6 Haziran 2012

Neyi muhafaza ediyorlar?

AKP Hükümetinin en önemli özelliklerinden biri de, iktidar ağlarını örerken, ve bu ‘yeni’ örgü içinde iç ve uluslararası sermayenin çıkarlarının mümkün en üst düzeyde temsilini sağlayıp yasal-anayasal yaptırımlara bağlarken, halkın küçümsenemez bir bölümünün buna “rıza göstermesi”ni de sağlamış olmasıdır. Bu özelliği, son altmış yılın, emperyalist büyük güçlerle ilişkileri en sıkı, en gayrı milli bu Türk hükümetinin başarılarından biridir. Halkın muhalif ve saldırılara direnen kesimini bastırmak için devlet şiddetini amansızca kullanmasına, militarist siyasal şiddetin toplum üzerindeki etkinliğini daha fazla yaygın hale getirip, onun araç ve güçlerini çeşitlilik ve etkinlik yönünden güçlendirmesine, yasaları ve hukuk sistemini buna uygun şekilde yeniden düzenlemesine rağmen, bu hükümetin “Ülkeyi ileriye götürdüğü, ekonomik büyüme sağladığı, yaşam koşullarını iyileştirdiği, siyasal alanda demokratikleştirici değişim sağladığı” yönündeki propaganda etkili olabilmiştir.
Ülke ve halk gerçeğinin üzerine karanlık bir örtü gibi çöken bu propagandanın, hükümet ve partisinin geleneksel takiyeci yeteneği ve taassubun halk kitleleri içindeki yaygınlığından güç aldığı doğrudur. Hükümet ve partisi tarafından tüm ülkeyi saran bir kartel gibi kullanılan propaganda güç ve araçları tekeli ve bunun sağladığı muazzam olanaklar bu gücü artırmıştır. Hükümet ve Erdoğan başta onun yöneticileri, toplumsal ilişkiler bakımından nesnel durumun unsurları arasında yer alan bu maddi ve kültürel etkiyi, deyiş yerinde ise tepe tepe kullandılar. Bu durum ve etki, iktidar partisinin temsil ettiği ırkçı-şoven, militarist ve yayılmacı, emperyalistlerle içli dışlı ve saldırgan, barış ve özgürlükler karşıtı karakterine rağmen, halkın küçümsenemez bir kesimi tarafından “milliyetçi, mukaddesatçı, demokrat ve ilerici”(!) olarak görülmesinde rol oynadı. Tekellere ve emperyalist güçlere hizmetiyle takdir gören bir yönetimin başı olarak Erdoğan, bu ilizyonist-gözbağcı etkiden yararlanarak “Biz, seçkinlerin, elitlerin, patronların hükümeti değiliz” diyebildi.
“Camiler kışlamız, minareler süngümüz” diye meydanlarda Sünni Müslüman emekçi kitlelerini galeyana getirerek ve cemaatçı örgütlenme ve yardımlaşma geleneğinin gücünden en azami şekilde yararlanmayı başararak hitap ettiği bu tabanı, kimilerinin “İslami sermaye” ya da “yeşil sermaye” olarak adlandırmayı sevdiği büyük ve orta sermayenin ardı sıra seferber etmeyi başaran politik güç,  bu seferberliğin üzerinden ve onu yedekleyerek devlet kurumlarını “hallaç pamuğu” gibi attı!  Giriştiği her türden saldırı, hükümetini destekleyenler dahil halkın tümünü hedef almasına rağmen, bu uygulamaları “milletin iradesi ve isteği”yle açıklamasının olanakları da esasen bu ilişkide yatmaktadır.
Ülke ve toplum koşulları, evet değişmiştir: Kapitalizm daha fazla gelişmiş, ekonomi uluslararası tekellerin hizmetine daha fazla açılmış, uluslararası sermayenin girmediği bir alan neredeyse kalmamıştır. Büyük  “kamu“ işletmeleri özelleştirilmiş, işçi ve kamu emekçilerinin yaşam ve çalışma koşulları kötüleştirilmiş, işsizlik, yoksulluk büyümüş, sosyal haklardaki gerilemede ilerleme sağlanmıştır. Böylece sermayenin büyümesi ve etkinlik alanının genişlemesi sağlanmış, bu büyüme-ilerleme içinde yönetici sermayedarlar gurubu (“yeşili” dahil) daha fazla palazlanıp, büyük sermaye daha fazla büyüyüp kârlarını daha fazla artırmıştır. “Muhafazakar-mukaddesatçı” AKP ve Gülen iktidarının başarısıdır bu.  Yani onların muhafazasını yaptıkları tam da bu uluslararası kapitalist sistem olmuştur.
Kitlelerin ‘iliklerine dek’ sömürülmesi ve pazarlar ile hammadde kaynaklarının ele geçirilmesi/denetim altında tutulmasını olmazsa olmaz “ilke”si sayan mali sermaye ve tekellerin hakim olduğu kapitalizmin bu muhafazakar bekçiliğinin demokrasi-demokratik özgürlükler ile bağdaşmaz olması kaçınılmazdır. Hayatın güncel pratiği içinde görülen de bu demokratik hak karşıtlığının ayan-beyanlığıdır. Emekçilerin ve özellikle Kürt kitlelerinin mücadelesinin ürünü olarak bazı küçük boyutlu hak kazanımlarını sermayenin ve hükümetinin “lütfu”yla ve “ülkeyi demokratikleştirme çabaları”yla ilişkilendirmeye çalışan liberal söylem ise bir kendini aldatma ifadesidir. Tekellerin hizmetinde olan ve sermayenin olanaklarını genişletip kapitalist-militarist aygıtı kendilerinin dümende oldukları şekilde tahkim etmeyi başlıca iş edinenlerin demokrat olmaları, demokratik değişimden yana politikalar izlemeleri bir safsatadan ibarettir. Tekellerin hakimiyeti ve büyük sermaye partilerinin “demokrasisi”, işçi sınıfı ve emekçi kitleler bir yana,  sermaye açısından dahi “hak eşitliği”ni ifade etmez. Ekonomik büyümenin ya da kapitalist gelişmenin işçi sınıfı ve emekçilerin ekonomik-sosyal ve politik bakımdan daha fazla ve daha yoğun saldırıların hedefi olmasıyla bir arada yaşanması, bu bakımdan hiç de şaşırtıcı değildir. Sendikaların tahakküme alınması, grev yasakları kapsamının genişletilmesi, söz-basın-yayın, örgütlenme, gösteri ve yürüyüş hakkının polis barbarlığıyla gaspı, kadınlara yönelik saldırının kapsam ve nitelik olarak ağırlaştırılması, zindanların tıka basa doluluğu, eğitim ve sağlık başta olmak üzere sosyal alanda sermaye çıkarlarının daha yoğun biçimde dayatılmış olması ve tüm bunların “Biz çoğunluğu oluşturuyoruz, istediğimizi yaparız, kimse buna karışamaz!” anlayışıyla yasal yaptırım gücüne kavuşturulması, kapitalist tekelci gelişmenin “adabı”na uygundur. AKP ve hükümetiyle Gülen Cemaatinin temsil ettiği tam da bu türden bir “adap”tır!
Bu durum, ama diğer yandan, “illüzyon”un büyücü dumanının dağılmasına da neden olmaktadır. İktidar, eli silahlı güçleriyle her direnişin karşısına dikilirken, işçi ile kapitalistin her çelişkisinde işçiyi kelepçelemek ve dipçiklemek egemen politika iken, THY’de olduğu türden hak talebinde bulunan herkesi açlığa ve işsizliğe sürükleyerek boyun eğmeye zorlarken, Kürtlere ve Alevilere karşı yalnızca inkar, gaddarca saldırganlık değil, aşağılama ve ayrımcılığın hakim hali sarhoşluğunu sürdürürken, kürtaj politikasında olduğu üzere kadını aşağılayan ve kimin kaç çocuk sahibi olacağına siyasal zorbalıkla yön vermeye yönelik ve diyaneti de buna alet ederken, başarı sabit kalamaz. İllüzyonun dağılmaması, çelişkilerin sertleşmemesi, yandaş haline getirilmiş kesimler içindeki ayrışmaların ivme kazanmaması düşünülemez. Güncel iktidar anlayışına uygun bir söyleyişle hiçbir güç, hiçbir iktidar, hükümet ve parti “baki kalamaz!” Günümüz tiranlarının saltanatları da yıkılacaktır ve taşlar oynamaya başlamıştır.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et