Ulusalcılar ve cemaatçilerin ‘demokrasi’ yanılsaması
Fotoğraf: Envato
Her sabah gazeteleri sütun sütun dolduran o kelime bütünlerini, haberleri, dönemi aşan okumalar yaparak incelemek bir gazete okuru için şanstır. Türkiyeli olmanın verdiği bir pratik bilinçle ilgisi var denebilir. Örneğin hepimiz 3 Ağustos 2009 tarihli Radikal’de çıkan “Terörden hapse düşüren kanıt: Bir yemek, iki bardak çay...” başlıklı haberi nedenleri, sonuçları ve işleyiş biçimi dahilinde incelemiş olsaydık 2011’in Martında yaşadıklarımızı böylesine “derin” bir sarsıntı ile karşılamayacaktık.
Radikal’in haberinin girişine bakmak bile yeterli aslında dramımızı anlamak adına: “Sevim, Devrimci Karargah lideri Yılmazkaya’yı okuldan tanıyordu. Bu arkadaşlık sadece onu değil yeğeni Ceren’i, eski eşi Necdet’i, Necdet’in sevgilisi Melek’i, Melek’in arkadaşı Metin’i de hapse düşürmeye yetti.”
İçinde bulunduğumuz dönem tarihsel olarak “İlklere” gebe değil. Ragıp Zarakolu zaten anlattı, Karabekir’e karşı da bu tarz bir “Kitap taslağı toplama” eyleminin yapılmış olduğunu. Mühim olan, bu olayların okumasını “ilkler” üstünden değil, genel politik atmosfer üstünden yapmak. Örneğin tek partili (1930’ların CHP’si) Türkiye ile tek partili (2000’lerin AKP’si) Türkiye’si arasında yapılacak karşılaştırma küresel bir analiz kaldırmaz; ancak hukuk pratiği ve her iki dönemin öne çıkan ideolojilerinin yasama, yürütme ve yargı üstündeki hakimiyetlerini bir arada düşündüğümüzde birbirlerinin antitezi olarak sunulan her iki sistemin de birbirinin ruh ikizi olduğunu görebiliyoruz.
Kısacası, bugün kimi liberallerin de Ahmet Şık’a yöneltilen operasyona aynı “sertlikle” yanıt vermesinin ardında yatan neden iktidarın çürümüşlüğünü yöntemlerine kadar indirmesi ve 2000’lerin başında birileri tarafından umutla karşılanan o rüzgarını tersten estirmesidir. Tam bu noktada habercilere ve köşe tutanlara düşen görevin içeriği evriliyor elbette. Haberler arasında kurulacak kronolojik ve hukuki bağ ile AKP döneminde ve öncesinde gerçekleştirilen tüm hukuksuz ve antidemokratik “ileri demokrasi hukuku” eylemlerini bir bağlam içerisinde ele almak. Ahmet Şık, dürüstlüğü ve gazeteciliği ile hepimiz için eşi bulunmaz bir mücadele fırsatı daha yaratarak ifade özgürlüğüne vurulan darbe ile bir şekilde hepimizin girmekten tereddüt ettiği o kapıyı bize açmış oldu. Şık’ın mahkumiyetini bir “mağduriyet”, her şey yolunda giderken ortaya çıkan bir “hata” olarak ele almaksa emin olun ki naiflik olur.
Bugün medyanın mağduriyeti ve mazlumluğu sadece kendine dokunduğunda görür hale gelmesi mesleğimizin geleceği açısından durumun ne derece vahim olduğunun en önemli göstergesidir herhalde.
“Şık ve Şener için adalet, Tuncel’e nefret”
Örneğin ulusalcıların bu dönem içerisinde ortaya koydukları tavır gerçekten göz yaşartıcı. Muktedirlik tarihleri boyunca İstiklal Mahkemelerinden DGM’ye birçok alanda halkın canına okuyan bu ideolojik kamp, bir anda konu “İmamın Ordusu” olduğunda galeyana gelmekte sakınca görmedi. Aynı kamp, gazetelerinin birinci sayfalarında gazetelere yapılan baskınları değil Tuncel’in attığı tokadı (Ayrı ve keyifli bir yazının konusu) ya da Baydemir’in panzerin üstüne çıkışını görmeyi tercih etti.
Medya çalışanlarının niyet okumasını yapacak değilim. Kantçı olmadığım için “Ama çıkış noktası iyilik” diyerek kimseyi kayıracak durumda da değilim. İki yüzlü ve yalancı demokratlığın memleketi taşıdığı noktayı yaşıyoruz. Cemaate sırtını yaslayan “İyi Kürtler” kadar, orduya sırtını yaslayan “İyi Türkler” de birileri tarafından “yeni komünizm” ilan edilen ama özünde demagoji hariç hiçbir şey taşımayan AB kriterine göre demokrasi ile bağ kurarak birilerinin gözüne girmeye çalışıyorlar. Bahsettiğimiz iki “kendine demokrat” çevrenin karşısında birleştiği bir alan olan sivil itaatsizlik dönemimizin turnusolü olacak ve bu OHAL dönemi geçtiğinde kimlerle aynı safta yürümemiz açısından rehberlik edecek. Kürtlerin ve sosyalistlerin gözlerine iyi bakın, bizim Ahmet Şık’a tanıklığımızı da Tuncel’e tanıklığımızı da meşru kılan o gözlerin tarihlerinde gördükleridir. AKP ve CHP’nin onayladığı devletin çıplak şiddetini görmeye ve göstermeye var mısınız?
- Tiyatro keyfi gene vefa borcu ödüyor: Cahide Sonku Müzikali* 02 Aralık 2015 01:00
- Berksoy'dan Haldun Taner'e doğum günü armağanı: 'Dün-bugün' 28 Ekim 2015 01:00
- ‘Ölenlere rahmet, yaralılara acil şifa’... 21 Ekim 2015 00:16
- 283 sanatçımızın 'Teröre hayır, kardeşliğe evet' bildirisi 14 Ekim 2015 01:00
- Yeni sezon geldi hoş geldi, aynaya renk geldi 07 Ekim 2015 00:51
- 13. Kıbrıs Tiyatro Festivali’nin en sivri oyunu: “Halktan Biri” 30 Eylül 2015 00:51
- Barışın çivisini çakmak 23 Eylül 2015 00:51
- Şu an batmakta olan geminin duvarlarına resim yapmaktasınız 16 Eylül 2015 00:52
- Şiirimizin 50 yıllık bey oğlu: 'Ataol Behramoğlu' 09 Eylül 2015 01:00
- Topçu, Levent Üzümcü'ye sahip çıksana... 02 Eylül 2015 01:00
- Tomris İncer, hasta karakterine can verirken… 26 Ağustos 2015 00:32
- Bahçeli, Özkan ve Kocabıyık için suç duyurusunda bulunuyorum 19 Ağustos 2015 01:00