Çağrıların dayanılmaz çekiciliği ve gerçek!
Fotoğraf: Envato
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin “10 maddelik Kürt sorununun çözümü” girişimini, “Bütün mesele bu sorunun çözülmesi. Başta tavrımı ortaya koydum. Bu benim genel başkanlığıma mal olacaksa da olsun” demeye kadar getirdi. Bu tavrı başka bir biçimde de öne sürüyor Kılıçdaroğlu: “İster Kürt sorunu, ister terör sorunu deyin. Gelin konuşalım, ortak bir çözüm bulalım” demede ısrar ediyor.
Hani söyleme bakarsanız; Kılıçdaroğlu’nun bu sorunu çözmek için çok kararlı olduğunu söyleyebilirsiniz.
Evet, CHP’nin girişimi önemlidir, ama sorun “Başkanlığı kaybetmeyi göze alma”, “MHP de işin içinde olsun”, “AKP ve Erdoğan celallenmesin” kaygısıyla “İster terör sorunu de ister Kürt sorunu de, ne olursan ol yeter ki gel” noktasına götürüldüğünde kararlılık, arabeskleşmekte, inandırıcılığını yitirmektedir.
Kürt sorunu gibi ciddi bir sorun ortadaysa, bu sorunun tarafları vardır ve “herkes katılsın” diye başlanılsa bile buna katılmayacakların olacağı da baştan bilinmek durumundadır. Dahası, bu sorunun çözümünde oluşturulacak masada olması zorunlu olanlar vardır; olmayacak, hatta olmamasında yarar olanlar vardır. Bunları belirleyecek olan da niyetler değil komisyonların, “Çözüm masasının oluşturulması”nda öne sürülecek ilkelerdir. Örneğin, “İster terör sorunu desin ister Kürt sorunu!” diye başlarsanız, bu “herkesi birleştirici” gibi görünen girişim, sorunun çözümünü de olanaksız kılacağı gibi sizin “iyi niyetli” önerinizi tersine, “terör sorunu” diyenlerin elini güçlendiren bir dayanağa dönüştürür. Çünkü “terör sorunu” diyenlerin çözümleriyle “Kürt sorunu” diyenlerin çözümleri birbirinden farklıdır ve bu iki yaklaşımın “eşit değerde” olduğunun ilanında ise “terör sorunu” diyen kazanır.
Çünkü bugün Kürt sorunu diyenlerle “terör sorunu” diyenleri eşitleme “Ezelim, tasfiye edelim, boyun eğdirelim, sindirelim” diyenlerle “Kürt sorununu halkların kardeşliği, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ve gönüllü birlik temelinde çözelim” diyenleri “eşitlemek” demektir.
Çünkü sorunun “terör sorunu”ndan “Kürt sorununa” gelebilmesi için çeyrek yüzyıl boyunca çok büyük özveriyle sürdürülen bir mücadele verilmiştir.
Çünkü Kürt sorunu yeni bir sorun değildir ve öncesini bir yana bıraksak bile son çeyrek yüzyılda bu sorunun olmazsa olmaz tarafları vardır. Örneğin BDP’nin taraf olarak yer almadığı bir Kürt sorununun çözümü tartışması ne Mecliste ne de Meclis dışında anlamlı olamaz. Ama MHP’nin olmadığı bir tartışma ise bir kayıp olmadığı gibi, böyle olması işin doğasıyla da uyumludur. Ne var ki, bakıyoruz, AKP ve Erdoğan’ın “BDP dışında kalsın MHP olmazsa olmaz” bastırması karşısında CHP ve Kılıçdaroğlu da geri basıyor ve “MHP mutlaka olmalı” diye olmazda ısrar ederek tartışmanın zeminini AKP’nin “İktidar ve ana muhalefet anlaşırsa yeter. İkili olarak sorunu tartışıp çözüm yolu bulalım” platformuna çekilmesine göz yumarken, “BDP olmasa da olur!” demeye gelen bir çizgiye doğru sürükleniyor. Ki, bu AKP Hükümetinin, “Kürt sorunu yok terör sorunu var. Terörü de PKK ve BDP’yi tasfiye ederek önleyebiliriz” politikasına, yani yüz yıllık asimilasyoncu, militarist politikaya malzeme olmaktır.
Evet, Kılıçdaroğlu’nun, “Kürt sorununun çözüm tartışmalarını Meclis ve kamuoyunda açıkça yapalım. Herkes önerisini getirsin tartışalım!” çağrısı çok çekicidir. Ama çeyrek yüzyıllık Kürt ulusal mücadelesinin kazanımları, bu sorunun gerçek tarafları ve Türkiye’deki sermaye partileri arenasındaki “saflaşmalar” dikkate alınmadan yapıldığında sadece AKP iktidarının yedeğine düşülür. Ki CHP, BDP faktörünü dikkate alıp, BDP’yle ortak bir çizgide ilerlemeyi gözetmezse, Kılıçdaroğlu’nun “Başkanlığıma bile mal olsa” meydan okumasının gerçek olma ihtimali çok güçlenir.
Benzer bir gerçek olanla “çağrının çekiciliği” çelişkisi sadece CHP’nin başında olan bir durum da değil. ÖDP de uzunca bir zamandan beri, “Türkiye’yi yeniden kuracak güçleri bir araya gelmeye” çağırıyor. Bunu en son ve yüksek sesle geçtiğimiz pazar günü yapılan ÖDP Kongresi’nde yaptı.
İçinden geçilen süreç, DTK ve HDK’nin olmadığı her ilerici demokrat çevrenin kendi başına davrandığı bir süreç olsaydı, bu çağrı sadece laf düzeyinde “çekici” olmaz gerçeğe de uygun olurdu. Ama, öncesi bir yana, son 10-12 yılda bile, Türkiye’nin demokrasi güçlerinin seçimler, onun dışındaki işbirlikleri ve nihayet HDK, onun hızlanan bir “partileşme” süreci dikkate alındığında ÖDP ve birkaç siyasi çevre dışında geniş bir birlik odağının oluşmaya başladığı bir dönemde, ÖDP’nin bütün bu çabalar ve gelişmeler yokmuş gibi “birlik” çağrıları yapması anlaşılır olmadığı gibi demokrasi mücadelesinin ilerlemesine de hiçbir katkı yapmaz.
ÖDP’nin bu tutumu, HDK karşısında, niyetinden bağımsız bir “nötr”lük durumu da değil. Kendi dışındaki kimi çevrelerin grupçuluk ve milliyetçilikten malul hassasiyetlerini gözeteyim (CHP’nin MHP ve AKP’nin hassasiyetlerini gözeteyim derken sorunun esasını gözen kaçırması gibi) derken onların çizgisine sürüklenme, HDK karşısında başka bir seçenek oluşturma gayretlerinin odağına da dönüşme zemini oluşturmaya karşılık gelmektedir.
Çağrılar çekici olsa da gerçek de çok acımasızdır. Bu yüzden laf düzeyinde çekicilikler gelip geçicidir, kalıcı olansa hayatın gerçeğidir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00