreceğiz; şüphe yok! Puşi, “siyasal bir simge” olmaktan çıkacak bu yüzden... “Jesus vs mohammed” takma adlı bu ekşi sözlük yazarının anlattığı hikayedeki gibi; kimliğinde yazan memlekete göre “anlam” kazanacak! Kürtsen “suç”, Türksen “moda”... Aynı yazar; Galatasaray Lisesinin yanındaki çaycının sözlerini de aktarmış: “Rengimiz esmerdir bir de puşimizi taksak hiç yaşanmaz olur, sen tak bizim yerimize gardaş sen tak”...
Puşiyi Kürt’ün yerine takıp, “ileri demokrasi varmış” gibi mi yapacağız; demokrasiyi, insan haklarını ve bir halkın haklarını; ‘onların yerine biz” mi kulanacağız?
Ve gençler... Bu yılın acılarından tek bir “ders” çıkarmamışlar demek ki... Ya da aksine çıkarmışlar... Yüzlerce öğrenciyi tutuklayıp içeri tıkmanın, başka nasıl bir açıklaması olabilir ki? Hangi vicdanla, hangi adalet duygusuyla, hangi insanlık ile açıklanabilir ki bu kadar tutuklu öğrenci? Bırakın şimdi, “o darbe”yle, “bu darbe”yle hesaplaşmayı, “Sol militarizm ile hesaplaştı mı?​” gibi çakma polemikleri... 1977’de “Devrimciler gençleri birbirine kırdırıyormuş” imalı yazıları geçin bir kalemde... Dünle de yüzleşiriz; yüzleştik de... Maharet iktidar ile yüzleşebilmekte; yıllar sonra değil; “içinde yaşarken” yüzleşebilmekte... Gerçek orta yerde duruyor! Bu ülke gençlerini hapsediyor; var mı söyleyecek sözünüz?
19 Mayıs, geliyor Gençlik Bayramı! Hangi yüzle nutuklar çekilecek, “gençlik geleceğimiz” diye... Can Yücel’in o bildik 19 Mayıs şiirini okuyacağız bir daha; “sen ey demir parmaklıklarında barfiks yapan / ranzalarda perende atan / sportmen ve kahraman türk gençliği / önünde bütün kilitbahirler açık / ama her zaman samsun’a çıkılmaz a / bu sabah da avluda volta atmaya çık”...
Bu sabah avluda volta atmaya çıkan, öğrenci işçi, genç yaşlı, kadın, erkek, çocuk herkes; “dışarı”daki herkes, bir kez daha eli kelepçeli Cihan gibi gülelim bugün... “Sen tak bizim yerimize sen tak” sözündeki ironi ile gülelim... Korku toplumu yaratmaya çalışanların panzehiridir gülmek; Aziz Nesin’in deyişiyle; “ideolojik”tir; tutuklu gazeteci Zeynep Kuray’ın sözüyle; “ideolojik bir ayrıcalık”...
Siz bakmayın Nietzsche’nin “İnsan o kadar çok acı çeker ki; yalnızca o, gülmeyi icat etmek zorunda kalmış” demesine... Doğru diyor gerçi ya; biz yine de, Mevlana’ya bakalım; “Nar alacak isen, gülen, çatlamış nar al ki, o gülüş, sana içindeki dânelerden haber versin. Arifin gülüşü, ne mübarek gülüştür ki, o gülüş, can kutusundaki inci gibi, ağızdan gönlü gösterir”.
Gönlünüzdeki, gönlümüzdeki günler için ağız dolusu gülelim...

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et