Papağan toplum, papağan çocuk
Fotoğraf: Envato
Son yazımda rıza üretimi konusunu ele almış ve bugün devam etmek üzere yarıda kesmiştim. Geçtiğimiz hafta içerisinde olanlar, bu konunun ne denli önemli, gidişatın ise ne denli vahim olduğunu gösterdi. En yetkili ve susmak bilmeyen bir ağızdan söylenenler, henüz gidişin ne olduğunu anlayamamış olanları, hatta belki de “Yetmez ama evet” diyenleri bile uyandırdı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AKP Kadın Kolları Kongresi’nde inanılmaz, akıl almaz sözler söyledi. Bu sözleri, bir iktidar borazanına dönüştürülen TRT, “Başbakan sezaryen ve kürtaja karşı olduğunu ‘Her kürtaj bir Uludere’dir’ ifadesiyle bir kez daha dile getirdi” gibi şaşırtıcı bir ifade ile aktardı.
SİNSİ NÜFUS OYUNU
Başbakan daha önce hiç düşünülmemiş bağlantıları kurabileceğini ve hiç çekinmeden dile getirebileceğini bir kez daha gösterdi. Meğer büyük ve “sinsi” bir komplo varmış. “Ben sezaryenle doğuma karşı olan bir Başbakanım. (…) bunların (…) planlı yapıldığını biliyorum. Ve bunun bu ülke nüfusunun artmaması için atılan adımlar olduğunu biliyorum. Bunun bir taraftan da kendilerine mali kaynak teşkil etmesi için atılan adımlar olduğunu biliyorum” dedi.
Meğer bu sinsi plan ile “bir nüfus oyunu” oynanıyormuş: “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Ve bu ifademe karşı çıkan basın mensuplarına sesleniyorum. Yatıyorsunuz, kalkıyorsunuz ‘Uludere’ diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere’dir diyorum. Anne karnında bir yavruyu öldürmenin doğumdan sonra öldürmekten ne farkı var soruyorum sizlere. Ve bunun mücadelesini de hep birlikte vermeye mecburuz. Ve bu milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan olduğunu bilmek durumundayız. Bunun için de bu milletin çoğalması için asla bu oyunlara pirim vermemeliyiz. Bu millet muassır medeniyetleri seviyesine çıkmalıdır”.
Meğer Uludere (Roboski) Katliamı bir kürtaj ile eş değermiş. Meğer kitle imha silahlarını, o insansız hava araçlarını, napalm bombalarını, misket bombalarını ve mayınları üreten o korkunç sektörü hepten yanlış bilmişiz. Meğer asıl cinayeti kürtajı yapan hekimler, kürtaj isteyen kadınlar işliyormuş. Meğer kitle imha silahlarını almaya, üretmeye ve kullanmaya meraklı o devlet adamlarını sorgulamak hepten yanlışmış. Meğer bir seferde 34 kişinin öldürülmesini sorgulamayan, Hrant Dink cinayetini kimlerin örgütlediğini soruşturmayan, başkent Ankara’da 27 yenidoğan bebeğin ölümünün soruşturulmasına izin vermeyenler değil, kürtajı “cinayet” görmeyenler suçluymuş.
NASIL BİR ZİHNİYET?
Başbakan Erdoğan’ın dile getirdikleri, kendi içinde tutarlı bir zihniyetin ürünü. Bu zihniyete göre, kadın ve erkeğin rolleri baştan belirlenmiştir. Kadın erkekten sonra gelir ve asıl görevi anne olmaktır. Kadın ve erkeğin nasıl bir araya geleceği de önceden belirlenmiştir. Kadın ve erkek birlikte olmak istiyorlarsa, “kutsal aile” birliğini kurmak zorundadır. Cinsel ilişki ancak ve ancak bu birlik içinde yaşanabilir. Cinsel ilişkinin asıl işlevi üremektir. Bu nedenle cinsel ilişkinin sonucunda çocuk sahibi olunması zaten istenen ve ilahi bir olaydır. Kürtaj ise aslında ilahi düzene karşı gelmekten başka bir şey değildir.
YA ETKİLERİ?
“Kürtaj cinayettir” zihniyeti dogmatik din yorumlarının ürünü. İster ABD’de “yaşam hakkı” sloganı ile kampanya yürüten Protestanlar, ister Polonya’da veya İrlanda’da kürtajı yasaklamak isteyen Katolikler, ister Türkiye’de Erdoğan gibi düşünenler hep benzer bir anlayış sergiliyorlar. Kürtaj ilahi bir sonucu tersine çevirmektir. Bu nedenle de büyük bir suçtur. ABD’de kürtaj yapılan kliniklere ve kürtaj yapan hekimlere yapılan saldırılar, öldürülen hekimler dogmatik zihniyetin nelere varabileceğinin kanıtları.
NASIL BİR İNSAN?
Başbakan Erdoğan’ın sergilediği zihniyet tek tip insan üretmek isteyen bir anlayışı yansıtıyor. Bu anlayışta doğrular da, kurallar da zaten baştan belli. Doğrular ve kuralların belirsiz olduğu yerlerde zaten doğruları ve kuralları dile getirecek bir ruhban sınıfı var. Zaman ve mekan gibi şeyler birer ayrıntıdan öte değil. Dogmalar zaman ve mekandan etkileniyor olsalar, zaten dogma olmazlardı. Toplumda dogmaların sorgulanması ise büyük bir tehlike. Bu nedenle de polisi güçlü bir devlet ve sivili de polis gibi düşünen bir toplum gerek.
NASIL BİR ÇOCUK?
Dogmaların çocuklara erkenden belletilmesi, “güzel ahlak” için çok önemli. Ama günümüzde çocuklar “güzel olmayan ahlakın kuşatması” altında. Bir web sitesinde durum şöyle ifade ediliyor: “Gençlerimiz toplumumuzun geleceğidir, ancak bugünün gençleri inanç ve ibadetlerimiz konusunda biraz maneviyattan yoksun olarak yaşamaktadır, bu da toplumumuzda kendini bilmez, başıboş, amaçsız bir nesil yetiştirmekte ve toplum manen çürümektedir. Bugün etrafımıza baktığımızda gördüğümüz gençlerin birçoğu amaçsızca ve madde düzenine dayalı bir halde yaşamaktadır. Bugününü düşünen, yarınını hesaba katmayan bir gençlik yetişmektedir. Öte yandan bizim manevi mimarimiz camilerimizde ise genç görmek neredeyse imkansız. Biz inanıyoruz ki gençlerimiz camilerimizle buluşursa manevi kimliklerine bürünüp kendilerine çekidüzen verecekler ve sadece bugününü değil yarınını düşünür hale geleceklerdir.”
Bu nedenle her aracı kullanarak çocuklara ulaşılması gerekiyor. İşte bu nedenle, Diyanet İşleri çocukları camide namaza alıştırmak için “Haydi Çocuklar Camiye” kampanyası yapıyor. Hem de, “Namazı camide kıl, puanları topla, ödülü kap” sloganıyla. Ödüller “manevi” değil, koca koca “maddi” ödüller. Çocuklara çekici gelebilecek namaz çizelgeleri hazırlanıyor.
Kampanya tam destek ile yürütülüyor. Örneğin, Seydişehir’de yapılan ödül töreninde Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Dr. Ekrem Keleş, Konya İl Müftüsü ve Seydişehir Müftüsü dışında Konya Milletvekili Harun Tüfekçi, AKP Konya İl Başkanı, Seydişehir Belediye Başkanı ve başka yetkililer hazır bulunuyor.
ÇİZGİ FİLM DE GEREK
Ödüllü kampanyalar elbette tek başına yeterli değil. Çizgi filmler çocuklara ulaşmak için biçilmiş kaftan. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, temmuz ayında yayına başlayacak ve tümüyle dini yayın yapacak olan Diyanet TV için TRT’nin ünlü çocuk çizgi filmi Pepe benzeri bir karakterin oluşturulacağını belirtmiş: “Belki Yusuf veya Yusufçuk gibi bir karakter öne çıkacak bizim TRT Çocuk’taki Pepee, Keloğlan karakteri gibi. Bu markalarla belki yavruların, çocukların dini, milli duygularını geliştirici çalışmalar üreteceğiz. Adı başka bir şey olabilir ama Yusuf, abdest alacak, namaz kılmayı öğrenecek, umreye gidecek, Kur’an öğrenecek.”
İÇSELLEŞTİRME
Bütün bu çalışmalar ve baskı elbette ki, işe yarıyor. Yoksa bir kadın kolları kongresinde kadınlara söylenenler birçok ayakkabının havada uçuşmasına neden olurdu. Ama anlaşılan hiç itiraz eden olmamış.
Bu noktada, “Kimin Neferi?” (20 Mayıs) başlıklı yazımda yer verdiğim alıntılara bir daha bakmakta yarar var. Alıntılar Özlem Avcı’nın yeni kitabından: İki Dünya Arasında: İstanbul’da Dindar Üniversite Gençliği (İletişim Yayınları).
“Küçükken babam bana ve kardeşlerime zorla namaz kıldırır, camiye götürürdü. İlk başta babamızdan korktuğumuz için kılardık. Sonraları babamın bu baskısına karşı bir tepki olarak kılar gibi yapıyor ve sanki dua ediyor gibi dudaklarımızı kımıldatıyorduk. Aslında babamın istediklerini yapmayarak, onun baskıcı tavrına tepki gösteriyorduk. Ama yıllar geçtikçe öğrendim ki, babam iyi ki böyle bir baskıyla bize öğretmiş bunları. Bizim keyfimize bıraksa asla öğrenemez ve iki rekat namaz kılmaktan, iki satır dua etmekten aciz insanlar olurduk.” (s.116-117)
“Ben muhafazakâr, dindar ve çocuklarını 11-12 yaşından sonra namaza zorlayan bir ailede yetiştim. Başlangıçta bazı şeyleri aile zoruyla, baskısıyla yapıyorsunuz ama bilinçlenmeye başladıktan sonra (...) isteyerek, daha yoğun bir biçimde bu ibadetleri yerine getirmeye çalışıyorsunuz. (...) bu gelişme 13-16 yaş dönemine rastlıyor. Ve şimdi ‘ailem iyi ki bu konuda baskı yapmış’ diyorum.” (s. 117)
“İçinde bulunduğu çevre insanı şekillendirir. Nasıl bir ortamda bulunuyorsanız, o ortam yavaş yavaş sizi kendine benzetmeye başlar. Dolayısıyla ben kendi cemaatim dışında hiç kimseyle arkadaşlık etmemeye çalışırım. Çünkü ne kadar direnirseniz direnin, bir süre sonra aynı ortamda olduğunuz insanlardan, yanlış olduğunu düşünseniz bile, etkilenmeye başlıyorsunuz. (s.165)”
RIZA ÜRETİMİ
Geçen hafta incelediğim, Bağcılar Belediyesinin yürüttüğü Anayasa Çalışması’na dönersek, çocukların kendilerine öğretilenleri dile getirdiklerini ve bunun çocukların talebi olarak sunulduğunu görmek mümkün. Bu talepler arasında “okulda güvenliğin sağlanması için ve sivil polis bulundurulması” bile var.
Bağcılar Belediyesinin web sitesi incelediğinde çocuklara “önemli kişilerin”, “önemli tavsiyelerde” bulunduğu görülüyor. Örneğin, Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Muharrem Balcı, sigara, alkol ve Milli Piyango’nun zararlı olduğunu söyledikten sonra, öğrencilere bunların yasaklanmasına ilişkin mektuplar yazmalarını öneriyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Maliye Bakanına gönderilmek üzere.
Toplumun tek tipleştirilmesi, topluma dayatılanlara rıza gösterilmesi için çok önemli. Toplumun kendine dayatılanlara rızası olduğu gerekçesi çok işe yarıyor. Başbakan tarafından sürekli dile getirilen “millet iradesi” kalıbının temelinde bu gerçekler yatıyor.
ÇOCUĞUM BİR PAPAĞAN
Diğer yandan, toplumun tek tipleştirilmesi aslında bireylerin papağanlaştırılması anlamına geliyor. Kendine söyleneni belleyen ve yineleyen bir kitle… Her bireyin aynı fikirleri taşıdığı, aynı dogmaları benimsediği, belirli düğmelere basıldığı zaman belirli tepkileri veren bir kitle. Uysal ve uyumlu bir kitle.
Belli ki, iktidardakiler özgür bireyler değil, birer papağan istiyorlar. Bu hedef muhafazakarların en bariz açmazlarından biri aslında. Onlara hemen sormak gerek: Gerçekten çocuğunuzun bir papağan olmasını mı istiyorsunuz?
- Netta Lannes Arbel: Gözlerimi kapatmayı reddediyorum 12 Ocak 2025 04:15
- Boğaziçi direnişi sürüyor 05 Ocak 2025 04:18
- Neden unutturmak istiyorlar? 22 Aralık 2024 04:15
- Çocuk çocuktur! 08 Aralık 2024 04:29
- Soul Behar Tsalik: Gazze’den çıkın! 01 Aralık 2024 04:30
- Profesör Saibaba ardından 17 Kasım 2024 04:01
- Irkçılığa karşı zırh gerek 03 Kasım 2024 04:03
- Almanya, militarizm ve okullar 20 Ekim 2024 04:15
- Nihon Hidankyo kuruluş bildirgesi 13 Ekim 2024 04:15
- Yuval: Soykırıma ortak olmam 29 Eylül 2024 04:54
- Ordunun kıskacındaki gençler 15 Eylül 2024 04:08
- Nükleer felaket önlenebilir 08 Eylül 2024 04:27