25 Mayıs 2012 10:38

Kaçak çocuklar

Kaçak çocuklar

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Evden kaçmak, başka filmlerde istismar, yanlış anlama, şımarıklık gibi nedenlere dayanabilir, endişe, korku, pişmanlık yaratabilir. Wes Anderson dünyasında evden kaçan çocuklar, sanki hayatlarının en normal şeyini yapmış, yapmaları gereken görevi yerine getirmiş muamelesi görür. O hep uyumsuz, yaşadıkları dünyaya ait olmayan, o zaman da gidip kendi dünyalarını kuran kahramanlara selam gönderdi zaten, evden kaçan çocuklara kucak açtı. Amerikan sinemasının genç kuşağının özgün yönetmenlerinden Wes Anderson’ın hakkıydı, şimdiki filmini kaçakların üstüne kurmak.
Takla meraklıları kıymetini bilecek değil ya, buralar bize göre değilse gitmek hissinin nasıl beliriverdiğini anlayan anlar. Hayalinin kavgasını vermek için bu filmden feyzalınmaz belki ama izleyende yarattığı umut, insanın bırakmak isteyeceği bir şey değil.
Türkiyeli izleyici ne şanslı olmalı ki, daha geçen hafta Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olan Moonrise Kingdom’ın, ilk gösterime girdiği yerlerden biri burası. Bottle Rocket’ın (1994) çatlak soyguncularından, Rushmore’un (1998) liselere sığmayan Max’ından beri değilse bile mutlaka arızalar topluluğu Tenenbaum Ailesi’nden (2001) bu yana kendisini bağlılıkla seven izleyici kitlesi, küçük de olsa kararlı. Dahası, Yaman Tilki (2009) rüzgarı güçsüz kalınca, en son akıllarda beş yıl öncenin tuhaf yolculuğu The Darjeeling Limited’ı (2007), hatta onun birinci bölümü, kısa ve pek romantik Hotel Chevalier’yi bırakmıştı, en çok da müzikleri ve romantizmini. Hasret büyüktü.
Moonrise Kingdom’da yaptığı ise, Bill Murray ve Jason Schwartzman gibi oyuncular dahil, her zamanki ekibi iyice genişletmekle başlıyor. Müzik için de aynı şey geçerli, Benjamin Britten orkestrasıyla gelmiş. Yönetmen uygarlıktan uzak bir adaya çekilmiş, 1960’lı yıllara gitmiş ve orada kimsenin karışmadığı bir krallık kurmuş. Filmden çıkan seyirciyi de, o ay doğumu krallığının vizesinin hayaliyle baş başa bırakmış.
Kuzey Amerika’nın doğu kıyılarında bir adada 1965’te kurulu izci kampının en dışlanmış çocuğu ile bir süredir mektuplaştığı aşık olduğu kız, kaçmaya karar veriyorlar. Bütün kasaba da peşlerine düşüyor, izciler, aileler, bu arada onlar arasındaki ilişkilerin sıkıntıları da arkalarından dökülüveriyor. Ana karaya haber vermek güç, zaten telefon henüz emekleme halinde, bir de fırtına bekleniyor. Çocuk izci, artık bu kulağa ne kadar güvenilir geliyorsa, başının çaresine bakacak eğitimi almış olmalı diyelim. Sonrası, kuralların sıkıcılığına itiraz etmek ve hislerinin peşine düşmeye dair yolculuklar; çocuklu, büyüklü, büyümeyen çocuk, çocuk kalmış büyüklü.
Yönetmenin çok kendine özgü bir üslubu olduğundan -belki sevmek de zordur, onu bilen anlatsın da- sevenler için bu filmin çok özel bir yeri olacağını yazsa insanın başı ağrımaz. Filmin, yönetmenin önceki filmlerine göre daha bir kara mizah tadı vermesi de, çocuk resimleri gibi büyük ve renkli lekelerden oluşan estetiği de, ayrı ayrı hayranlık uyandırıcı. O her zamanki ‘cool’ halinin her şeyi ne kadar daha uçuk, daha içten, daha güler yüzlü yaptığını tekrar tekrar hatırlatıyor.
Bu kalabalık ve başarılı kadro, hangi oyuncunun ne kadar iyi oynadığını şuncacık yerde saymayı imkansız kılıyor. Tek, dışlanmış, ciddi çocuk Sam’de Jared Gilman’ın yeteneğini anmamak olmazdı.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa