Aslında bu haftanın görmezden gelinmeye en müsait filmiydi, Öz Hakiki Karakol. Hani ne kadar en kalabalık kopya sayısıyla bolca salonda gösterime girdiğini ve dizi oyuncularıyla yapılan tanıtımlarının dikkat çektiğini bile bile. Ama herkesin bir görevi var ve bazısına da kötüye kötü demek düşüyor, ne yaparsınız.
Tam adıyla Öz Hakiki Karakol: Asayiş Berkemal Aga, iyi film fikirlerinin birer birer harcandığı günümüz sinemasının en seçkin örneklerinden biri olarak yerini almaya hazır. Bir soygun planının parçası olarak kasabaya karakol kurmaya kalkan Tophaneli kafadarların, kendilerini polisliğe fazlaca kaptırıp türlü beceriksizliklerle soygun macerasını sonlandırmalarının öyküsü, kağıt üstünde eğlence vaat ediyor, etmiyor değil. Yerlileştirmeye müsait, komik durumlar yaratmak için pek verimli, akılda kalır, takip edilir karakterler yaratmaya elverişli bir zemini var. Varmış. Ama sonuç, hiç olmamış.
İbrahim Güler, ilk sinema filmini çeken genç bir yönetmen ve onun ortada bir sorun yokmuş gibi davranılmasına değil, eleştiriye ihtiyacı var belli ki. Filmin adındaki gibi, hakiki olmak adına.
Öz Hakiki Karakol’da ilk göze çarpan, esprilerin tutmayışı. Güldüren sahnelere rastlamak hakikaten kolay değil. Bir araya gelince komik bir ortam yaratırmış gibi bir his veren karakterleri var, hep kafası güzel Niyazi, kadınlara düşkün Yakışıklı, saf yankesici Cenker, ekibin beyni olan, dolayısıyla diğerlerinin şapşallıklarıyla baş etmek zorunda olan Hasan. Ama onlar da bir adım ötesi düşünülmeden sadece kurulup bırakıldığı için, bir film süresi boyunca seyirciyi tutmayı beceremiyor. Yakışıklı kadın gördü mü hemen asılmaya başlıyor, anladık da, bunun örneklerini ara sıra yeniden görmemiz tek başına bir espri değil, önüyle sonuyla etrafıyla kuvvetlendirmeden. Özgün espri neredeyse hiç yok, belli ve beklenebilir olanların da seviyesi epey düşük.
Oyuncu kadrosunda gayet başarılı isimler toplanmış olmasına rağmen, her birinin ayrı telden çalmasının önüne geçilmemiş ve bu da hem aralarında bir uyum, hem filmin seyirciyle bir his ortaklığı yaratmasını çok güçleştirmiş. Artık komedilerin aranan oyuncusu haline gelen Cengiz Bozkurt’tan geriye sadece fırça atan bir Hasan kalıyor akılda ne yazık ki, ya da Press’te çok başarılı bir oyunculuk gösteren Sezgin Cengiz, boynu bükük Cenker’de karakola birkaç numara büyük geliyor. Yakışıklı Oktay Gürsoy dizi havasında ama bu kötü bir şey değil, en son Bu Son Olsun’da görünen Serkan Genç’in hali komik ama o da zaten kendisinden başka bir şey bekleyen bir rolde değil.
Bütün bunlardan daha önemlisi de, filmin hikayesini anlatmakta başarısız olması. Karakol kurmaya nasıl karar verdiklerini anlamadan kuruluvermesi, Güney Baba’nın fonksiyonunu anlamadan adamın herkesi geride bırakan hamleler yapması, nasıl çıktığı belli olmayan çatışmaların içine düşmek, meşhur çantanın yolculuğunun bile izini sürememek, filmin zayıf olay örgüsünden birkaç örnek. Sonlara doğru hala kopmayan ve takip edip anlamaya çalışan seyirciyi epey kafa yormak bekliyor.
Sadece senaryoyla halledilecek şey değil belki ama meselenin aslı, oradan başlıyor.
Öz Hakiki Karakol’un uzaktan bakınca en büyük sakıncası, polise yaptığı övgü olacakmış gibi duruyor. Filme hakim olan genel basitlik içinde, böyle bir olumlamayı görmek mümkün belki. Yani zaten nedeni, sonucu, toplumsal anlamıyla derinleşmeyen bir Tophaneli delikanlılık hali ve soygun hikayesinin sosu olarak, herkesin içinde bir polis olduğu gibi düz bir iddiaya yer var. Hatta devletin o karakolu ciddiye alması, inandırıcı bir şekilde işlensin işlenmesin, gidiyor. İşin ilginç yanı, polislik meselesi nispeten tutarlılığa dahil ve rahatsız edici bile değil, çünkü takıla takıla ona takılmak çok zor.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et