Bomba atmak yalan söylemeye benzer
“… tanıdığım hiçbir insanı öldürmem. Hepimiz kör bombardımancılarız. Tanımadığımız insanları öldürürüz… Bomba atmak yalan söylemeye benzer. Nasıl da susturur her şeyi. Bir süre sonra hiçbir şey görmez, işitmez olursun.” Bu sözler, John Huston’ın “Uygunsuzlar (The Misfits)” filminden bir sahneye ait. Eli Wallach’ın canlandırdığı savaşta bombardıman pilotluğu yapmış olan Guido, Marilyn Monroe’nun canlandırdığı Roslin’e söylüyor bu sözleri. Tanımadığı insanları öldürmek… Körlük… Körü körünelik… Sosyal psikoloji alanında itaat üzerine yapılmış deneyler var. Bunlardan birine katılmış olan gerçek deneklerden birinin ağzından: “Sürekli olarak yumruk sesini duyduğum halde, orada gerçekten bir insan bulunduğunu unutmanın kolaylığı çok ilginçti.” Bu deney hakkında biraz bilgi verelim.
1960’ların başında Stanley Milgram1 itaat üzerine önemli deneyler yaptı. Milgram bu deneyleri, Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann’ın Kudüs’te yargılanmaya başlamasından 3 ay sonra başlattı. Amacı, özellikle, Yahudi soykırımında yer alanların sadece onlara verilen görevleri yerine getiriyor olup olmadıkları sorusunu yanıtlamaktı. Deneyde öğretmen rolünde gerçek bir denek, komutları veren bir araştırmacı ve öğrenci rolünde yalancı bir denek vardı. Gerçek denek, cezanın belleği nasıl etkileyeceğinin araştırıldığı bir öğrenme deneyine katıldığını sanıyordu. Yalancı denek yandaki odada sözde elektrikli sandalyeye bağlı olarak bekliyor ve kendisine sorulan sorulara yanıt veriyordu. Yanıtlar yanlış olduğunda, gerçek denek, yalancı deneğe artan oranlarda (30’dan 450 volta kadar) elektrik şoku veriyordu. Yalancı denek, kendisine elektrik şoku verilmeye başlandığında çeşitli tepkiler veriyordu; örneğin, artık dayanamadığını söyleyip deneyin durdurulmasını istediğinde araştırmacı, gerçek deneğe, şoku vermeye devam etmesi yönünde bir talimat veriyordu. Gerçek deneklerin çok büyük bir kısmı (% 65) verdikleri şoku artırarak sonunda en yüksek şok derecesini uyguladılar. Odadaki kişi için ne gibi sonuçlar doğuracağını dikkate almadan… Tıpkı bombardıman pilotu Guido’nun söylediği gibi tanımadıkları ve görmedikleri kişilere, körü körüne…
Milgram’a göre, bazı denekler için bu deney, saldırganlık duygularının boşaltımı için yardımcı olmuştur; bazıları için ise, itaat eğiliminin ne kadar köklü olabildiğinin ve başkaları için doğuracağı sonuçlara bakmaksızın böyle davranılabileceğinin bir kanıtıdır; her nasılsa denekler, kendilerini bir türlü kurtaramadıkları bir ortamın içinde bulmuşlardır. Bazı durumlarda bireyin davranışlarını belirleyen etmenin, onun nasıl bir insan olduğundan ziyade, içinde bulunulan ortam olduğunu vurgular Milgram; kişi, kendine özgü bir hızı ve akışı olan bir ortamın parçası haline gelir ve bundan (bir akıntı benzetmesi yapıyor) kendisini nasıl kurtaracağını bilemez; denekler, yetkenin tuzağına düşmüş ve sert davranmıştır. Milgram, makalesinin başında bu deneyin bir kişinin bir diğerine üçüncü bir kişiye acı vermesini emretmesi durumuyla ilgili olduğunu ve savaşlara ve örgütlenmiş tüm düşmanlıklara bu üçgenin (otorite, yürütücü ve kurban) değişik biçimleri olarak bakılabileceğini de söyler.
Bu deneyde ilgi çekici olan başka bir durum ise deney senaryosunun öğrenme sürecine ilişkin olması… Elektriği veren gerçek denekler bir eğitim-öğret(n)me sürecinin, dolayısıyla bir başkasını biçimlendirme sürecinin parçası olduklarını düşündükleri için de araştırmacıya itaat etmiş olabilirler. Bu deneyin sonuçlarının devletin bütün ideolojik aygıtlarını yakından ilgilendiriyor olması dışında özellikle de eğitim ve öğre(t)nme süreçlerini çağrıştırıyor olması dikkat çekici. Sadece bu nedenden dolayı, eğitim sistemini ilgilendirmiyor bu deney. Sistemin her kademede hiyerarşik özelliklere sahip olması ve altın üstüne itaat etmesini beklemesi, belirli kazanımların elde edilmesinin beklendiği tek tip müfredat uygulaması, Bologna sürecine endeksli sözde bilimsel üretim, halkın fikrini almadan tepeden biçimlendirilen ilk ve ortaöğretim sistemi… Her meslek alanının ve toplumsal kesimin milli (!) eğitim sisteminden beslendiği ve insan kaynağını buradan sağladığı düşünüldüğünde otoriteye itaat temelinde örgütlenmiş bir yapının (hiyerarşi içinde alttan [öğrenciden milli eğitim bakanına] üste doğru) savaş ve düşmanlık kültürünü topluma yayarak yeniden üretmesi beklendik bir durum. Savaş ve düşmanlık kültürünün egemen olduğu ve yeniden üretildiği bir ortamda hatırı sayılır bir çoğunluk, sorgulamadan, kendisine söyleneni yapar. Sonucunu düşünmeden… Özür de dilemez… Tanımadığı insanların aç kalmasını da, ölmesini de öldürülmesini de umursamaz.
1 Batmaz, Veysel (Derleyen) (2006). Otoriteryen kişilik. Salyangoz Yayınları. İstanbul.
Evrensel'i Takip Et