Kitapsevmezliğin getirdikleri
İlkokul öğrenciliği günlerimde başladı, kitap tutkum. Ortaokuldayken, Adana’da Erciyes Sineması’nın önünde pazar günleri eski kitap satışı, arkasından askerlik dönüşü Beyazıt’ta, Beyaz Saray’da kitabevini açışım, birkaç ay sonra da yayıncılığa başlayışım… Yayıncılık sonrası, İzmir’de iki yıllık sergicilik, yine kitap üzerine… Ve şimdilerde de, Çiğli’deki Evka-2 Kütüphanesi’nde çalışmak… Yani 60 yılın üzerinde kitapla iç içe oldum, oluyorum.
Çok güzel anılarım da oldu, insanı acıtacak anılar da. Özellikle yayıncılık dönemimde mahkeme kapılarını az aşındırmadım, “Yasak kitap” gerekçesiyle.
Kendimi bildim bileli, Türkiye’nin “Elit politikacıları” kitaba karşı bir savaş açmışlardır. Aslında bunun nedenini, bu toplumun içinden yetişmelerine bağlıyorum. Çünkü bizim toplumumuzun da kitapla bir ilgisi yoktu.
Yıllarca önce, bir gazetemiz 1. Lig’de oynayan takımların 600 futbolcusuyla ilgili bir anket yapmıştı. Bir soru şöyleydi: “En son hangi kitabı okudunuz?” Sadece 2 futbolcu, FB kalecisi Schumacher ile yine FB’li oyuncu Oğuz son okudukları kitabı belirtmişlerdi. Kalanlar nanay. Hele biri vardı ki, aynen şöyle demişti: “Bizim eve kitap girmez.”
Ama sahne sanatçılarıyla ya da isim sahibi olan kişilerle yapılan söyleşilerde, “Boş zamanlarınızda ne yapıyorsunuz?” diye sorulduğunda milli birlik ve beraberlik içinde, “Kitap okuyorum,” diyorlardı. Adana deyimiyle söyleyeyim, en “gıcık” kaptığım lâf bu olmuştu. Ne acıdır ki, kitabın boş zaman doldurma aracı olmadığını bilmiyorlardı. Kitap okumaya zaman ayrılır, onunla boş zaman doldurulmaz.
İzmir Konak’ta, Fevzipaşa Bulvarı’nda, Koray Kitabevi’nin kapısın hemen ütündeki yazıyı görünce (yanda fotoğrafı var), içim bir hoş oldu. Aynen şöyle yazıyordu: “Boş zamanlarınızda kitap okumayın..!” Acaba bu sözün anlamını çözen kaç kişi çıkmıştır?
Hoş, zaten bırakın kitap okumak için zaman ayrılmasını, boş zamanlarda da herhangi bir kitabın sayfalarını çeviren kaç kişi var ki?..
Geçenlerde Fevzi Hepşenkal, “Demokrasinin kaleleri!” başlıklı yazısında (Milliyet Ege, 25.5.2012) derli toplu bir biçimde, dünya ve Türkiye’deki basılan, okunan kitaplarla ilgili bazı rakamları yazmış. Şöyle yazıyor, bölüm bölüm alacağım:
“Türkiye’de 43’ü gezici, toplam 1.118 kütüphane var. Geçen yıl kütüphaneye giden toplam okuyucu sayısı 18 milyon 826 bin 715 olmuş. (..) Kütüphanelerin günlük ortalama ziyaretçi sayısının 55 kişi olduğu ortaya çıkmış.”
Son araştırmalara göre, ülkemizde bir yıl içinde 15 milyon kitap satılıyormuş. Kitap, Türkiye’de ihtiyaç maddeleri sıralamasında 235. sırada yer alıyormuş. Yayıncılığa ilk başladığım yıllarda, 82. sıradaydı, sonra 112’ye falan çıktı. Demek şimdi 235. oldu.
F.Hepşenkal devam ediyor:
“Japonya’da toplumun yüzde 14’ü, ABD’de yüzde 12’si, İngiltere ve Fransa’da yüzde 21’i düzenli kitap okurken, bizim ülkemizde sadece on binde bir kişi kitap okuyor… Türkiye’de günde ortalama beş saat televizyon seyredilirken, kitap okumaya yılda sadece altı saat ayrılıyor... 8 milyon nüfuslu Azerbaycan’da kitaplar ortalama 100 bin tirajla basılırken, 75 milyona yakın Türkiye’de bu rakam ortalama 2 bin-4 bin dolayında… Bir Japon yılda ortalama 25, İsviçreli 10, Fransız 7 kitap okurken, Türkiye’de bir kişi on yılda bir kitap okuyor… Kitap için Norveçli 137, Alman 122, Belçikalı ve Avustralyalı 100, Güney Koreli 39 dolar ayırıyor yılda. Dünya ortalaması da 1.3 dolar. Ülkemizde ise bir kişi kitaba yılda ancak 45 sent ayırabiliyor… Biz Türklerin kitap okumaya ayırdığı zamanı, Norveçli 300’e, ABD’li 210’a, İngiliz 87’ye, Japon 97’ye katlıyor… BM’nin insani gelişim raporunda ülkeler kitap okuma oranına göre sıraya dizilmiş, Türkiye 86. sırada…”
Yazısını şöyle bitiriyor F.Hepşenkal:
“Bir Fin atasözü der ki:
‘Kitaplıklar demokrasinin kaleleridir.’
Ve bizim kalelerimiz…
Boş, tenha, ıssız; velhasıl sahipsiz.”
Evet, Kitapsevmezlerin ezici bir biçimde egemen olduğu bir toplumda, bir ülkede nasıl bir yönetici ya da yönetim bekliyoruz ki?!..
Evrensel'i Takip Et