20 Mayıs 2012 12:01

Yıka yıka, sata sata, seve seve… Böyle nereye?

Yıka yıka, sata sata, seve seve… Böyle nereye?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hükümetin ekonomiyle ilgili kurmaylarının açıklamaları oldukça özgüvenli ve rahat… Başbakanda da aynı tavır: Büyürüz, yürürüz, endişe etmeyiniz!
Böyle bir özgüvenin oluşabilmesi için birkaç neden olabilir.
Birincisi, ekonominin bütün verileri ‘süper’ olmalı. Öyle değilse, ekonomiye dair göstergelerin iyi olmadığı durumlarda bile ekonomiyi döndürecek iyi bir kaynağınız olmalı. Bu ikisi yoksa geriye mutlaka olması gereken bir tek şey kalıyor. Ekonomiyi döndürebilmek için çıkaracağınız her türlü faturayı ödemeye hazır ‘fedakar’ bir halk.   
‘Hükümetimiz’ hangilerine sahip?
Hepsine mi yoksa birine mi?  
Birinciden başlayalım. Yani ekonomik göstergelerin ‘süper’ olma ihtimalinden. ‘Süper’ gösterge nedir? Göstergeler herkes için ‘süper’ olabilir mi? Bazen biri için süper olan bir diğeri için felaket olmaz mı? Farklı sınıflar yani işçiler ve sermayedarlar için rakamlar farklı anlamlar taşımazlar mı? Benzeri soruların cevaplarını görmezden gelelim. Egemen iktisat anlayışının gözlüğüyle bakalım.   
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek geçtiğimiz hafta bütçe rakamlarını açıkladı. Dedi ki; ‘Ekonomideki yavaşlama bütçenin dengesini sarstı.’ Bakanın bu söylemi ister istemez beyinlerde şu fırtınayı estirdi: Eyvah! Bütçenin açığını kapatmak için hükümetin eli yine cebimize mi uzanacak. Doğalgaz, elektrik, ulaşım, benzin zammı derken zaten belimiz bükülmüştü. Ödediğimiz verginin zaten haddi hesabı yok.  
Ardından bakanın ağzından, kaygılanmamızın yersiz(!) olduğunu şu cümleler döküldü:
“Vergi gelirlerimiz geçen yıla göre çok az arttı. Bütçedeki açık ondan kaynaklandı.
Fakat merak etmeyiniz! Ekonomimiz yılın ikinci yarısından itibaren ivme kazanacak. Ekonomideki toparlanma vergi gelirlerine olumlu yansıyacak.”
Acaba öyle mi?

TOPARLANACAK MI ACABA?

Bakanın açıkladığı vergi verilerine göre ekonomide talep azalmış. Yani halkın harcamalarında yavaşlama var. Bir ekonomide talep daralınca bunun uzantısı olarak üretim yavaşlar. Zaten sanayi üretiminde geçen yıla göre görülen düşüş bunun kanıtı niteliğinde.
İç talep düşüyor da, dış talep iyi mi?
O konuda da büyük sıkıntılar görülüyor.
Türkiye ihracatının yüzde 42’sini gerçekleştirdiği AB’de durum hiç de parlak değil. Yaklaşık dört yıldır süre gelen kriz, son aylarda yeniden derinleşmeye başladı. Ekonomik kriz işsizlik ve yoksullaşma gibi sonuçlarının ötesine geçmiş durumda. Siyasi bir kriz duruma var. Devletlerin borçlarının düzeyi Avrupa Birliği projesini zorlar duruma gelmiş.
AB’deki talep daralmasını kısa sürede başka pazarlarda telafi etme şansı yok.
Bu arada reel sektörün yurtdışı borçlanmasında da hızlı bir artış meydana geldi. Zaten cari açık sorunuyla boğuşan bir ülke için başka bir risk noktası da bu. Döviz fiyatlarındaki olası bir yükselme, dış borcu olan firmaları felç eder.
İhracatın darbe yemesi… Bu nedenle dış açığın düşmemesi… Büyümenin toparlanamaması… İşsizliğin daha da artması… Ufukta bunca risk varken Mehmet Şimşek ekonomik verilere güveniyor olabilir mi?
Sanmıyorum!

E-5 BİLE PARALI OLACAKSA…

Bakanın güvendiği başka şeylerden bahsedebiliriz.
Hatırlayalım! Bütçe ilk çeyrekte 6,5 milyar açık verince ne demişti Bakan?
“Merak etmeyin yeni gelir kalemlerimiz var.”
Neydi onlar?
2B arazilerini satılması, yabancılara arsa satışının kolaylaştırılması, özelleştirmeler…
İcraatlar başladı bile.
Karayolları Genel Müdürlüğü yeni bir yönetmelik yayınladı. Yönetmeliğe göre çevre yolu, bağlantı yolu, köprü, tünel ve viyadükler paralı olacak. Çok kısa zamanda E-5 çevre yolunu, Bolu tünelini ancak para verenlerin kullanabildiğine tanık olursanız şaşırmayın.  
Her yol, bağlantılarıyla birlikte paralı hale getirilecek sonra da özelleştirilecek.
Ne güzel(!) değil mi?
Daha önce de 2B yasası çıkmıştı. Orman olma vasfını yitirmiş araziler artık işgalcisine satılacak. Bugün 2B arazisi diye belirtilen alanların sadece yüzde 5’i yapılaşmış durumda. Hadi bunlar ödüllendiriliyor. Peki, geriye kalan alanlar neden satışa çıkarılıyor?
Sebep, satıştan gelecek para olmasın sakın!
Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın “önceliği İstanbul, İzmir, Muğla, Balıkesir, Mersin ve Antalya’daki 2B alanlarına veriyoruz” açıklaması, niyeti net bir biçimde ortaya koyuyordur her halde.
Olsun!
Ekonomiye sata sata can veriyoruz değil mi?

HER YER TOKİ’DEN SORULURSA

Şimdi de Afet Dönüşüm Yasası Meclis’ten geçti.
Yasa ile Türkiye’nin tamamına yakınının “kentsel dönüşüm” alanı ilan edildi. Hükümetin belirlediği alanda istenirse sağlam yapılar da yıkılabilecek.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile TOKİ el ele 8 milyon konutu yıkacakmış.
Birileri alkışlıyor.
“Bu bir devrim… Türkiye siyaseti değil insan canını seçti”.
Birileri ise tam tersini söylüyor: “Bu tümüyle bir rant projesidir.”
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar bu tespite çok sert çıktı: “Can güvenliğini esas alan bir yasayı kullanarak, rant düşüncesini devlet kademesinde olsun, siyasi kademede olsun, nerede olursa olsun düşünmek kefen soyuculuktur.”
Bu TOKİ neydi ki?  
Kısa adı TOKİ olan Toplu Konut İdaresi, AKP iktidarının en tartışmalı, denetimden en uzak kurumu.
Korsan bir kurum gibi…
Doğrudan Başbakan’a bağlı… Bütçesi yok! Sermayesi, kamu arsaları… Kamuya ait en değerli arsaları büyük müteahhitlere lüks daire yapmaları için veriyor. Hangi projeden kâr, hangisinden zarar etti bilmiyoruz. Bilemeyiz de… Çünkü TOKİ’yi Sayıştay bile denetleyemiyor.
Kendini sosyal konut üretimiyle tanımlayan TOKİ, yüksek gelir gruplarına da konut yapıyor, AVM üreten firmalarla da iş yapıyor.
Bugüne kadarki icraatları ile sadece bir inşaat örgütlenmesi olmadığını gösterdi. Denetim dışı tutulan, AKP yandaşı sermayedar üretme, palazlandırma projesi olduğuna dair yeterince delil bulunan TOKİ ile ‘rant’ kelimesini yan yana getirmek hiç de zor olmasa gerek.
Eee öyleyse kefen soyucu kim?
Yasaya bakılınca, Tarlabaşı’ndakilerin yaşadıklarını tüm Türkiye’nin yaşayacağını söylemek olası.
Tarlabaşı’nda insanlar mülklerini piyasa değerinin onda birine özel bir firmaya satmak zorunda kalmıştı. Katlı binalar, hanlar, oteller bir daire fiyatına idarenin ve özel şirketin olmuştu. Satmayanlara çok küçük yerler verildi ve büyük bir borç altına sokuldu.
Yasayla imar ve çevre alanında yürürlükte bulunan tüm yasalar devre dışı bırakıldı. Mahkemede asla yürütmeyi durdurma kararı verilemeyecek.
Yine de direnen olursa, elektriği, suyu ve doğalgazı kesilecek. Verilen hizmetler durdurulacak.
Yani seve seve(!) razı olunacak!
Ne diyor bakan Bayraktar, ekonomi canlanacak.
Evet, canlanacak; sata sata, yıka yıka olmadı seve seve(!)
Bu canlılığın sonu ne olur mu dersiniz?
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek iyi olacağını düşünüyor. Ama feci yanılıyor! Ya da bizi bilerek yanıltıyor.
Çok tartışacağız çok!


HES ÖLÜMLERİNİN GÖSTERDİKLERİ

Giresun’un Dereli ilçesinde bir HES inşaatında dört işçi hayatını kaybetti... Birileri, “İnşaattır, bunlar kazadır, olur” savunmasında.
Kızıltaş Köyü’ndeki HES inşaatında toprak altında kalan işçilerin arkadaşları ise tanık oldukları ‘tedbirsizliğe’ isyan ediyor.
Son 18 ayda HES ve baraj inşaatı veya işletmesinde ölenlerin sayısı 50’yi aştı.
Doğa artık Allah’ın yarattığı bir değer değil, sermayeye dönüştürülmesi gereken bir kaynak… Bugünün muktedir “İslamcıları” için.     
Zengin Müslümanların, kapitalist muhafazakârların yağmacı zihniyetini teşhir eden İhsan Eliaçık’ın kızının geçen hafta gözaltına alınması bir tesadüf mü acaba? Başbakan’ın grup konuşmalarının birinde İhsan Eliaçık’ı hedef tahtasına koyduğu hatırlandığında pek de tesadüf olarak gözükmüyor insana. HES’ler artık bir yanı toprağını kaybeden köylüye, bir yanı yaşam hakkını savunanlara, bir yanı acımasız çalıştırılan işçiye, bir yanı da gözünü para bürümemiş İslamcılara dayanan ortak bir mücadele alanı artık!


19 MAYIS KUTLAMALARI

19 Mayıs kutlamalarının nasıl olması gerektiği üzerine epey bir tartışma sürdürüldü. Fakat “gençlik ve spor” bayramı gününde gençliğin hali hiç tartışılmadı.  
Türkiye, Avrupa Birliği ülkelerine kıyasla oldukça genç bir nüfusa sahip olmasıyla övünen bir ülke. İş ülkenin gençliğe nasıl bir gelecek sunduğu meselesine gelince aynı övünme halinin sürdüğü pek söylenemez.  
Nasıl övünülsün ki…
15-24 yaş grubunda 13 milyon genç var.
Bu gençlerin 7,5 milyonu iş istemiyor. Geriye kalan 5,5 milyon gencin iş talebi var. Ama büyük Türkiye ekonomisi bunların yüzde 22’sine iş veremiyor. İş verdiklerini de ya ucuz emeğe ya da iş cinayetlerine kurban ediyor.
Türkiye bu konuda Avrupa ülkelerinden açık ara önde!


MEMURA HAKÇA BİR ZAM OLURSA YUNANİSTAN’A MI DÖNERİZ?

Türkiye ekonomisi dünyanın Çin’den sonra en hızlı büyüyen ikinci ekonomisi...
Büyüme potansiyeliyle göz kamaştırıyor...
Hedefi dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmek...
Sorsanız, bu ülkeye refah geldi, zenginlik geldi...
Memur, şu anki enflasyon oranını gözeten, büyümeden payını isteyen bir zam talep edince işin rengi değişiyor. Hükümet sözcülerinin ekonomiye dair övünmeleri birden bire yerini endişeli(!) sözlere bırakıyor: Sakın ha, Yunanistan’a döneriz!  
Bu cümleden iki şey anlaşılıyor. Birincisi; Yunanistanlı emekçiler milli gelirlerinden çok pay istediler o yüzden ekonomik kriz batağına girdiler. İkincisi; Türkiye ekonomisi de krize ancak memurlar, işçiler ekonominin büyümesinden paylarını isterse girer. Yunanistan’ı emekçiler mi batırdı? Almanya’nın Avro üzerinden kurduğu krallığın kabahati yok mu?
Almanya, Alman Markı’ndan daha ucuz olan Avro’nun avantajlarından muazzam yararlandı. Diğer tüm üye ülkelerin para biriminden daha değerliydi Avro… Ve değerli Avro bu ülkelerin dış talebini artırdı. Tıpkı değerli TL döneminde Türkiye’nin ithalatının patlaması gibi… Almanya artan talepten nasibini fazlasıyla aldı. Yunanistan İspanya, İtalya, Portekiz Almanya için muazzam bir pazar haline geldi. Almanya’nın bu ülkelere karşı ticaret fazlaları katlanarak arttı. Avro’ya geçişle birlikte Yunanistan’ın Almanya’ya karşı verdiği ticaret açığının Milli gelirine oranı ikiye katlandı. Avro’nun kullanılmasından bu yana gelişmiş ülkelerin ihracat payları yüzde 11’in üzerinde daralma gösterirken Almanya’nınki arttı. Almanya’nın ‘parlak’ performansı AB’nin gururu mu yoksa AB’nin belası mı? Almanya’ya sefahat sağlayan bu düzeni Yunanistanlı emekçiler kurmadı. Borç veren bankalar Yunanistanlı emekçiler rahat etsin diye öpücük karşılığı vermedi.
Öyleyse onlara yüklenmek niye? Türkiye’ye gelince. 2001 krizinde en ağır faturayı işçiler, emekçiler ödediler. Ücretler düştü, işsizlik arttı. Türkiye ekonomisi 2009 yılında küresel krizin etkisiyle ağır bir darbe alarak yüzde 10 daralırken de en ağır faturayı yine emekçiler ödedi. Krizde hiç ama hiç suçları yokken!
Emekçiler üzerinden ‘kriz’ edebiyatı koca bir kapitalist yanıltma!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa