30 Mayıs 2012

Irkçı nüfus politikası, bilim ve kadın düşmanlığı

“Kürtaj cinayettir” diye, tebaasının alkışları arasında rüzgarı körüklerken, muhaliflerini “Türk milletine karşı uluslararası komplo”nun “figüranları” olarak suçlayan Erdoğan, Uludere-Roboski’deki toplu katliam ile doğum yöntemleri arasında tersten bağ kurarak, “Her kürtaj bir Uludere’dir” buyurunca, AKP kurmayları, “Kürtaj yasaklanmalı!” tasarılarıyla aktüel gündeme bir madde daha eklediler. Ailelerin kaç çocuk sahibi olacaklarını ve doğum yöntemlerini “Türk milletinin dünya sahnesinden silinmesi için” yapılan ya da yapılmakta olan “uluslararası sinsi plan” ile ilişkilendirerek, “milliyetçi, muhafazakar ve mukaddesatçı” kitlelerin duyguları ve duyarlılıklarının istismarını sürdüren Başbakan,“Bu millet muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkacak, çıkmalıdır. Bunun için de genç dinamik nüfusa ihtiyaç var. İnsan ekonominin temelidir. İnsan varsa ekonomi var, sermaye, üretim ve tüketim var. İnsan yoksa bunların hiçbiri yok. Bunun için genç nüfusu artırma gayreti içinde olacağız. Aksi halde 2037’de ihtiyar bir nüfusla gerileme dönemine gireriz” demektedir.
Burjuva politikasında nüfus sorunu başlıca iki türlü istismar edile gelmiştir: bunlardan birincisi, dünya kaynaklarının “fazla nüfus” karşısında yetersiz kalacağı gerekçeli olarak “nüfusun azaltılması” ya da düşük doğum oranlarının bir politika sorunu haline getirilmesidir. Hızlı nüfus artışı işsizlik ve yoksulluk nedeni sayılarak, kapitalist üretimin sermaye kârlarını her şeyin önüne alan karakteri gizlenmiş; çok çocuklu aile yapısının yaygın; açlık ve issizliğin, yoksulluk ve yoksunluğun hakim olduğu ülkeler halklarına karşı ırkçı aşağılama ve savaş dahil, ayrımcı-ırkçı politikalar buradan hareketle haklı gösterilmeye çalışılmıştır. İkincisi ise, siyaha karşı beyaz ırkın, ezilen ulusa karşı ezen ulusların “üstünlüğü”nü ve ayrıcalıklarını yalnızca hakim sınıfın sermaye üstünden sağladığı güce değil, nüfus çoğunluklarına da dayanarak sürdürme hesaplarını içeren nüfusu artırma politikasıdır. Hak mücadelesi veren farklı kesimlerin “hızlı ve yüksek çoğalma oranı”nın “içerdiği tehditler”den söz edilmiş, daha ileri hedeflere ulaşma ve dünya politikalarında etkili olma iddiası ile “nüfus ve savaşma kapasitesi” arasında bağ kurularak, başka ülkeler halklarına karşı saldırı ve savaşlar haklı gösterilmek istenmiştir. Burjuvazi, başka ülkeler halklarına karşı savaşlarda ölecek emekçi çocuklarına ihtiyaç duymuş, ordularının “erat”ını onlardan oluşturmuş, onları kendi ana babalarına karşı savaşa sürmekten de kaçınmamıştır.
Tayyip Erdoğan’ın, genç nüfus yoğunluğu ve gücüne vurgusunun kapitalist kâr için üretim ile bağı yadsınamaz. Üretici emekçi; işçi sınıfı ve emekçiler, emek güçlerini kapitalistlere satarak yaşam gereçlerini edinmeye çalışanlar ve onların çalışması olmasa, ne kapitalizm, ne de onun asalak yöneticileri var olamazlardı. Ama, bu vurgu, kapitalist üretimde işçi-ve genç işçi nüfusun mahkum edildiği sorunlar nedeniyle de gerçeğe aykırıdır. Kapitalist kâr için genç, yetenekli ve ucuz iş gücüne ihtiyaç olduğu ne kadar doğru ise, kapitalist gelişmenin uluslararasılaşması ve bilim ve teknikteki gelişmelerle birlikte, daha fazla kâr için daha az işçiyle üretimin sürdürülmesi gereksinmesi ya da pratiği de o denli somuttur. Bu vurgu sahtedir; çünkü, Türkiye’nin çalışabilir genç nüfusu yüzde 27’lere varan oranda işsizdir. Erdoğan ve hükümeti, yeni genç nüfusun gereksinmelerini karşılayacak bir politika izlemek bir yana, mevcut genç nüfusu yokluk ve yoksullukla terbiye etme savaşı yürütüyorlar. İş isteyen, eğitim hakkının herkes için parasız, bilimsel ve demokratik olarak sağlanmasını talep eden gençler panzer ve polis saldırısı ve tiranlık yargısıyla zindanlara dolduruluyor.
Öyleyse, “genç nüfus yoğunluğu”na ihtiyaç vurgusu ve “Türk milleti”ni çoğaltmaya çağrı, salt kâr amaçlı kapitalist üretime ucuz iş gücü yedeğini çoğaltmakla sınırlı olmayan, şovenist ırkçı amaçlarla dolanık bir vurgudur. “Milletin çoğalması“na karşı “sinsi” ve “uluslararası komplo”lardan söz ederek, bağnaz-tutucu ve bilimsel düşünme yöntemlerine düşman ideolojik görüşlerine alıcı kitlesini genişletmeye çalışan AKP sözcüleri, Kürtaj tartışmasını tam da burada ve Kürt sorunuyla da bağlantılı şekilde gündeme taşımakla, bunu açığa vurmuşlardır. Açlık, işsizlik, yoksulluk ve yoksunluk olmayacak vaatleriyle kitlelerin karşısına çıkan AKP Hükümetinin kitlelere dayattığı yoksulluk ve açlık içindeki bir yaşam olmasına rağmen, o genç issiz yığınlarının gözüne baka baka, yeni genç nüfusa ihtiyaçtan söz etmektedir. Kürtlerin ulusal hak eşitliği talebini ordu ve polis gücüyle yanıtlayan bu anlayışın, “millet” vurgusunun, bir “teklik”-tekleştirme muhafazakarlığına denk düştüğü görülmüştür.
Kürtaj karşıtlığı, kürtajın bilimsel ve tıbbi olarak, aile ve kadının isteği ve doktorlarının görüşleriyle değerlendirilmesini değil, zorba bir tiranlık anlayışının kadına ve ana-babalara, sözüm ona “çocuk hakkı” ve “doğmamış canlının yaşam hakkı” adına dayatılmasını ifade etmektedir. Anne-babaların, bakabilecekleri kadar çocuk ‘sahibi olmaları’ hakkını ayaklar altına alan, bu hakkın gerçekten hak olarak kullanılabilmesi için gereken maddi-kültürel, eğitimsel ve sağlık koşullarını sağlamak yerine, “Daha fazla çocuk doğurun, çoğalın, milletimizin buna ihtiyacı var!” fetvalarıyla kadın cinsi başta olmak üzere, tüm anne-babaların karşısına zorba yöntemlerle çıkan bu zihniyet, toplumsal yaşamı her yönüyle cendereye almanın yeni arayışları içindedir.
AKP ve hükümeti, kadını, kadın yaşamı ve sağlığını önemsemeyen bir anlayışa sahiptir. Kadını “erkeğin malı” gören bu anlayışın kadın hakları, çalışan annelerin kreş, yeterli süreli ve ücretli doğum izni istemi karşısındaki tutumu reddedici polisiye tutumdur. Yeteri sayıda uzman doktor, sağlıkçı, hemşire, hastabakıcının, tüm temel ihtiyaçlarını karşılayacak gelire ve yararlı bir çalışma için gereken tüm araçlarla koşullara sahip olarak, ihtiyaçları karşılayacak hastane, sağlık ocağı, klinik ve polikliniklerde görev yapmaları için kaynak ayırma yerine, sağlığı ve halkın yaşamını kapitalist işletmelerin kâr hedeflerine bağlayan politikalar izliyor. Kadın ve çocuğu, özellikle de Kürt, Alevi, işçi ve emekçi ise, saldırı ve cinayetlerin hedefindeyken, polis ve jandarma saldırılarına uğruyorlar iken, “kürtaj cinayetleri” üzerine vaaz vererek, doğurmanın ölümle eşitlendiği durumlar dahi suç hanesine yazılarak, genel-geçer bir Orta Çağ yasası dayatılmak isteniyor. Kadın yaşamı şimdi daha fazla tehdit altındadır, ve bilime karşı, “dinsel ideoloji referanslı” meydan okuma güç kazanmıştır.
Tayyip Erdoğan, kürsülere çıktığında, izleyici kalabalıkların sayısıyla da bağlı olarak yükseliş trendi gösteren bir öfke seli içinde, bilime, aydınlanma geleneğine, modern yaşam anlayışına karşı, savaş çağrıları çıkarmayı, bir tür alışkanlık haline getirmiştir. Devletin tüm kurumlarını yönetimine alan, güç ve iktidar sahibi ve militan Türk milliyetçisi Erdoğan, insanları etnik kökenine, dini inançlarına, mezhep farklılıklarına, sınıfsal ve cinsel ‘kimlikleri’ne göre ayıran bir “inançlar sistemi”nin savunucusu olduğunu her fırsatta dışa vurmuştur. AKP Hükümeti, “yaradılış” inancını bilimsel görüşün yerine ikame etmek için kolları sıvamış, Kur’an okutulmasını zorunlu hale getiren adımlar atmış; öğretim sistemini tutuculuk ve bağnazlığın genç nüfus içinde güç bulması amacıyla değiştirmiş; Evrim teorisine karşı resmi-gayriresmi savaş ilan etmiş; sanat eserlerini yıkma ve aşağılama ve sanatçıları cezalandırma yöntemini benimsemiş; valilerin, müftülerle “din görevlileri”nin eğitim sistemine müdahalesine kapıları ardına dek açmıştır. “Kürtaj cinayettir!” açıklaması, bu dini mevzi genişletme ve dinin toplum yaşamındaki etkisini artırıp genişletme çabalarıyla da dolaysız ilişkilidir. Erdoğan ve ‘kurmayları’nın gündeme getirdikleri sorun, “rahimlere müdahale” söyleminden çok daha vahim gelişmelerin bir unsurudur ve karşı mücadelenin de tüm bu gelişmelerin “bütünselliği” üzerinden yürütülmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Bir yandan barınma, beslenme, temiz su, sağlık, bilimsel bilgiye dayalı eğitim sorunlarıyla karşı karşıya bulunan on milyonlarca emekçinin arayışı ve beklentileri; diğer yandan AKP ve hükümetinin dayatmaları, toplumu mengeneye alma çalışması ve zorbalığı. Bir yandan genç-çocuk, kadın-yaşlı insanların ölümüne ve sakat kalışlarına yol açan bir üretim sistemi ve yönetim tarzını dayatma, diğer yandan ekonomi ve büyüme hesaplı “daha fazla doğurun” çağrıları-ve hatta zorbalığı! Bir yanda çocukları kurşunlayan iktidar silahşorları, diğer yanda “çocuk hakları” üzerine sahte söylem. AKP ve hükümetiyle onu yönetenlerin fikir ve zikirleriyle belirgin durumdur bu.  
İhtiyaç, tiranın durdurulması, vahşi kuşatmanın dağıtılmasıdır. Aldatılıp yedeklenenleri dahil, emekçilerin, kendi durumlarının bilinciyle bu zorba tahakkümden kurtulmak için harekete geçmelerine ihtiyaç artmıştır. Göz bağcı- kara propagandanın gücü ve etkinliğinin kırılması için kitlelerin gerçeklere uyanmasına daha fazla ve daha doğrudan yardım edecek bir mücadele hattına; gerçeklerin açıklanmasına ve örgütlü mücadeleye ihtiyaç vardır. Bu mümkündür ve esasen bu yoğun saldırıların bir özelliği de halka bu yolun bir türden gösterilmiş olmasıdır.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et