26 Mayıs 2012 11:07

İstanbul ve olimpiyat oyunları

İstanbul ve olimpiyat oyunları

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İstanbul, 2020 Olimpiyat Oyunları için Tokyo ve Madrid ile birlikte adaylık statüsü kazandı... Ne büyük mutluluk!.. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, bunun hiç de kolay olmadığını, 9 ay boyunca gece gündüz çalıştıklarını ve sonuçta emeklerinin karşılığını aldıklarını söyledi. Olimpiyat oyunları hazırlıkları çerçevesinde hayata geçirilmesi düşünülen projeler hakkında bilgi veren bakan Kılıç, oldukça iyimser. Neredeyse 2020 Olimpiyat Oyunları organizasyonunun İstanbul’a verileceğinden emin. Öyle ki, kendisine sorulan, “Türkiye’nin 2020’de Avrupa Futbol Şampiyonası’na adaylığı da söz konusu. Siz daha önce ‘İkisinden birini istiyoruz’ diyordunuz. İkisi arasında bir tercih yapmak zorunda kalırsanız tercihiniz ne olacak?​” sorusuna, “Bizim ‘İkisinden biri’ diye bir sloganımız yok. Biz mümkünse ‘İkisi bir arada’ diye bir sloganı benimsemek isteriz” şeklinde karşılık veriyor. Ortada hayran olunacak bir özgüven mi, yoksa kaygı verici boyutta bir kendini bil(e)meme durumu mu var anlaşılamıyor?..
İstanbul ve olimpiyat kavramını bir yana bırakalım, İstanbul ve spor kavramı birbiriyle ne denli yakın, ne denli uyumlu ve ne denli örtüşüyor acaba?.. İstanbul denince kimin aklına -öncelikle- spor geliyor?.. “İstanbul hangi özelliğiyle ön plana çıkan şehirdir” sorusuna bu kentte yaşayan kaç kişi “Spor” karşılığını verebilir?.. Tabii sporu futboldan, spor izleyicisini de futbol taraftarından ibaret zannedenler dışında...
İstanbul’da yaşayan insanlara sunulan hangi hizmet uygar dünyaya yakışacak kalitede ve düzeyde?.. Olimpiyat oyunları için yapılacak birkaç spor tesisi, İstanbul’un, sonu gelmez bir rant iştahıyla açgözlü yağmacı, talancı takımına peşkeş çekildiği gerçeğini bize unutturacak mı?..
“Kentsel dönüşüm” söylemiyle kentin tarihi ve doğal varlıkları üzerinde estirilen hoyratlık kasırgasının, Olimpiyat oyunları adaylığı bahane edilerek daha da hızlandırılacağından hiç şüphemiz yok.
Birer çirkinlik ve görgüsüzlük abidesi olarak İstanbul’un dört bir tarafına saplanan gökdelen ve alışveriş merkezi gibi rant hançerleri, kent yetkililerinin “insan-kent-yaşam-mimari-uygarlık” konularındaki engin birikimini(!) açıkça ortaya koyuyor zaten. Tabii hayata hangi önceliklerle baktıklarını da...
Türlü kâr hesapları uğruna insanları mağdur etmeyi göze alabilecek kadar vicdansızlaşmanın getirisi mi olacak olimpiyat oyunları? Olimpiyat oyunlarını organize etme hayalinizin perde arkasında, rant hedefi değil de derin(!) bir spor sevdası bulunduğuna inanmamızı mı bekliyorsunuz?.. Hangi sözünüz, hangi uygulamanız, hangi politikanız böyle bir şeye inanmamızı sağlayabilir... Tam tersine bu işi, -hem doğrudan hem de dolaylı boyutuyla- muazzam bir rant fırsatı olarak gördüğünüzü ortaya koyan o kadar çok örnek var ki...
Yağma, talan ya da rant olimpiyatları gibi organizasyonlar söz konusu olsaydı işte o zaman hiçbir kent İstanbul ile yarışamazdı...

ÖNCELİKLER

Sporu profesyonel bir cendere içine sıkıştırarak, sadece kazanma anlayışıyla ve de düşmanlık üretecek kadar azgın bir rekabetle pratiğe döken bir kültürde, insan sağlığı ve mutluluğu gibi kaygılar kuşkusuz geri planda kalır.
Dünyada en çok ilgi gören sportif branşlardaki başarı düzeyimiz konusuna hiç girmeyip işi daha temelden ele alalım ve şu soruyu soralım: Şu anda spor alanındaki kültürümüzü, birikimimizi göz önüne aldığımızda, ihtiyacımız olan şey, olimpiyat oyunları düzenlemek mi, yoksa sağlık ve mutluluk hedefi  üzerinde yükselen yeni bir anlayışı spora hakim kılıp, bu anlayış doğrultusunda çalışmalarda, etkinliklerde bulunmak mı?..
Söz gelimi, her yaz ülkemizdeki denizlerde, göllerde, göletlerde ve akarsularda çoğu çocuk ve genç olmak üzere yüzlerce insan boğularak hayatını kaybediyor. Böylesine bir gerçek tüm acıtıcılığıyla karşımızda dururken Yüzme Federasyonu, öncelikli olarak uluslararası organizasyonlarda madalya hedefine yönelik çalışmalar mı yapmalı, yoksa ülke çapında bir seferberlik başlatarak herkesin küçük yaştan itibaren yüzme öğrenmesini sağlayan etkinlikleri mi hayata geçirmeli?.. Diyelim ki yüzücülerimiz olimpiyat oyunlarında çok başarılı bir performans sergileyip bir sürü altın, gümüş, bronz madalya kazandılar. Ama öte yandan ülkemizde hâlâ pek çok insan serinlemek isterken boğuluyor. O zaman bu madalyaların bir anlamı kalır mı?.. Dünyadaki tüm madalyaları toplasan, sadece 1 insanın hayatına karşılık gelebilir mi?.. Böyle bir durumda yüzme dalında kazandığımız madalyalarla gurur duyabilecek miyiz?.. Yoksa umarsız bir çelişkinin çıkmazında kahrolup kendimizden utanacak mıyız?.. Bunu söylerken, spor alanında insana “müşteri” misyonu biçen, bununla da yetinmeyip insani değerlerin bu alanda yer bulmaması için özel ve azami çaba gösteren anlayış sahiplerinin, utanç ve vicdan gibi kavramlardan çok zaman önce kendilerini arındırdıklarını(!) unuttuğumuz sanılmasın...
Temel mesele, spora ve insana bakış açısı. Spora ve insana rant üzerinden bakmayı özümsemiş bir kültür elbette her türlü uluslararası organizasyona ev sahipliği yapabilme fırsatının üzerine balıklama atlayacaktır.
Sporu rant aracı olarak görenlerle, insanın sağlıklı, mutlu bir hayat sürmesine katkı sağlamanın aracı olarak görenler arasındaki çekişme sürüyor. Ne yazık ki, şu anda “endüstri”, “marka değeri”, “tanıtım”, “imaj” gibi parlak(!) kavramlarla cilalanıp dayatılan rant hedefli düşüncelerin ağır bastığı dönemleri yaşıyoruz...

HASTALIKLI SPOR ALGISI

Hastalıklı spor algımız her fırsatta karşımıza dikiliyor. Olimpiyat oyunları hazırlıkları çerçevesinde İnönü Stadı’nın yeniden inşa edilmesi gündemde. Bu durumda Beşiktaş’ın maçlarını oynayabileceği bir stat bulması gerekiyor. Fatih Terim, Beşiktaş’ın maçlarını TT Arena Stadı’nda oynayabileceğini söylüyor. Ama bu öneriye Galatasaraylı yöneticiler ve taraftar grupları karşı çıkıyor. Taraftarlar, TT Arena’nın kendileri için bir mabet olduğunu vurgulayıp stada bir tür “kutsallık” payesi atfediyor ve “Başkaları buraya ancak deplasman takımı olarak gelebilir” diyorlar. “Onlar da, Ali Sami Yen yıkılırken Galatasaray’ın İnönü Stadı’nda oynamasına izin vermemişlerdi” gibi daha somut(!) gerekçeler öne sürmeyi de ihmal etmiyorlar. Rekabet adına sporu; düşmanlık, kin, intikam, kan davası gibi ilkelliklerin arasına sıkıştırdığımızın göstergesi değil mi bu türlü yaklaşımlar?..
Anlam verilmesi zor bu tepkinin arka planında, Beşiktaşlı cengaverlerin(!), Galatasaray taraftarlarının Beşiktaş’ta şampiyonluk kutlaması yapmalarına, “Bizim semtimizde sevinemezsiniz” zorbalığıyla izin vermemesinin payı da olabilir. Ama gelinen noktada bunu pek yadırgadığımız söylenemez. Artık iyice alıştığımız bir durum... Ne de olsa bizim spor algımızda başkalarının başarısını takdir etmek gibi bir olguya kesinlikle yer yok. Buna karşılık başkalarının başarısına tahammülsüzlüğün kapsama alanı oldukça geniş.   
Ama şu olimpiyat oyunlarını hele bir düzenleyelim, bunların hepsi düzelir elbette!..

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa