02 Haziran 2012 08:40

UEFA kriterleri adına!..

UEFA kriterleri adına!..

Fotoğraf: Envato

Paylaş

UEFA’nın, vergi ve transfer konularındaki mali yükümlülüklerini yerine getirmedikleri için Beşiktaş, Bursaspor ve Gaziantepspor’u 1 yıl Avrupa kupalarından uzaklaştırma kararı almasını medya, “Türk futbolunun kara günü”, “Türk futboluna ağır darbe” gibi başlıklarla duyurdu. Şimdilerde pişkince tavırlar takınarak sorumlu arayışındalar. Kendilerinin bu süreçteki rolünü hatırlamadan elbette...
Yaratacağı olası ekonomik sıkıntıları hiç gündeme getirmeyerek kulüpleri “yıldız oyuncu” transferine zorlamak adına kamuoyu baskısı oluşturan kendileri değil miydi?.. O zaman endişe edilecek bir durum yoktu ama... “Bu kadar parayı kim verir, nasıl verir” gibi sorulara gerek bile duymuyorlardı. Çünkü ülkeye gelecek yıldız oyuncular üzerinden onların da birtakım hesapları, beklentileri vardı.
Aslında onlara da hak vermek lazım(!) Ne de olsa altyapıdan çıkan gençlerle ilgili yapılan haberler, yıldız oyuncularla ilgili yapılan haberlerden çok daha az ilgi görüyor. Yıldız oyuncular henüz ortalıkta görünmezken, sadece yalan transfer haberlerinin öznesi olarak bile, tiraj ve reytinge hatırı sayılır oranda katkı sağlayabiliyorlar.
Kısa vadede başarı arzusuyla yanıp tutuşan yöneticiler de, bu hedeflerine ulaşabilmek adına kadroyu yıldızlarla donatmanın şart olduğuna inanıyorlar. Yaptıkları her yıldız oyuncu transferiyle arkalarındaki taraftar desteğinin daha da büyüdüğünü görüyor, bundan cesaret alarak doymak bilmez bir iştahla üstelik de yeterli ekonomik güce sahip olmadıkları halde yeni transferlere yöneliyorlar. “Nasıl olsa başarılı olunca para da gelecek, o zaman açıklarımızı kapatırız” umuduyla ve de işlerin umdukları gibi gitmemesi seçeneğini hiç düşünmeden...
Peki şimdi karalar bağlayan taraftarlara ne demeli?.. Yıldız transferleri havaalanında karşılayıp omuzlarında gezdirirken onlar için de ortada bir sorun yoktu. Hatta yeni yıldız oyuncuların transfer edilmesi için “Yetmez!” diye haykırıyorlardı... O zamanlar değirmenin suyunun nereden geldiğini hiç merak etmiyorlardı. Nasıl olsa zengin yöneticiler vardı. Onlar parayı bastırır, her istedikleri oyuncuyu getirebilirlerdi. Yöneticilerin de tıpkı kendileri gibi her türlü fedakarlığı göze alabilecek kadar derin bir sevdayla kulüplerine bağlı olduklarını zannediyorlardı. Ama gerçek, zannettiklerinden farklıydı. Yöneticiler parayı, takımlarından çok daha fazla seviyordu.
Yöneticiler ve  taraftarlar yıldız oyuncular sayesinde rakiplerini eze eze yenip bütün kupaları alacaklarına inandıkları için, transfer edilen oyuncular da kazandıkları büyük paralar nedeniyle mutluydular... Yani ilk başta herkesin yüzü gülüyordu.
Bir süre sonra bu gidişatın pek sağlıklı olmadığını görenlerin uyarıları duyulmaya başladıysa da bunlara pek kimse kulak asmadı. Zaten artık iş işten geçmişe benziyordu. Pahalı transferlere karşın başarı gelmeyince, harcanan büyük paralar geri dönmüyordu. Ekonomik sıkıntı büyüdükçe kulüpler ile futbolcu ve teknik adamlar arasında sorun çıkıyordu. Zamanında ödenmeyen paralar nedeniyle pek çok futbolcu ve teknik adam hakkını dava açarak aramaya başlarken, futbolun uluslararası patronu UEFA da gözünü kulüplere dikmişti. UEFA endüstrinin çarklarını kuralına göre döndürmeye kararlıydı. Aksaklığa tahammülleri yoktu. Parasal beklenti ve hedeflerin planlandığı gibi gerçekleşebilmesi için kimsenin gözünün yaşına bakmadan işleri tıkır tıkır yürütmeleri gerektiğini biliyorlardı. Zaten sistem, rant musluğunun başında olanları asla hayal kırıklığına uğratmamak, her durumda onları memnun etmek hedefi üzerine kurulmamış mıydı?..
Tabii bizim kulüplerimizin çoğu durumun ciddiyetinin farkında değildi. Bu nedenle, “Bir şekilde idare ederiz” mantığıyla bildikleri yoldan şaşmadan yüksek hızla ilerlemeye(!) devam ettiler. İşin sonunda bir kaza çıkacağını herkes anladığında ise önlem alabilmenin imkanı kalmamıştı. UEFA duvarına çarpan artık Avrupa’dan kapı dışarı ediliyordu...
Görünüşe bakılırsa UEFA, bütün bu kriterleri ve yükümlülükleri, daha adil ve eşitlikçi bir futbol düzeni için uygulamaya sokmuştu. Haksız rekabetin önüne geçmek için kulüplerin mali anlamda disipline edilmesi ve ciddi bir şekilde  denetlenmesi şarttı!..
Oysa paranın borusunun öttüğü bir toplumsal düzende eşitlikçi bir spor ortamı yaratmanın mümkün olamayacağını elbette onlar da biliyor. Böyle bir düzenin hangi alanında eşitlik sağlanabilmiş ki, sporda sağlanabilsin?.. Sadece, zengin kulüplerle diğerleri arasındaki farkın daha da açılmasını önlemek ve futbolun sonucu önceden tahmin edilebilen heyecanı düşük bir oyun haline dönüşmesini engellemenin yollarını arıyorlar... Yani asıl korkuları, birkaç zengin kulübün futbolda mutlak hakimiyet kurmasıyla birlikte, diğer kulüplerin kendilerini figüran olarak hissetmeye başlaması ve buna bağlı olarak da futbola ilginin azalması. Futbola olan ilginin azalması, futboldan kazanılacak paranın azalması anlamına geliyor çünkü...
UEFA, mevcut futbol düzeninin işleyişini sekteye uğratacak sorunlu kulüpler görmek istemiyor. Kulüpler sağlam bir mali yapıya sahip olup buna göre kadrolarını oluştursunlar ve güçlerini(!) sahaya yansıtabilsinler ki, rekabet, heyecan azalmasın, insanlar tuttukları takımın başarılı olacağına dair umutlarını hiçbir zaman yitirmesinler ve futboldan kopmasınlar...


FUTBOLUN CERAHATLERİ

Futbolumuzun şımarıklıkta ve küstahlıkta sınır tanımayan aktörlerinden kaleci Volkan bu kez de bir basın emekçisine yönelik olarak söylediği laflarla gündemde. Milli takımın Avusturya’daki kampı sırasında fotoğraf çekilmesi konusunda başlayan tartışmada Volkan bir foto muhabirine sinirleniyor. Tartışma doğal, her zaman yaşanabilir. Eh bir insan bazen sinirlenebilir de elbette. Ama, “Ben seni yazdım oğlum, seni evinden aldırmazsam ben de Volkan Demirel değilim” şeklinde mafya özentisi maganda ağzıyla tehdit etmek de ne demek?.. Volkan kendisini çete reisi falan olarak görüyor herhalde. Milli takımın kalecisi ya!.. Ülke olarak ona muhtacız ya!.. O da bulunduğu bu yüce(!) konumun hakkını işte böyle veriyor!..
Volkan’a ağzının payını vermesi beklenen ilk kişi olan Milli Takım Teknik Direktörü Abdullah Avcı’dan ise “tık” yok. Tabii şu anda çok işi var. Takımı 2014 Dünya Kupası Eleme Grubu maçlarına hazırlamakla meşgul!.. Futbolcuların kişiliği belli ki onun ilgi alanına girmiyor. “Yeter ki işime yarasın, gerisi beni ilgilendirmez” pragmatizminin hiç de hayırlı sonuçlar doğurmayacağının farkında değil mi?.. Bunun örneklerini geçmişte yaşamadık mı, hâlâ da yaşamıyor muyuz?..
Futbolu ahlak, erdem ve saygı yoksunu figürlerden bir türlü arındır(a)mıyoruz. Hatta arındırmak bir yana tam tersine onları ödüllendiriyoruz. İnsani değerleri umursamama konusunda hayli kabarık bir sicile sahip olan Emre Belözoğlu’nu milli takım kaptanlığına getiriyoruz mesela. Öyle anlaşılıyor ki Volkan’ın da milli takımda kaptanlık yapacağı günler uzakta değil.
Saygılı, ahlaklı, erdemli olmanın ve bu özellikler çerçevesinde centilmence mücadele etmenin her türlü sportif başarıdan çok daha önemli olduğunu kavrayamadığımız sürece, işimiz çok zor. Başarı ve ondan daha önemlisi saygınlık gibi bir hedefimiz varsa, futbolu cerahatlerden temizlemeyi becermeliyiz...

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa