Çağdaş bir baba oğul masalı
Şimdilerde otuzuna merdiven dayamış olan oğlum masal dinleme yaşındayken, bilinen masallara kulak vermezdi. “Kız kaçarken pabucunun teki ayağından çıkmış, saat 12 vurunca da her şey eskiye dönmüş, prens pabucu almış…” diye anlatırken, araya girer “Pabuç niye dönmemiş” diyerek masalın o saçma büyüsünün de içine ederdi. O nedenle yeni masallar isterdi sürekli. “Portakalcıyı anlat”, “Duvarı anlat”, “Siyah vosvosu anlat” buyruğuyla ayak verirdi hem de. O ayaklar üzerine ne masallar kurgulanmıştır bir bilseniz. Bir çocuk dergisinde de yayınlanmıştı. İleride bir kitap yapabilirsem oğlum gibi aykırılara, benim gibi zorda kalan babalara yardımcı olur belki.
O günlerde edindiğim alışkanlıkla olsa gerek arada bir yazılarım masalsı bir havaya bürünür. Belki de derinlerine dalıp çıkamadığım ülke gerçeklerinden böyle kurtulacağımı düşünürüm. Bugün de öyle oldu ve bir babayla oğulun masalı dolandı kalemime. Ama benimle oğlumun değil. Nerede, öyle bir masalın kahramanı olabilmek. Başka babaların ve oğullarının; ama kimse üzerine alınmasın. Çünkü gerçek kişi ve kuruluşlarla herhangi bir ilişkisi, ilintisi, ilgisi ve benzeri şeyi kesinlikle yoktur. Öylesine kurgulanmıştır.
Çok çok eski günlerde. Hani öyle bir günde, bir haftada, bir ayda, hadi biraz daha uzatalım bir yılda, yani birden bire varsıl olunmadığı günlerde. Paranın da, emeğin de değerli olduğu günlerde. Herkeste para yoktur, pul yoktur; ama herkes için varsıl olmanın bir yolu; belki de çok yolu kesinlikle vardır. İş onu bulmakta ve kullanabilmektedir. Girişimcilik ruhunu, varsıl olma hırsını ortaya koyabilmektir. Örneğin kurtlanmış peynirleri ayıklayıp satarak koç gibi bir iş adamı olabilmektir geçmişten anlatıldığı gibi. Ya da tavuk kemiklerini öğütüp her tür et ve ürünlerinin içine katarak onları çoğaltabilmektir günümüzde yapıldığı gibi. Çalışmaktır yani işin özü. “Ben de eşek gibi çalışıyorum; ama kiramı zor ödüyorum” diyerek masalın içine eden çıkmaz umarım oğlum gibi. Yine de işinizi bilirsiniz siz...
İşte o eski günlerde sanki demirden ağ örer gibi çalışıp da bugün ülkenin sayılı ve ünlü pek çok iş adamından biri; hem de her dönem yönetime yakın olmuşlardan biri olan kahramanımız işini gittikçe büyütürken bir yandan da geleceği düşünürmüş. Kendi geleceğini değil. O, nasıl olsa bir gün gelecek, her şeyi arkasında bırakarak çekip gidecekmiş. Düşündüğü kurduğu işinin, varsıllığının, sultanlığının sürmesiymiş. Bunun için en gerekli olan şey de bir çocukmuş kuşkusuz. Hele bir de erkek olursa…
Olur da... Olmuştur da… Olmazsa da oldurulur da… O çocuk ya da çocuklar geleceğin yöneticisi, iş adamı olma yolunda en iyi biçimde eğitilirler, yetiştirilirler. Kıvama geldiklerinde de yavaş yavaş ellerine bırakılır işin yönetimi. Ne var ki para pulun, malın mülkün geçmesi gibi yetenek ve beceri de geçmiyor babadan oğula. Günler gelip geçse de, büyüyüp evlense de, çoluk çocuk yapsa da işin bir ucundan tutan oğul, babasının beklediği beceriyi ve başarıyı tutturamamış bir türlü. Tutturacak gibi de görünmezmiş hem de. Bu da babayı üzer; ama daha çok da bozarmış.
Adamcağız bakmış, oğlu neyse de onca emek verdiği işler bozulacak, oğlundan yana değil işinden yana koymuş ağırlığını, oğluna yeni uğraş alanı bulmanın yollarını aramaya başlamış. Ona bir oyuncak bulup uzaklaştırmakmış amaç. Bulmuş da. Bir zamanlar başkanlığını da yaptığı spor kulübüne üye yapmış oğlunu. Aslında oğlanın o kulübün yandaşı olduğu da kuşkuluymuş; ama girdikten sonra olurmuş nasıl olsa. Ayrıca babanın yandaşlığı oğula da yetermiş. Salmış oğlunu çayıra, ardından da “Mevlam kayıra” demiş içinden. Artık kimi kayıracaksa o mevla…
Oğlan bir dalmış işin içine, dalmasıyla da o kısacık çayır çimen bile dalgalanmış. Dal başı, kol başı derken asıl baş olup çıkmış; ama o yükseldikçe kulüp batmaya başlamış. İş bilir iş adamının oğlu beşe alınacak şeyi ona alıyor; sonra da üçe satıyormuş. Açık büyüdükçe para yetmez olmuş, oğul elini cebine, bir anlamda da babasının cebine atmaya başlamış. Baba bakmış işin ucu yine kendisine dayanacak, çubuğun iki ucu da kirlenmeden, oğlunu dürtmüş. Kendisine parası bol, kaynağı sürekli başka bir uğraş bulmasını öğütlemiş. Rastlantıya bakın ki o sırada da böyle bir başkanlık boşalıvermiş. Ve oğul oraya kapılanmış. Orada oynar dururmuş. İşler orada da pek iyi gitmese de baba ipek mendiliyle alnındaki terleri silip bir “oh” çekmiş ki duyan dağlar tepeler yıkılır. Onlar çıkmış…
Evrensel'i Takip Et