Kurtarmacılar ve gerçek kurtuluş
Geçtiğimiz gün İspanya’da malumun ilanı gerçekleşti. AB’den 100 milyar avroluk kurtarma fonu talep eden İspanya, bu parayla kendi finans sisteminin zararlarını karşılamayı planlıyor. Elbette bu kurtarma operasyonunun bedeli geniş halk kesimlerinden; ücret gelirlerinin baskılanması, vergi yükünün artırılması ve sosyal güvenlik harcamalarının düşürülmesi yoluyla karşılanmaya çalışılacak.
Aslında İspanya -diğer kapitalist ülkeler gibi- bir süredir gelirleri baskılayıcı politikaları uyguluyor. İspanyalı emekçiler ve sendikalar da tepkilerini dile getiriyor.
Bir yandan bu tepkiler var ama bir yandan da ‘kurtarmacılar’ -benzer koşullarda olan tüm ülkelerde olduğu gibi-, akbabalığa soyunmuş durumda. ‘İstikrar’ın sağlanması için herkesin(?) dişini sıkması gerektiğini salık veriyorlar.
Ne kadar da tanıdık tepkiler değil mi? Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin belki 35 yıldır dinlediği masallar!
Fakat bu kurtarmacı şarlatanların İspanya ve geri kalan kapitalist ülkelerde bu günlerde soyundukları rolden daha vahimi doğrudan emekçilerin kendi içerisinde rekabeti yeniden üretmek üzere bir dil geliştirmeye başlamış olmalarıdır. İşte bu durum üç-beş bankanın kurtarılmasından çok daha “önemli” bir zaferdir kapitalist sömürücüler için.
Birkaç hafta önce Euro News kanalında İspanya’da baş gösteren durumun olası sonuçları üzerine bir haber vardı. Haberde birçok alanda özelleştirme ve rekabetin öncelikli hale geleceği ve bunun bir örneği olarak da birçok üniversitenin kapatılabileceği anlatılıyordu. Haber içinde İspanya’daki bir üniversiteden “ekonomi” profesörüne mikrofon uzattılar. Profesör, “Bence bu yıkım çok iyi sonuçlar verecek; böylelikle verimli olanlar ayakta kalacak diğerleri elenecek” diyordu. Belki tekil olarak ele aldığımızda şunu söyleyebiliriz: Bu profesör İktisadın İ’sinden anlamıyor ama Ekonomi’nin kurallarını iyi ezberlemiş.
Bu akademikerin ne yumurtladığı belki tek başına önemli gözükmeyebilir ama, yumurtladığı şey kapitalist ülke emekçilerinin düşürüldüğü zihni hapishanenin izlerini göstermektedir.
Biçimsizleşen üretim alanları beraberinde üretim ilişkilerinin tamamında da bir formsuzlaşma getiriyor. Ama bu durum basitçe “Üretime ihtiyaç kalmadı, onun için işçi ve emekçiler değersizleşti” gibi bir düz mantıkla içinden çıkılabilecek kadar basit ve bayağı değildir.
Doğrudur bugünün üretim yapısı 60’ların, 70’lerin fordist kitlesel üretiminden farklıdır. Birleştirilmiş ve toplu üretim yerine daha dağınık ve parçalanmış bir üretim yapısı vardır. Dikey disentegrasyon hemen hemen tüm üretim alanlarında yaygınlaşmaktadır. Belki çok büyük fabrikalar yok bugün ama orta ölçekli fabrikalar etrafına “serpilmiş” taşeron atölyeler var. Böylelikle daha fazla güvencesizlik, daha fazla sömürü, daha düşük ücretler var. İşte bu durum aynı zamanda kapitalist ülke içindeki insanı toplumsal bir varlık olmaktan çıkartıp “çıkarcı birey”e indirgemektedir. Bu indirgeme “benim için iyi olan toplum için kötü olabilir” yanılgısını da beslemektedir.
Oysa, bugün İspanya ve tüm kapitalist ülke halklarına örnek teşkil edebilecek bir adım Yunanistan’da var. Bu pazar günü yinelenecek seçimlerde SYRIZA muhtemelen iktidara geçecek. Bu iktidar olma durumu, Avrupa’nın sözde sosyalist liderleri gibi değil, doğrudan bir halk iktidarının da temel adımı olabilecektir.
SYRIZA ile birlikte Yunanistan halkının gösterdiği şey şudur: “Toplum için kötü olan benim için iyi olamaz. Toplum için iyi olan benim için de iyi olur”.
Netice itibarıyla, bugün İspanya’yı kurtarmaya soyunanlar; tüm ülkelerde aynı resmi kusmaktadır halkların üzerine: eşitsizlik, açlık ve zulüm. Eşitlik, refah ve özgürlük, yani gerçek kurtuluş ise ancak halk iktidarıyla mümkün: Yunanistan’daki seçim bunu olanaklı kılacak bir adım olabilir.
Evrensel'i Takip Et