Erdoğan Hocaefendi’ye, bu halk barışa hasret
"Gurbet, hasrettir. Hasretin bedeli çok ağırdır, faturası çok ağırdır. Biz gurbette olup şu vatan topraklarının hasreti içinde olanları aramızda görmek istiyoruz. Gurbet aynı zamanda garipliktir. Zaten oradan anlamını yükleniyor. Onun için de biz garipliğe tahammül edemeyiz. Diyoruz ki bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz...”
Başbakan Erdoğan’ın Arena’daki bu “okyanusötesi” seslenişine katılmamak mümkün değil! Sürgünlere, vatan hasretiyle ölümlere şiirden, romandan, hayattan aşinayız ne de olsa... Başbakanların “canı yürekten seslenmediği” sürgünlerden aşinayız. Hatta, Bakanlar Kurulunun toplanıp “vatandaşlıktan attığı” ustalardan aşinayız...
Ama bu seferki başka... Devletin tepesinden “hasretlik bitsin” çağrısı yapılıyor; zat-ı muhterem “Zaten Cumhurbaşkanı da çağırdı, başkaları da çağırdı, ama gelmem, yerim güzel” mesajları gönderiveriyor hemen... Gelenek olduğu üzere gözyaşlarının sel olup aktığı bir video ile öğreniyoruz bunu... Açık konuşuyor; “Türkiye emin güvenli bir yer değil, dolayısıyla dert açarım başıma...”
İleri demokratik Türkiye’nin hali, henüz “memnun” etmiyor demek onu! Koca koca bakanların “Bürokratların hangi cemaatten olduğuna bakmıyoruz” diye açıklamalar yapacak kadar bu işlerin meşrulaşması bile yetmiyor demek ki...
Neyse efendim, sonuçta Başbakanın çağrısı okyanusun üzerinde bir yerlerde havada kaldı uzun sözün kısası... Hocaefendi “Pensilvanya’dan bildirmeye devam edecek”; en azından bir süre daha... Ne gam! “Fikri iktidarda, kendi sürgünde” olanlara “gözyaşı” dökecek değiliz ya! Hem Hocaefendi’nin kendisi “ihtiyaç duyduğu kadar gözyaşı” dökmeye muktedir zaten...
Bugün 17 Haziran... 61 yıl önce bugün, Rumeli Feneri’nden bir motora bindi Nâzım Hikmet... Motora attığı adım; son ayak basışı oldu memleket toprağına... Ve bir daha asla dönemedi. Kağıt üzerinde bile “yurttaş kalması”na tahammül edemedi Adnan Menderes Hükümeti. Attılar vatandaşlıktan... Gerisi malum hikaye... Kaç bin kere yaşandı, isimler değişti Yılmaz oldu, Ahmet oldu, Ayşe oldu, Fatma oldu...
Sadece geçmişte mi kaldı bunlar? Milli Şef döneminin, Menderes döneminin, 12 Eylül cuntası yıllarının “acı olayları” mı sadece? Nâzım Hikmet ve Yılmaz Güney’in ardından Ahmet Kaya mıdır son sürgün? Ömer Hayyam dizelerini paylaştı diye hakkında dava açılan; “Yurt dışına gideceğim” açıklaması yapan Fazıl Say’ı saymayacak mıyız?
Soralım; Yazar Ece Temelkuran neden bu ülkede yaşamıyor artık? Sosyolog Pınar Selek nerede yaşıyor ve neden gitmek zorunda kaldı? Adını sanını bilmediğimiz ne kadar siyasi sığınmacı var acaba Avrupa’da? Ya Irak Kürdistanı’nda Birleşmiş Milletler’in mülteci kamplarında yaşayanlar; yurttaşlarımız değil mi onlar? Şehirdeki, dağdaki, ovadaki; uzaktaki yakındaki...
Sıla hasreti çeken; “Gurbette gariplik çeken” bir tek Hocaefendi değil ya! Hatta; genişletelim gitsin yelpazeyi; sabah sabah televizyon haberlerinde her yeni operasyon duyduğumuzda, yeni ölümleri işittiğimizde, “flaş haber” tantanası arasında yitip giden hayatları gördükçe; itiraf edelim, kaç kişi “Bitti bu memleket, gitmek lazım artık” diye geçiriyor içinden?
Sezen Aksu ile Zülfü Livaneli’nin birlikte söylediği o unutulmaz “Sürgün” şarkısı vardır ya hani, Yılmaz Güney’in “Sürü” filminde de kullanılan... Hatırlayalım; “Fırtınada ak ayazda / Sürgün her yerde hep yalnızdır / Gül açsada kuş uçsada / Görmez dargındır // Her durakta her uykuda / Sürgün her nefeste yalnızdır / Hem şafakta hem yurdumda / Hasret sancıdır // Yol olsada ses duysada / Dağ aşsada her adım son / Her an son adımdır tek başına / Yalnızlık bir yankıdır”...
Hocaefendi’nin “Türkiye’deki olumlu şeylerde bir duraklama olacaksa şayet...” diye gelişine şerh koyarken atıf yaptığı “olumlu şeyler” var ya hani; işte onlardır “yalnızlaştıran” insanları... Devasa baskı aygıtının yarattığı “korku toplumu”nun “yalnız, ümitsiz” kıldığı insanlar toplamının “kendi yurdunda sürgün”, “kendi yurdunda garip”, “kendi yurdunda özgürlüğe hasret” halidir...
“Hasret”ten söz etmişken; en büyük hasreti “barış” bu ülke insanlarının... Özgürlük, kardeşlik... Pensilvanya’da bir çiftlik evinde “bir adam” ve “aynı salondaki 100 kişi”nin döktüğü gözyaşlarından çok daha önemlidir, bu ülke halkının yitip giden evlatlarının ardından döktüğü gözyaşları... Kimin umurunda?
Başbakan Erdoğan’ın dediği gibi; “Gurbet, hasrettir. Hasretin bedeli çok ağırdır, faturası çok ağırdır. Biz gurbette olup şu vatan topraklarının hasreti içinde olanları aramızda görmek istiyoruz”. Ne güzel sözler!
Biz de istiyoruz bunu canı yürekten...
Bu ülkeye artık “barış gelsin” istiyoruz, hiçbir anne “uzak”taki oğlunun, kızının hasretini çekmesin; kötü haber ihtimali ile ömrünü heder etmesin istiyoruz.
Bugün Babalar Günü’yü ya hani; hiçbir zaman ve hiçbir nedenle “babalar oğullarını gömmesin” istiyoruz.
Bizim de garipliğimiz, hasretimiz son bulsun; bu memleketin halkları nicedir hak ettikleri “barış”a ve evlatlarına bir an önce kavuşsun istiyoruz.
Gözyaşı dökülecekse, ki fazlasıyla dökülüyor bu topraklarda; barış için dökülsün, yitirdiğimiz on binlerce genç için dökülsün istiyoruz.
Sadece AKP Hükümeti döneminde 10 bin işçiyi, ki pek çoğu gurbette çalışırken ölmüştür, iş cinayetlerine kurban vermişken... Uludere’de 34 çocuk ve genç savaş uçaklarının bombalarıyla can verirken... Bir özür bile çok görülürken onlara... “Okyanusun ötesi”ndeki lüks bir çiftlik evinde “çekilen büyük acılar”dan dem vuruyorsa; “bedeli çok ağırdır” diyorsa bu ülkenin Başbakanı; söz bitiyor bir kez daha...
Biz barışa hasretimize sığınıp Zülfü’nün ve Sezen’in sesinden Sürgün’ü dinleyelim bir kez daha; “Gün doğdu mu, her gün ilk gün / Her gün aydınlıktır... / Yoksa ümit, her yer loş karanlıktır”.
Neyse ki, “bu loş karanlığa” mahkum değiliz; güneş Doğu’dan yükseldikçe, insan var oldukça, ümit var olacak. Herkes için...
EVRENSEL'İNMANŞETİ
![Marmaris Turgut Koyu’nu kurtaran mahkeme kararı: “ÇED gerekli değildir” kararı iptal](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/284338.jpg)
Marmaris Turgut Koyu’nu kurtaran mahkeme kararı: “ÇED gerekli değildir” kararı iptal
![Kaynak sağlığa, eğitime değil sanayiye aktı](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/254547.jpg)
İletişim Başkanlığı deprem raporu: Kaynak sağlığa, eğitime değil sanayiye aktı
![Çayırhan işçilerinin özelleştirmeye karşı yürüyüşü devam ediyor:](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/284233.jpg)
Özelleştirme karşıtı yürüyüş sürüyor: Eylemler üretimi de etkilemeli
![Diyarbakırlı işçiler sürece ilişkin temkinli, iktidardan umutsuz](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/280807.jpg)
Evrensel'i Takip Et