26 Mayıs 2012

Ne insan canı umurunda, ne kadın bedeni, Erdoğan’ın derdi ucuz iş gücü

DİĞER YAZILARI
Yüzümüzün karası 16 Ağustos 2014
İnsan sevmek 12 Temmuz 2014
Kavel\'de miyiz hâlâ? 28 Haziran 2014
Camın sırrı 21 Haziran 2014
Yasak bölge 14 Haziran 2014
Organik O.C 31 Mayıs 2014
Bir nefes... 24 Mayıs 2014
Soma\'nın iyi insanı 15 Mayıs 2014
YAZI ARŞİVİ

Her konuda bir şeyler bilme, bir şeyler söyleme davranışının, psikolojide yeri var mı acaba? Bir nevi takıntı, bir tür sosyal davranış bozukluğu mu? Bir Başbakan, aklına gelen gelmeyen her konuda bir “fikir” ifade ediyor; sonra da uygun zamanı bulduğunda bunu hayata geçirmeye çalışıyorsa, o sistemin adı ne olur? Öğretmenler “az çalışıyor” gibi... Eğitimcinin çalışma biçimi, saatine dair yorum yapmadan önce birazcık “inceleme” gerektirmez mi? Öğretmenin “mesai”si, girdiği ders saati ile ölçülebilir mi? Sahi, başka ne iş yapar öğretmen? Bilgisi var mıdır Başbakanın? Üstelik, “maaş” konuşurken; “üstü örtülü tehdit” toplusözleşme “racon”unda var mıdır?
Dizi karakteri Behzat Ç.’nin evliliğini bile dert etmiş bir zihniyetin varacağı son “saçmalama” noktasını tahmin edebilen var mı? Bir çiftin kaç çocuk yapacağı meselesi zaten yıllardır gündemden düşmüyor. “Beni ne ilgilendirir?​” demiyor Başbakan. Daha ileri gidip, doğurma yöntemine dair bile konuşuyor... Oysa, “sezaryen mi, normal doğum mu?​” sorusuna kadının doktoru ile birlikte yanıt araması gerekmez mi? Sezaryen oranının yüzde 42’leri bulması elbette çok ciddi bir sorun ve bunun nedeni “kolaycılık”ta değil, tam da AKP Hükümetinin oluşturduğu yeni sağlık sisteminde... “Sezaryen”e karşı çıkılma nedeninin de tamamen “ekonomik” olduğunu herhalde hatırlatmaya bile gerek yok.
Şimdinin tartışması kürtaj? “Ben doğru bulmuyorum”, “Kesinlikle yasaklanmalı”, “Kürtaj cinayettir” türünden sözler bir Başbakanın ağzından çıktığında ne ifade eder? Ne anlamalıyız? Küçük Amerika’yız ya; nurtopu gibi bir “kürtaj” tartışmamız oldu işte... Kolay değil; Amerika’da Cumhuriyetçiler ile Demokratların anlaşamadığı tek konu neredeyse bu! Bir de kısmen eşcinsel hakları var işte; gayrısında tamamen hemfikirler!
“İnsan canı” değerli ya; hesapta o yüzden karşı çıkıyor neomufazakarlar! Irak’ta 1 milyon insan ölmüş, kimin umurunda! Kan gölüne dönen dünya, işsizlik intiharları, açlıktan ölümler... “İnsan canı”nın kutsallığı, sadece “dinin yasakladığı” işler olunca akıllarına geliyor.
Bizimkiler de fena halde benziyor, Amerikan Neocon’larına... Ama sanmayın ki; sadece “dini” referanslıdır bu tutum... Burada ya da Amerika’da; dert “yeşil dolar”ların derdi. İşin ucu hep “ekonomi”ye; hep “patronların çıkarı”na çıkıyor nedense! “Üç çocuk yapın, yetmez beş çocuk yapın”ın devamıdır “kürtaj yasaklansın” tezi de... İşin ekonomisini Bülent Falakaoğlu’na bırakalım; “Niye ihtiyaçları var”, “Neden üç beş çocuk lazım”, “Kürtaj niye yasaklansın istiyorlar” açıklayıversin...
Bu tartışmaların hepsinin odağında kadın olduğunu atlamayalım. Kadın bedeni üzerinde süren tartışmayı “erkek iktidarı”nın sürdürmesi zaten sorunun özeti. Kendi bedeni içinde, ona bağlı olarak büyüyecek cenin ile ilgili kararın bile “piyasaların ihtiyacı” ve “Başbakanın iki dudağı arasındaki söz” ile verildiği bir dünyadayız!
Üstelik, devletin hastanelerinin çok büyük çoğunluğu zorunlu haller dışında kürtaj yapmıyor; çok azı da “Sadece evli kadınlara, kocalarının izniyle” kürtaj uyguluyor. Bu mu, kürtajın yasal hak olduğu ülke? Geçin bir kalemde... “Kadın erkeksiz sokağa çıkamıyormuş” diye alaya aldığımız Suudi Arabistan’ın bir adım önündeyiz, diye mi sevineceğiz?
Kürtajın yasak olduğu ülkelerde, tümü yoksul sınıflardan gelen on binlerce kadının “illegal kürtaj”larda yaşamını yitirdiği gerçeğini de görmezden gelelim. Kürtaj hak olmaktan çıktığında, bunun bedelinin “kadın ölümleri” olacağını görmek çok mu zor? Amerika’da kürtajın yasak olduğu eyaletlerde “yasa dışı kürtajlar”da ölenlerin yarısı çoğu Afrika kökenli Amerikalılar; diğer yarısının çoğu da Porto Riko’lular... Genetik yatkınlık değil elbette; insan ölümüyle kendini gösteren yoksulluk gerçeği!
Üstelik, kadını bu kadar “düşünen”, kadına dair en yetkili ağızlardan fetvalar veren bir hükümetin yönettiği ülkede; şiddet, cinayet, tecavüz, taciz; ne kadar aşağılık suç varsa, almış yürümüş. Üstelik, bu suçlara bulaşanlar kolayca aklanıyor; “tahrik indirimi” ile en hafif cezalara çarptırılıyorlar. Bakın işte, dünkü Haber Türk gazetesi... Sürmanşette Başbakanın “Kürtaj cinayettir” sözü var. Bildik sözler... Hemen yanında iki haber, birinin başlığı “Şaşırtan tahrik”, diğeri “Taksitle kız sattılar”... İlk olayda, “Eşi ve kumasıyla birlikte yaşayan bir adamın, kumasının kardeşiyle birlikte olması, eşi boşanmak istemeyince de onu öldürmesi” ile ilgili bir dava haberi. “Karım başkasıyla ilişkiye girdi” demiş ve tahrik indirimi almış, müebbet hapisten kurtuluş bu adam. Şimdilik Yargıtaydan dönmüş mesele... İkinci vaka; 17 yaşında bir genç kızın 66 yaşındaki emekli öğretim üyesine satılması meselesi... İki taksit halinde 25 bin liraya... Daha kaç olay, kaç dram var; bu ikisi sadece “zamanlama” ile ilgili bir yanyana gelme... Ne diyeceğiz?
“Kadın bedeni” üzerine kurulu hamasi siyaset nutukları sürecek gibi görünüyor; 34 insanın savaş uçaklarıyla katledildiği trajediyi bile kürtaj çıkışına “meze” yapmaktan kaçınmayan bir zihniyet var orta yerde. Dün de “Her kürtaj bir Uludere’dir” diyor Başbakan. İdris Naim Şener’in açıklamalarından “rahatsız” olan Başbakanın sözü bu!
Sözün önü de var; “Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz, her kürtaj bir Uludere’dir”.  Evet, yatıp kalkıp Uludere demeye devam edeceğiz; bugün bile katliamı meşrulaştıran açıklamalar geliyorsa; suçlular hâlâ yargı önüne çıkarılmadıysa, bu cinayeti, bu katliamı unutmayacağız, unutturmayacağız!
Ne demiştik hepbirlikte; “Katır sırtında ölüler, unutursam kalbim kurusun”...
AKP Genel Merkez Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi’nde devlet eliyle işlenmiş bir katliam ile kadınların en doğal ve yasal hakları arasında böyle bir koşutluk kuran zihniyeti, nasıl yorumlayacağız ki? Ne diyeceğiz? Bir yanı; Uludere Katliamı’nı küçümseme, aşağılama tutumu; öbür yanı “kürtaj karşıtı dinci propaganda”nın somut gerçeğe dönüşmek üzere olduğu gerçeği...
Kadınların bedenine bir kez daha, dini referanslarla tahakküm kurmaya çalışan, “aslına rücu etmiş” bir iktidar var karşımızda... “Dini referans” sözü yanıltmasın, hedefini açıkça söylüyor Başbakan, “din” burada kullandıkları bir araç. Kürtaj ve sezaryen karşıtlığını “Türk milletinin dünya sahnesinden silinmesi için sinsi bir plan” olarak açıklıyor ve ekliyor: “Bu millet muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkacak, çıkmalıdır. Bunun için de genç dinamik nüfusa ihtiyaç var. İnsan ekonominin temelidir. İnsan varsa ekonomi var, sermaye, üretim ve tüketim var. İnsan yoksa bunların hiçbiri yok. Bunun için genç nüfusu artırma gayreti içinde olacağız. Aksi halde 2037’de ihtiyar bir nüfusla gerileme dönemine gireriz”.
Tüm dert budur; tüm plan budur. Ne insan canı umurunda, ne kadın, ne genç... Başka hiçbir şey umurunda değil bu iktidarın. İktidarını “genç nüfus yoğunluğu”na, yani ucuz iş gücüne bağlamış bir “ekonomik model”dir kafasındaki... “Türk milleti”ni sayısal olarak artırmaktan medet umar hale gelmiş, “tüccar siyaset” kafası...
Doğumu “sıkıntılı” olmuş bir siyasi iktidar. Ağır bir ekonomik krizin ardından, cumhuriyetin çözemediği kronik sorunlar toplamını çözmek iddiasıyla doğmuş; Amerikancı neomuhafazakar’lar ile yerli neoosmanlıcılar’ın kırması; “tek adam”cı, “ılımlı İslam”cı bu neoliberal bir politik akım; Amerikan müdahaleli bir “sezaryen doğum” ile ortaya çıkarıldı bu ülkede...
“Statükocu muhalefet”in saçmalıkları ile bugünlere taşındı. 10 yıldır bu “gereksiz doğum”un ceremesini çekiyoruz; “aldırmak” için çok mu geç acaba?

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et