Başkasının çocuğu
Fotoğraf: Envato
Kadın altı yaşındaki çocuğu her gün alır, şehrin göbeğindeki vapur iskelesinde bir banka bırakır, işine öyle gider. Akşama kadar çocuk oralarda başının çaresine bakar, kimseye ilişmez. Kimse de ona yaklaşmaz, orası öyle bir yerdir. Kadın işi bitince çocuğu alır, beraber eve giderler.
Buradaki bit yeniği, kadının aslında çocuğun gerçek annesi olmaması tabii, ama Can’ı izlerken ilk bakışta onu anlamayıp şaşırmak adetten. Çünkü Cemal, çocukları olmamasına tahammül edemeyince yasal olmayan yollardan çocuk sahibi olmaları için Ayşe’yi de zorlamış ve küçük bir bebeği alıp herkese onlarınmış gibi söylemeye başlamışlar. Ama olmamış işte, Ayşe çocuğa ısınamamış, Cemal de bunun üstüne “Ne haliniz varsa görün” deyip evi terk etmiş. Ayşe bebekten kurtulamamış, Can büyümüş ve kadın işte ancak böyle kötü davranarak ve kaybetmeye çalışarak tepki vermiş.
Anneler gününe denk gelen tarihlerde sinemalarda gösterime giren Can, anne baba olabilme ve olamama halleri üstüne bir öykü anlatıyor. Çocuklarının olmayışıyla Cemal’in hissettiği baskı, başlıca çıkış noktası. Bu baskıyı pek incelikli hissettirmeyip, birkaç kere “Erkek adamın şöyle çocuğu olur” gibi diyaloglardan ibaret hatırlatmalar yapılsa da, bizimki gibi memlekette izleyicinin mesajı alması güç değil. Malum, Yönetmen Raşit Çelikezer’in dediği gibi, filmdeki karakterler de “Aynı muhafazakar yapıdan mustarip”. Buraya kadar her şey iyi gibi görünüyor, filmden bir toplumsal eleştiri çıkacak diye beklemeye başlıyor izleyen.
Başarılı planların yarattığı sinema duygusu, kurgu esprileriyle birleşince, başta özellikle izleyeni bağlıyor. Yeşilçam süsü de anlamlı en azından. Can, özetle, bir yere kadar iyi bir film.
Derken, yazık oluyor, rota birden başka tarafa kırılıveriyor. Film Ayşe’nin Can’ı bir türlü benimseyememesinin üstünde o kadar çok duruyor ki, önce koparsa buradan kopacağını belli ediyor. Çelikezer’in bu konudaki teorileri, pek de muhafazakarlık eleştirisini akla getirecek cinsten değil; “Bir başkasının çocuğunu kendi çocuğunmuş gibi sevmen imkansız bence”... Filmin kendisi bu iddiayla çelişiyor aslında ama böyle bir filmin neden çekildiğini ancak bu çelişkiyle anlamak mümkünse, iş fena. Çünkü giderek, pedagojiydi, siyaseten doğruluktu, her şeyi bir yana bırakıp gelenekselden şaşmayan, muhafazakarlığa bulaşmayan teorilerle desteklenmiş bir gidişat bekliyor Can’ı.
Bu yüzden işler ilerledikçe, farklı zamanlarda gidip gelen kurgu numaraları da etkisini kaybedip sıkıcılaşmaya başlıyor ve olay tamamen kopuyor. Cemal’in filmin sonunda vardığı nokta, cemaat kanallarındaki ibret dizilerinden farklı olsaydı, keşke. Filmin baştaki niyeti o olmasa da, Can artık, çocuğu olmamasını takıntı haline getiren ve evi terk eden adamın başına gelen ilahi cezalandırma macerasının anlatısına dönüşüveriyor.
Cemal başta işçi, sonra hemşehrilik usulüyle bir şekilde alıp yürüyor ya, bu sınıf meselesi de konuşmaya değer. Sinemanın genel bir işçilik sorunu olduğu sır değil, zaten emekçi karakterleri kim kaybetmiş de bulacaklar. Ama olur da bazen bir değişiklik olsun diye işçi sınıfından birilerini anlatmaya kalktıklarında, perdede Cihangir’de doğup büyümüş gibi durmaktan kurtulamayan yoksullar görmeye alıştık bile denebilir. Hadi sinema yapanların çoğu bilmiyor, yaşamıyor, öğrenmeye de çalışmıyor ama bir işçi çocuğu olduğunu söyleyen Raşit Çelikezer de mi öyle? Can’daki fabrika çalışanlarının aralarda tavla oynayıp çocuk muhabbeti yapması dışında işçi sınıfından olmaya dair gerçekçi ayrıntılar görsek, her şey başka türlü olabilirdi.
Çünkü sadece o da değil, genel olarak karakterlerin derinleşmesinde bir sıkıntı kendini hissettiriyor. Filmdeki oyuncular bir şeyler katıyor ama hepsini daha iyi canlandırabildikleri rollerde, daha sahici hallerde izledik, kabul edelim. Ayşe’nin Can’ı benimseyememesinin nedenleri - “başkasının çocuğunu sevmek imkansız” teorisini bir an için unutursak- de olsa bu filmde, ya da Cemal’in çocuk takıntısının evrimi, sınıf atlama becerisinin sırrı, Ayşe’ye bütün ailesinin ve arkadaşlarının sırt çevirmesi daha inandırıcı işlense, filmi daha başka türlü tartışıyor olabilirdik. O zaman da, muhafazakarlık eleştirisinden geçtik, geriye ister istemez ibret mesajları kalıyor.
Filmin burada pek ilgi görmeyip bağımsız sinemanın kalesi Sundance Film Festivali’nde jüri özel ödülü alması, bazen “başkasının çocuğu”nun daha kolay sevilebileceğini mi gösteriyor acaba?
- Androidler üç boyutta ne düşler? 06 Ekim 2017 01:00
- Yedi kişilik oyun 01 Eylül 2017 01:00
- Erkeklere gününü gösteren pehlivan 18 Ağustos 2017 01:02
- Etkili ama bilinmeyen bilim kurgu 28 Temmuz 2017 00:15
- Zombilere karşı iki tutum 21 Temmuz 2017 01:00
- Maymun nasıl maymun oldu? 14 Temmuz 2017 00:15
- Sürüden ayrılanı kamera kapar 07 Temmuz 2017 01:33
- Ey ruh, sen kimsin? 30 Haziran 2017 00:52
- Karanlık Çağ’da vampirlere karşı 08 Haziran 2017 23:52
- Genç Karl Marx: Bir başlangıç 19 Mayıs 2017 01:00
- Kaygı'yla gerçeği hatırlamak 12 Mayıs 2017 00:30
- Beyazlar Afrika'da neler çekmiş 05 Mayıs 2017 00:59