15 Haziran 2012

Bir “Türk demokrasisi”nden söz edilebilir mi?- 1

“Türk demokrasisi”, Türkiye’nin “demokratikleşmesi” ve “İslam ile demokrasinin uyumu” üzerine, AKP iktidarıyla birlikte daha yoğun şekilde sürdürülen propagandanın liberal ve bir bölüm muhafazakar taşeronu, bir süredir, “otoriterliğin güç kazanması” ve “demokrasiden uzaklaşılması” yönünde kaygılar belirtmeye başladılar. Buna gösterdikleri neden, hükümet-polis –yargı koordinasyonuyla yürütülen saldırıların şiddet dozu ve kapsam olarak daha da artması ve genişlemesidir. Bu tartışmaya AB sözcüleriyle T. Friedman gibi Amerikalı gazeteci-yazarlar da katılmış bulunuyor.
“Türk demokrasisi” veya “Türkiye’nin demokratikleşmesi”nin AKP gibi, emperyalist güçler ile en çok içli dışlı bir parti ve hükümetinin politikalarıyla bağlantılı olarak gündeme getirilmiş olmasında, uzun on yıllardır darbe-çete-kontrgerilla faaliyetinde çürümüş ve artık ayağa dolanan mekanizmanın yenilenmesi ihtiyacı önemli bir dayanak oldu. AKP ve hükümeti görünürde, çeteler ve darbecilerle hesaplaşan, “militarist vesayet”e karşı savaşan bir parti ve hükümetti. “AKP hükümetine karşı darbe hazırlığı içinde oldukları” gerekçesiyle üst düzey generaller dahil kalabalık asker tutuklamalarının, askeri faşist cuntalar ve generallerin baskısı nedeniyle oluşan toplumsal tepkiye bir tür karşılık gelmesi, bu görüntüyü güçlendirdi. AKP ile “demokrasi” beklentisi ve propagandasını yan yana getiren diğer önemli etken, ülkede on yıllardır sürdürülen Kürt mücadelesi ile işçi sınıfı ve emekçilerin demokratik siyasal ve sosyal taleplerinin karşılanacağına dair vaatlerdi. “Yurt gezileri”nde ve “Balkon konuşmaları”yla “ulusa sesleniş”lerde dile getirilen “iyileştirme”-“demokratikleştirme” açıklamaları bu beklentileri güçlendirdi. Kürt mücadelesinin ürünü olarak, ve artık başka türlü yapılmasının olanaksız hale gelmesi sonucu dil ve kültüre yönelik baskı ve yasaklarda kısmi-çok dar ‘yumuşama’ların gündeme gelmesi, hükümetin ve devletin “lütfu” olarak gösterildi.
Ama, birbiri ardına gerçekleştirilen yasal değişikliklerle gündeme getirilen iktisadi-sosyal ve politik uygulamalarla halkın yaşamı zapturapt altına alındı. Hükümet-polis-yargının tek el altındaki koordinasyonuyla sürdürülen saldırılar giderek yoğunlaştı. Hükümet politikalarına itiraz ile “darbeci-militarist olmak” arasına düz bir eşitlik eşiği kuruldu.  TEKEL işçisi de, parasız eğitim talebinde bulunan öğrenciler de bundan “nasibini aldı”! Başbakan ve bakanlarının işaret etmeleri aradan gün dahi geçmeden polis-savcı operasyonlarına ve süresi belirsiz tutukluluklara dönüştü. Kürt sorunu “yok”(!), “terör sorunu vardı”. BDP, “terör örgütünün siyasal uzantısı”ydı vb. Kürt sorunundan söz eden ve ulusal tam hak eşitliği isteyen, Kürtçe anadilde eğitim talep edenler polis ve savcılar tarafından, hükümet başının bu açıklamaları baz alınarak “terörist” suçlamasıyla zindanlara çekildi. 7000 civarındaki Kürt politikacı-belediye ve parti çalışanı gazeteci vb, gözaltına alınarak Kürt hareketinin önünün kesilmesine yönelik saldırılar artırıldı. Uludere-Roboski’de 34 Kürt gencinin katliyle sonuçlanan bombardıman bunlara eklendi. Yaşam alanlarına yönelik saldırılara direnen köylülere, herkese her kademede demokratik, bilimsel ve parasız eğitim hakkı talebinde bulunan gençlere, sendikalaşmak, sermayenin saldırılarına karşı örgütlenmek ve yaşam koşullarını iyileştirmek isteyen işçilere karşı polis birlikleriyle panzer ve jandarma harekete geçirildi. THY işçileri kitlesel olarak işten atıldıkları gibi, saldırılara karşı işyeri önündeki direnişleri de yasaklandı. Muhalif gazeteciler, “terörist”-“tacizci” suçlamasıyla zindanlara doldurulup, muhalif bir politika sürdürmek isteyen gazeteler baskı kuşatmasına alındılar.
Bunlarla da kalınmadı. Eğitim sistemi, dinsel ideolojinin toplumsal etkisini artırmak üzere yeniden düzenlendi. Kur’an ve Peygamber hayatının ders olarak okutulmasına karar verildi. Müftüler bunu hemen uygulamaya geçiren otorite olmaya soyunarak çeşitli illerde milli eğitim müdürlüklerine telkinlere başladılar. Başbakan ve bakanları “Kürtaj cinayettir”-“yasaklanacak” açıklamalarıyla kadına yönelik gerici politikaların kapsamını genişletmeye giriştiler. Diyanet İşleri Başkanlığı, aynı doğrultuda dinsel yasak hükümleri bildirisinde bulundu. Başbakanın bir toplantısında, parasız eğitim isteğini içeren pankart açtıkları için gençler 8,5 yıllık cezaya çarptırıldılar. Ve tüm bu gelişmelerin dümeninde bulunan Başbakan “başkanlık” talebiyle daha fazla yetkiye sahıp olmak istiyordu.
Bu gelişmelerin had-sınır tanımaz şekilde yoğunluk kazanması, toplumun değişik kesimlerinde, hükümetin faşist politikalar uyguladığına; bu uygulamaların hız kazandığına dair fikrin giderek güç kazanmasına; bu yönlü açıklamaların artmasına yol açtı. “Türk demokrasisi”, Türkiye’nin “demokratikleşmesi” ve “İslam ile demokrasinin uyumu” üzerine propagandanın en önemli açmazı, siyasal alan başta olmak üzere toplumsal yaşamın zapturapt altına alınması politikasıyla karşıtlık göstermesiydi. Hükümeti destekleyen kesimler dahil olmak üzere toplumsal sınıf ve kesimler içinde, bu propagandanın dayanaksızlığı ve ikiyüzlü karakteri giderek daha fazla açıklık kazanmaya başladı. Liberallerin bir bölümü dahi, beklentilerinin dayanaksız olduğunu görerek, hükümet politikalarını desteklemekten vazgeçmeye ya da araya mesafe koymaya başladılar. Tekelci, işbirlikçi büyük burjuva kesimlerin politikasını izleyen ve emperyalistler hebasına bölgesinde güç politikası izlemeye çalışan hükümetin, talepleri için mücadele eden kesimlere karşı saldırıları yoğunlaştırmasında olduğu gibi, sermaye cephesindeki “güç birliği” çatlaklarına karşı çeşitli önlem değişikliklerini-ÖYM savcılarının yerini değiştirme gibi- gündeme getirmesinde de bu gelişmeler rol oynamaktadır.

*(Makalenin ikinci bölümünde “Türk demokrasisi”(!) sorununu irdelemeye devam edeceğiz.)

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et