10 Haziran 2012 11:48

Ya o hava attıklarının parası olmasa…

Ya o hava attıklarının parası olmasa…

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçen hafta ülkenin ekonomi gündemine damgasını ne vurdu?
Herkesin şu cevapta birleştiğinden eminin: Tabi ki Türkiye’de düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu…
Başbakan’dan medyaya yani memleketçe övündükçe övündük.
Neyle?
Forumun Türkiye’de yapılıyor olmasıyla. Ekonomimizin gücüyle. Ülkemizin bölgenin parlayan yıldızı olmasıyla vs…
Hele yabancılar da övünce döndük tekrar tekrar övündük.
Öyle ya…
Üç yıl önce ‘One minute’ krizi yaşanmıştı. Başbakanımız posta koymuştu. ‘Bir daha da Davos’a gelmem’ demişti.
Şimdi ise İstanbul’da ‘yerli Davos’ yapılıyordu. Ve Başbakan yine kürsüdeydi.
Karşısındaki “seçkinlere” Türkiye ekonomisinin parlak verilerini anlatıyordu: “Türkiye son 10 yıl içinde yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 5,3 olma başarısını göstermiş. Küresel ekonomik kriz de dikkate alındığında bu büyüme önemli bir başarıdır. 2011 yılında Türkiye, Çin’den sonra en fazla büyüyen ülke.”
Bu büyümede elin parasının katkısının da olduğu kesin.  
Milli gelirin yüzde 10’u kadar cari açık… Bu ne demek… Elin parasıyla ekonomiye can verdik demek.
Büyüme can veren etkenler biri de özel iç talepteki artıştı.
Bu talep patlaması nasıl sağlandı?
Banka kredileriyle…
Peki, banka kredilerinin kaynağı neydi?
Dışarıdan alınan borçlar.

GÜVEN ADASI MI?

“Türkiye zor bir coğrafyanın ortasında tüm sorunlara rağmen istikrarla büyüyen bir güven adasıdır” diyor Başbakan.
Nicedir bu ülke sermaye için güvenli, çalışan için ise tam tersine güvensiz bir ada olsun diye uğraşılıyor.
Sosyal güvencesiz…
Sendikasız…
İşçisinin çalışırken ölmemesi için en basit güvenlik önleminin bile alınmadığı…
İş cinayetlerine kurban gidilen bir ada…
Bu ada sermaye için oldukça güvenli olsa gerek!
Ama yok. Durum ne göründüğü gibi ne de başbakanının dediği gibi… Bunca verilen bedele rağmen kendini güvende hissetmiyor yine de nankör finansal sermaye.   
Yunanistan seçimlerinin ardından dünya ekonomisi için sular bulanınca gördük bu güvensizliği.
O dönem nasıl da terk edivermişti ülkeyi bir miktar yabancı sermaye. Nasıl da fırlamıştı dolar kuru 1.75 TL’den 1,85’TL’ye…  
Yunanistan’daki gelişmeler, İtalya’yı, İspanya’yı sallayınca, oralarda riskli kredileri olan bankalar, fonladıkları ülkelerden kredilerini geri çağırmışlardı. Ve Türkiye’de dahil edilmişti çağrı yapılan adalar arasına…
Meksika’yı, Brezilya’yı, Güney Afrika’yı, Çin’i, Güney Kore’yi daha güvenli bulmuştu nankör sermaye.
Başbakanımız avuç dolusu para ödediğimiz halde iyi not vermeyen derecelendirme kuruluşlarına kızarken yabancı sermaye de katılmıştı bu kervana…
2012’nin ilk üç ayında yabancı para ülkeyi terk edince… Dolar kuru 1,90’ı görünce…
Nasıl da sıcak para ve diğer yabancı kaynaklara geri dönsünler diye rüşvet olarak yüksek faiz uzatılmıştı.
Neden, “Bu güvenli adaya ‘nasıl olsa dönerler’ demedik de telaşlandık” diye sormaktan kendini alamıyor insan.  
Neylersin!
O hava attığın ülkelerin sermayelerine göbekten bağlılık hali işte.

ALAN ELDİK VEREN EL OLDUK

Ama hakkını yemeyelim! Bu ülkenin, her türlü sermaye için tam güvenli olması için tam gaz çalışıyor Başbakan ve hükümeti.
Sivil havacılıkta grevi yasaklaması ondan…
Koruma altındaki milli parkları kolayca yatırıma (yağmaya) açacak Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu ondan…
Asıl işi çevreyi ve doğal hazineyi korumak olması gereken Çevre Bakanlığı’nın hazırladığı Yapı Denetimi Taslağı da ondan…
İnşaatçıyı kollama taslağı mübarek!  Bu taslağa göre gerekli görülen her kıyı arazisinden istenilen yapılabilecek. Deniz canlılarının yumurtlama ve yaşam alanları yok sayarak TOKİ isterse kıyıları betona çevirebilecek?
Niçin tüm bunlar?
Sen o doldurulan alana otel, restoran, dev tatil köyleri inşa edebil diye ey yerli ve yabancı sermaye! Haydarpaşa gibi tarihi mekanları hizmetine tahsis edebil diye…
Başbakan Ekonomik Forum’da haykırdı: “Biz Türkiye olarak 10 yıl önce ‘alan el’dik; şimdi ‘veren el’ olmanın bahtiyarlığını yaşıyoruz.” Ardından Türkiye’nin IMF’ye olan borcunun 2002 yılında 23,5 milyar dolar seviyesindeyken, bugün bu borcun 1,7 milyar dolara kadar düşmesiyle övündü.  
Doğru, elimizde ne varsa veriyoruz. Doğa, tarih, ucuz insan…
Ama yine de borcumuzun azaldığı söylenemez. IMF’ye azalmış olsa da toplamda 310 milyar doları aşan dış borcu var bu ülkenin.
Üçte ikisi özel sektörün... Ama sonuçta bu ülkenin…
O borcun faizi de…  Borsadan, devlet tahvilinden nemalanan sermayenin kazancı da… Bu ülke emekçilerinin sırtından çıkıyor.


SEVİNSEK Mİ ACABA?

Petrol fiyatlarındaki yüzde 25’i bulan azalma Hükümeti sevindirdi.
Nasıl sevindirmesin?
Türkiye yüksek düzeyde enerji ve petrol ithal eden ülke… Düşüşten faydalanıyor haliyle.  
ABD ekonomisi ivme kaybediyor. Avrupa ekonomisi durgunlukta ve yakın zamanda bir canlanma gözükmüyor. Dünya ekonomisinin motoru durumundaki Çin ve onunla birlikte Asya da yavaşlıyor.
Bu yaşananların sonucu olarak da mal ve hizmetlerin fiyatları ucuzluyor. Yüksek ithalatçı Türkiye buna da seviniyor. Daha ucuza ithal ediyorum diye… Öte yandan her geçen gün büyümenin, ekonomi yönetiminin umduğu yüzde 4’ün altına düşme ihtimali artıyor.
Hadi geçtik istihdamın niteliğini…
Ama yüzde 3 civarında bir büyümeyle yeterince istihdam yaratılamaz. İşsizlik artmaya başlar.
Emekçiler bunun nesine sevinsin?
Beterin beterini yaşamayacak olmalarına mı?
Onun garantisi ne?
Kocaman bir hiç…
Çünkü bugün düştü diye sevinilen petrolün fiyatlarının bu düzeyde kalmasının garantisi ne? Bugün durulmuş gibi görünen İran sorunu yarın ABD seçimlerinden sonra yeniden alevlenince petrol fiyatı ne olur acaba?
Şimdilik sadece bunları soralım.  Diğerlerini ve Türkiye ekonomisin durumunu başka bir yazıya bırakalım.


DAVOS’A DİZ ÇÖKTÜRTMÜŞÜZ ÖYLE Mİ?

Yandaş basın ‘Yerli Davos’ta övünme işini ifrata vardırdı.
Ekonomi sayfalarına, “Davos’a gitmedi Davos ayağına geldi” manşetlerini attılar.
Davos nedir?
Küresel ticaretin, neoliberal siyasetin ve akademik kapitalizmin başkenti… Uluslararası sermayenin genel kurulunu yaptığı yer.
Türkiye bütün ruhuyla bu dünyanın parçasıdır…
Yandaş basının manşetlerine bakan da, Türkiye o dünyayı protesto etti sanır.
Evet. 3 yıl boyunca Başbakan Davos’a gitmedi. Ama bütün ekonomi kurmayları tam kadro orada yer aldı. Sadece Başbakan, Alp Dağlarına sırtını dayamış bu güzelim kasabanın manzarasından mahrum kaldı o kadar.
Başka da bir değişiklik olmadı Türkiye açısından. Ama Davos son üç yıldır eski havasında değil.
Kriz şaşkını haline gelmiş sermaye bir çıkış yolu bulamıyor, tartışmalara geleceğe ışık tutacak çözümler yansımıyordu. Dünya Ekonomik Forumu’nun da taze kana ihtiyacı vardı.
İşte o kanlar biri oldu İstanbul’daki mini Davos.
Bir ilk gerçekleşti bu zirvede. Forum ilk kez bölgesel olarak düzenlendi. Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Avrasya Zirvesi olarak gerçekleştirildi.
Bu yeni kandan herkesin memnun olduğunu Forum’un kurucusu Klaus Schwab’ın şu sözlerinden anlıyoruz: “Türkiye Batı’nın en doğusu, Doğu’nun da en batısı. Siz arabuluculuk görevi yaptınız. İlk kez 42 yıllık tarihi boyunca Forum bölgesel toplantısını üç farklı bölgeyi ele alarak gerçekleştiriyor.”


ASIL YETİM HAKKI BUNLAR

Memur eylem yapıp gerçek enflasyon oranında zam istediğinde… Ekonomik büyümeden payını talep ettiğinde… Başbakan ve bakanlar 75 milyonun hakkını size istediğiniz gibi veremeyiz dediğinde…
Açığa çıkmıştı ki, başkanlığa hazırlanan Başbakan kendine Ankara’da ‘Beyaz Saray’ yaptırıyor.  Orman Genel Müdürlüğü arazisinde. Hem de 300 milyona.
İnce işçiliği ve iç donanımı için harcanacak para da cabası…
O zaman sormuştuk: Hepimizin hakkı yok mu ilk etapta 300 milyon olan sonrasında da artacak olan o para da? Ve hatta gasbettiğiniz Orman Müdürlüğü’nün 150 bin metrekarelik o alanında… Pembe Köşk neyinize yetmedi?
Derken THY çalışanları grev yaptı. ‘Grevin yol açtığı zarar 2 trilyon’ denildi.
Başbakan Erdoğan çıktı, ‘bu zararı halk ödeyecek’ dedi.
Aynı günlerde başka bir skandal açığa çıktı. Ortaya çıkaranlar, CHP Çanakkale Milletvekili Ali Sarıbaş ile CHP Kocaeli Milletvekili Haydar Akar.
Vakti zamanında Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Soma’da bir kömür madenini Hüstaş adlı firmaya vermiş. Bu firma borçlarını ödememiş. Ama sahipleri bir uyanıklık yapıp İmbat adlı bir firma kurmuş ve TKİ’den bir kömür alanını TKİ’den ihalesiz almış.
Devlet geçmişte borcunu ödemeyen bu firmaya, ihalesiz rezerv verdiği yetmemiş gibi bir de ihalesiz yüzde yüz alım garantisi de vermiş.
Hadi buraya kadar tamam!
Ama TKİ başka firmaya ton başına 24 lira öderken İmbat’a 35 lira ödüyor olmasına ne diyelim.
Milletvekillerinin aktardıklarına göre devlet kendi ocağındaki kömürü başkasından almasının zararı en az 100 milyon dolar!
Yetim hakkı değil mi bu?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa