15 Mayıs 2012 09:26

Yakın Doğu Üniversitesinde ciddi bir tiyatro çalışması: Töre

Yakın Doğu Üniversitesinde ciddi bir tiyatro çalışması: Töre

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Lefkoşa’daki Yakın Doğu Üniversitesi bünyesinde, 2005 yılından bu yana akademik eğitim vermekte olan Sahne Sanatları Fakültesi-Tiyatro Bölümünden çağırdılar, atladım gittim. Hani: “Nerede tiyatro afişi görse dalıyor” diye adım çıktı ya, işte o hesap! Ama haydi bakalım, siz siz olun da, hiç değilse bu kerelik bana hak vermeyin! Rektör Yardımcısı Şenol Bektaş, Sahne Sanatları Fakültesi Dekan Vekili ve Bölüm Başkanı Ünlü Tiyatro Oyuncusu, Yönetmeni, Eğitmeni M. Bozkurt Kuruç ile Sahne Sanatları Fakültesi Genel Koordinatörü ve Oyunculuk Anasanat Dalı Başkanı Çetin Özen,  amaçlarını KKTC’den sanatçı adayları yetiştirmek olarak özetlediklerinde, haydi gelin de davete “icabet” etmeyin!
Nasıl gitmem!
Tiyatro sanatının bilimsel ve estetik yanını akademik ve uygulama düzeyinde saptamışlar, araştırmak ve geliştirmek amacıyla akademik bilgiyi üretiyor, Kıbrıs’ın tiyatro yaşamına yön verecek tam donanımlı sanatçıları ve akademisyenleri yetiştirecek yüksek kaliteli bir eğitim vermeyi hedefliyorlar.    
Giderim ve gittim işte!

‘YIL SONU MÜSAMERESİ’

Gittim ve şimdi: “Lefkoşa’da bir ‘mezuniyet’ gösterisi izledim” dersem elbette inanırsınız. Gel gelelim, mezuniyet oyununu, son yılların en iyi yönetmenleri arasında adı en başlara yazılan, ünlü oyuncu, yönetmen, eğitmen; mükemmel ses tonu ve mükemmel üstü diksiyonuyla kulaklarımıza yerleşmiş Murat Atak seçmiş dersem ve de seçtiği oyunun Turgut Özakman’ın “Töre”si olduğunu söylersem, olayın “yıl sonu müsameresi” mertebesinde kalmadığını eminim şıpınişi kavrarsınız. Pekiii, ya Murat Atak, Özakman’ın 1985 yılında yazdığı oyunu seçmekle de kalmamış, üstüne üstlük sahneye de koymuş diye eklersem?   

‘ÖLÜM’E KARŞIN ‘YAŞAM’I SAVUNANLARIN ÖYKÜSÜ

Murat Atak’ın sahneye koyduğu “Töre”, bilirsiniz mutlaka, Özakman’ın “Kadını yüceltmek, kan davasını aşağılamak için” yazmış olduğu, “ölüm”e karşın “yaşam”ı savunmayı seçen, ailedeki erkeklerin çoğunu yitirmiş sekiz kadının öyküsü bir oyun. Kadınların bile ellerinde silah “düşman izi” sürdüğü bir karabasan ortamında yaşanan dram, gözleri görmeyen Nene ve torun Zühre karakterleri üstünde odaklanmakta (Benim kitaplığımdaki baskısı: Toplu Eserleri I/Boyut Yayınevi-Ekim 1991). Olay örgüsü, yazılı metinde bile su gibi akmakta.

MURAT ATAK DENİLEN BİR FENOMEN

Son yıllarda, Mersin Devlet Opera ve Balesinde “IV. Murat” operasını ve Mersin Devlet Opera ve Balesi ile Samsun Devlet Opera ve Balesinde “İstanbulname” operetini 2012 Donizetti ödülüne aday gösterilecek denli başarıyla yönetmiş olan “Tiyatro Yönetmeni” Murat Atak “yerinde” durur mu hiç? Durmamış! 11 karakterli oyunu almış, üzerine 10 kişilik bir de koro katmış. Gene bölümün eğitmenlerinden olan Azerbaycan’ın ödüllü Bestecisi Prof. Dr. Cavanşir Guliyev’e zevk ürünü besteler yaptırmış, yanı sıra Doç Dr. Zerrin Akdenizli’nin dramaturgisini de yanına almış.

DUYGU SÖMÜRÜSÜNDEN ARINDIRILMIŞ BİR TRAJEDİ

Şimdi oturup oyunu eşeleyecek, deşecek falan değilim elbette. Hepi topu, Murat Atak’ın yalın ve  çarpıcı bir anlatımla oyunu sahnelediğine, duygu sömürüsü ucuzluğundan titizlikle kaçındığına, stilize bir anlatımı yeğlediğine değineceğim. Gene de, T.C. Devlet Tiyatroları Işık Uzmanı İlyas Erdurucan’ın ışık tasarımını, Oyunun Yönetmeni Murat Atak tarafından belirlenmiş duygu yoğunluğu dozunu, atmosferini seyirciye ulaştıracak olgunlukta bir tasarım olmadığını söylemeden geçemeyeceğim. Doç. Dr. Zerrin Akdenizli’nin kenevir bitkisinden elde edilen liflerle (kendir) yarattığı dekoru “matluba” uygun diyerek geçiştirecek, “eleştirmen acı söyler” diyerek bu yıl mezun olan üç tiyatrocu adayının oyunculuklarına geleceğim.

ELEŞTİRMEN AMCA’NIN SERZENİŞLERİ

Işıl Öztürk, Nene’de abartısız bir oyun vermekte. Öztürk, hiç kuşkum yok, gelecek için umut sözü veren bir aday. Gel gelelim ses ve vücut açısından en alt ve en üst sınırı kendisi saptamayı bir an önce öğrenmeli. Vücudunu ve sesini daha bir uyumlu kullanmalı, esnekliğe uyum sağlamalı. O zaman, kendisi de, farkının farkına kısa sürede varacak, eminim. Örneğin “ama” rolü için körleri gözlemlemeliydi diyeceğim. Kör, sedire otururken oturduğu yeri yoklamaz mı? Oğul’un, silah sandığından tüfek çıkarıp dağıttığı tabloda sesin geldiği yöne boş gözlerle bakmaz mı? İkinci perdenin ikinci bölümünde Ana, Hala, Kız bir yerde; Büyük Gelin ile Yeğen başka yerde öbek oluşturduklarında karşıya inatla sabit mi bakar? Neyse! Bunlar “Eleştirmen Amca” serzenişleri. Öztürk bunları düzeltir.

AMAN KARA HASAN’IM! ARTİKÜLÂSYONLARA DİKKAT!

Kara Hasan’da Mehmet Samer, sözcüklere can üfleyip, tümceleri kendisine mal edemiyor. Turgut Özakman’ın ak sayfa üzerine yazdıklarını ölü kalmaktan kurtaramıyor. Sahnedeki dramatik anlamı ve önemi olan her tiyatroluk düşünce Mehmet Samer’in aracılığıyla seyirciye ulaştırılamıyor, ama ben gene de Samer’in oyunculuğunun şimdiki sadeliği ve samimiyeti içinde kalırsa, her yeni oyunda gelişeceğine, serpileceğine inananlar safındayım.  Delikanlı’da Orbay Sehlikoğlu ise, dışsal fiziksel aksiyonlara ruhsal yaşam katmayı en kısa süreçte öğrenecek, buna yürekten inanıyorum. Mustafa karakterini elverişli malzemeyle dolduramamanın sıkıntısını oyun boyunca yaşadığını da ömrü boyunca unutamayacak, bundan da eminim.  

ÇOCUKLAR SİZE SÖYLÜYORUM, REKTÖRÜM SEN ANLA!

Zühre’ye can veren Lisans 3 Öğrencisi Orida Yıldıran’a gelince: Zühre’nin duygularıyla, bu duyguların anlatım yöntemlerini belirleyememiş. Sesi ve hareketiyle ilk adımda role giremiyor. Ama içindeki istek ögesini, heyecanlanmak eyleminden başarıyla ayrıştırabiliyor, bu da bence çok önemli. Orida Yıldıran’ı gelecek yıl “mezuniyetinde” izlemek gerekiyor.  
Korobaşı Ulaş Öğüç ve koro elemanları (Mustafa Baysal, Çetin Trampacı, Onur Kayabaşı, Halil Tümkan, Hakan Sağlam, Asya Sökmen, İdil Gökyar, Neyra Karaböcü, Deniz Taylan) kusursuza yakın oranda başarılılar. Diğer rollerde Hüseyin Kombaycı, İrem Sayılgan, Hanife Teyyareci, Çağla Topcan, İlknur Durmaz, Merve Kopar, Fatma Tüney oyuncu disiplinleriyle dikkat çekmekteler.
Eleştirmemi onlar da mı ister?
Yok öyle yağma! Bekleyecekler!


TÜRKİYE’DE ÇİN KÜLTÜR YILI ETKİNLİKLERİ

18. İstanbul Tiyatro Festivali, “Türkiye’de Çin Kültür Yılı Etkinlikleri”yle başladı ve 1979 yılında Kültür Devrimi’nden sonra kurulmuş olan Şanghay Şarkı ve Dans Topluluğu ile perde açtı. Çin’de dans ve tiyatro, benim bilebildiğim kadarıyla yeni bir sanat dalıydı. 1950’lerin başında ve 1960’ların ortasında, Çinli koreografların geleneksel operalar ve halk danslarında kullanılan tekniklerden esinlenerek çeşitli dans-tiyatro eserleri yarattıklarını öğrenmiştim. Bale ise, Çin’e ilk kez 1950’lerde gelmişti. Bu dönemde geleneksel Rus ve Avrupa balesi yanı sıra, bazı modern batı danslarının sergilenmesine başlandığı da bilgi dağarcığımda vardı. Mademki İstanbul Tiyatro Festivali Direktörü Prof. Dr. Dikmen Gürün, 1979’dan bu yana Çin bale sanatçılarının kendi tarzlarını nasıl geliştirdiklerini gözlemlememiz için bizlere olanak tanımıştı, izlememek olmazdı.

KAHRAMANLIK ÖYKÜLERİYLE BEZELİ METNİYLE   

Şanghay Şarkı ve Dans Topluluğundan izlediğimiz, prömiyeri 1987 yılında yapılmış ve 800’den fazla sergilenmiş “Hanedan’ın Dansı” gösterisinde, danslı müzikli ve kostüm vurgulu bölümlerde Çin kültürünün özgün yaklaşımına tanık olduk. “Hanedan’ın Dansı” 5 bin yıllık kostümleri, halk dansları adımları, kahramanlık öyküleriyle bezeli metniyle Çin tarihini uzaktan yakından merak etmeyenlerin elbette “Fransız” kalabilecekleri bir gösteriydi. Gel gelelim “Toprak Ana” başlıklı ikinci bölümde, “Halk dansları motifleri, modern dans ve çağdaş dans, dans tiyatrosu formunda” bir araya geldi. Performans, Stravinsky’in (1882-1971) “Bahar Ayini’yle  (Le sacre du printemps)” gerçekleştirildi. Çinli dansçılar, modern dans tekniklerini başarıyla sergiledi. Koreografi demodeydi, ama ne yalan söyleyeyim, teatral kalite bana göre tepelerdeydi.

JINGJU, AVRUPA OPERASINDAN ÇOK ÖNCE ÇIKMIŞ

Taaa Pekin’e kadar gidip Jingju izleyememiş İstanbullu tiyatro-operaseverler, bir başka akşam Pekin Operası’yla tanıştı. Böylece, yaklaşık 1400 opera metni gibi büyük bir yazılı geçmişe sahip ve 8. yüzyıla dek geriye giden Çin operasını tanıdı. Çin operasında, Avrupalı operasındaki şiir, müzik ve tiyatronun kesiştiği sanat doruğuna ek olarak; cambazlık, dövüş sanatı, makyaj tekniği, maskelerin ve özel giysilerin oluşturduğu zengin ve ince mi ince bir bireşim vardı. Çin Operası (yani Jingju), bildiğimiz operalardan değildi; özgün, apayrı bir sanat türüydü... Gerçekte, ‘Çin operası’ adlandırması, yalnızca dışarıdan bakarsak ve tarihsel karşılaştırma yapmamışsak anlam kazanmaktaydı. Oysa “Jingju” ya da “Çin operası” olarak adlandırılan yüksek sanat, Avrupa operasından çok önce çıkmıştı ve farklı özellikler taşımaktaydı. Oyuncular, sahnede beden hareketlerini denetlemekte ustalaşmışlardı. Sessiz gösterilerden de (pantomim) yararlanılmıştı. Birtakım davranışlar ya da olaylar sözle söylenmek yerine sözsüz beden hareketleriyle simgeleniyordu. Dolayısıyla, gösteri sırasında çok sayıda bedensel simgeselleştirme örneğine tanık olundu.
“Çin Kültür Yılı Etkinlikleri”, 18. İstanbul Tiyatro Festivali sayesinde tam yerini buldu.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa