‘Vur emrini veren irade’ kim?
Fotoğraf: Envato
Uludere’de 34 köylünün katledilmesiyle ilgili tartışma yine aynı yerde, “İstihbaratı kim verdi?” sorusunda tıkandı.
Wall Street Journal’in (WSJ) “Uludere’de ilk istihbarat Amerikan Predatorları tarafından verildi” biçimindeki haberi üzerine başlayan “İstihbaratı ABD mi verdi, milli kaynaklardan mı verildi?” tartışması, yine “Emri kim verdi!”ye gelinmeden gündemden düşürülmek isteniyor.
Oysa durum çok açık: WSJ’nin, “İlk istihbaratı ABD verdi!” biçimindeki haberinin kaynağı ABD Savunma Bakanlığı, Pentagon’dur ve bu haber ABD makamlarınca, yalanlanmayarak doğrulanmıştır! Ancak bu konuda resmi açıklama yapacağı söylenen Genelkurmay ise, “WSJ’nin haberinin doğru olmadığını, gerekli bilgilerin ilgili makamlara verildiğini” söyleyen laftan ibaret açıklamayla tartışmalardan sıyrılmak istemiştir. Ancak, gazetecilerin soruları üzerine Cumhurbaşkanı Gül, bir yandan “Madem Genelkurmayımız öyle diyor bize düşen buna inanmaktır” deyip devlet geleneğine sarılırken, öte yandan “Öyle de olmuş olabilir böyle de” diyen açıklamasıyla “Ne olur ne olmaz, bana bulaşmasın!” diyen bir tavır almıştır. Gelenekselleştirdiğinin aksine bu konudaki tartışmaya en son giren Başbakan Erdoğan ise, WSJ’nin, “Sonbaharda yapılacak ABD Başkanlık seçiminde Obama’yı yıpratmak için bu haberi yaptığını” iddia ederek, topu iyice taca, hatta sahanın geri getirilmeyecek kadar uzağına atarak tartışmayı bitirmeyi amaçlamıştır. Oysa WSJ’nin haberinde ABD’yi sadece masum göstermemekte, aynı zamanda ABD tarafının Türkiye’ye, “Daha kesin bir bilgi için daha yakın görüntü alınabileceği bildirildiği halde Türk tarafının bunu istemediği” belirtilerek Türkiye’yi uyardığı özel olarak belirtilerek, ABD bu olay karşısında duyarlı taraf olarak da gösterilmektedir. Bu da Obama’yı kösteklemek değil desteklemek demektir. Yani Başbakanın tezi tamamen çürüktür!
Böylece tartışma “İstihbaratı kim verdi?”ye kilitlenerek, bir sağırlar diyaloğuna dönüştürülmüştür.
Tartışmanın burada sınırlanması, iktidar için “tehlikesiz çizgi”de tutulması anlamına gelmektedir.
Evet, ABD’nin böyle bir istihbarat vermesi, elbette “normal” bir hükümet için onur kırıcıdır. Çünkü bir devletin, yabancı bir ülkenin verdiği istihbarata dayanarak kendi 34 vatandaşını bombalamış olması her yerde ve her zaman vahim, hesabı verilmesi hem elzem hem de çok güç bir durumdur. Ancak ortada “vahim”den daha vahim bir durum olmalı ki, tartışmanın “İstihbaratı kim verdi?” çizgisinde tutulması tercih edilmektedir.
Burada istihbaratı ABD’nin vermesinden daha “vahim” olan, gelen istihbaratı denetlemeden ve doğruluğu konusunda yeterince araştırmaya gerek görmeden savaş uçaklarıyla 34 sivilin bombalanmasıdır. Ama “vahamet”in burada da kalmadığı anlaşılmakta, “Bu emri veren kim?” sorusu burada daha da büyümektedir.
Çünkü; hava kuvvetlerinin savaş uçaklarının bir yeri bombalaması için bu emrin en azından Genelkurmaydan çıkması gerektiğini herkes bilir. Bu durumda “Vur emrini kim verdi?” sorusunun yanıtı çok basittir ve sivil hükümetin bu soruya “Kim verecek emri elbette ilgili askeri makamlar verdi!” demesi gerekir. Böyle dense, “Güneş her sabah doğudan doğar” demek kadar doğal ve kimseyi şaşırtmayacak bir yanıttır. Ki, böyle bir yanıt verilirse sorun “teknik”, bu işte ihmali ya da kastı olanların bulunup gerekli cezaya çarptırılmasına indirgenmiş olur. Ancak böyle denmiyor; denemiyor!
Çünkü böyle bir durumda, muhtemeldir ki Genelkurmayın “Hayır biz vermedik, bize vurun diye emir sivil iradeden geldi. Biz sadece bize verilen emri uyguladık!” denmesinden çekinilmektedir.
Burada da “Kim bu sivil irade?” sorusu gündeme gelecektir.
Bu durumda da ister istemez akla; Hükümet bu emri veren Genelkurmayı korumak için mi sorunun “emri verenin kim olduğu” boyutunda tartışılmasını engelliyor yoksa Genelkurmay hükümeti bu sorunun muhatabı olmaması için mi ortaya atılıyor sorusunda ikinci seçenek giderek ağırlık kazanmaya başlamıştır.
Her vesileyle, “askeri günlük siyasetin dışına çıkarmış olmak”la övünen bir hükümetin böyle bir katliam karşısında Genelkurmayı ayak altına atarak kendini ortadan çekmesinin başka bir anlamı olmaz.
Böyle bir gerçeği uzun süre saklayacak büyüklükte bir çuval henüz yapılmadığına göre, eninde sonunda gerçek ortaya çıkacaktır. Ama mümkün olduğu kadar gerçeğin çabuk gün ışığına çıkması ülkenin ve halkın menfaatinedir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00