Bıktırıcı yağmurlar yüzünden özlemle beklenen yaz sıcakları geldi gelmesine ya, gelir gelmez de bunalttı canları. Öylesine ki daha iki günlük sıcaklar, bir elde cımbız, bir elde ayna umurunda mı dünya kıvamında tek din, tek dil, tek adam  söylemlerine, el ele yeni Kürt açılımı girişimlerine, beklenen; ama istenmeyen aylık artışını alamayan kamu çalışanlarına ve çalışmayanlarına inat, bir ağaç gölgesine yayılıp cool cool takılmaya iteliyor insanı. Hele de sağında bira, solunda patates kızartması, sandalda Mualla’nın kahkahası varsa…
Oysa o cool durumlar bana ters geliyor ve ders veriyor. Bir daha tek sözcüğe bakıp adamlara ilişkin güzellemeler yapmamam gerektiğini öğütlüyor. Geçtiğimiz günlerin birinde Kartal’ın Efes içtiği bir bardak sonrasında pick and roll terimine perdele devril karşılığını kullandığı için övgüler düzdüğüm adam, içilen diğer bardak sonrasında kullandığı sözcükle ters yüz ediverdi beni. O bardağın ardından cool cool baktım durdum bardaktan taşıp giden köpüklere…
“Tüm maçı derbi serisinde ve bundan önceki iki kupasında olduğu gibi cool ve akıllı yöneten...” diyerek giriyordu Ünal Özüak beni yıkan sözüne ve konunun derinliklerindeki inceliğe doğru uzatıp gidiyordu. Bir sepettopu terimine karşılık öneren birinin, cep telefonunda daraltılmış sözcüklerle kısa ileti yazan yetmelerin ağzından düşürmediği; hem de sepettopu terimi bile olmayan yabancı bir sözcüğü kullandığını görünce ben bana yanlış yapmışım gibi geldi. Sözüne ve özüne övgüler düzdüğüm Ünal Özüak arkadan vurmuştu hem beni, hem kendini. “Perdele devril” diyenin orada gösterdiği çabaya bile gerek kalmadan “serin kanlı ve akıllı” demesini beklerdim en azından. Şeytan dürtmüş sanırım. O şeytan da kimse, herkesi öyle de çok dürtmeye başladı ki!..
Kendilerine devrimci denilen ‘78 kuşağı solcularından olan eşim hanımın, bileğinde tespih, elinde de küçük bir havlu ile gelen yıllardır görmediği yol arkadaşıyla tanıştım geçen gün. Ter ve tespih aralığında hemen eski günlere dönüldü her zaman olduğu gibi. Günah çıkarıldı. Eşim hanım güldürü boyutu ağırlıklı anılar ısıtsa da, arkadaşı ülke gerçeklerini yadsıyarak devrimci olunamayacağını savunuyordu. Gençliğinde de söylemiş bunları ve o nedenle de ayrı düşmüş yoldaşlarından. Kendi söylemleriyle arada uzlaşmaz çelişkiler  çıkmıştı. Bu ülkenin belini büken de çelişkinin bu türlüsü değil miydi? Ben de kuşakdaşlarıyla yaptığım tartışmalarda revizyonist olmuştum. Uzlaşılamıyordu yani bir türlü, bugün de olduğu gibi...  
Adam, giderayak silinip konuşurken, düşüncelerinin gençlere aktarılması, aynı yanlışlara düşmelerinin engellenmesi gerektiğini söylemeyi düşünüyordum ben de. Tıpkı yıllar önce, Olimpos’taki Köyevi’nin işletmecisi Emekli Öğretmen İbrahim Bey’in benden partide konuşmamı istemesi gibi. Bir kez daha revizyonist olmaktan çekindiğim için olsa gerek uzlaşmaz çelişkilerin çözümüne yanaşmamıştım. ‘78’li de beni konuşturmadan çekti gitti siline siline.  
Yıllar sonra ‘78’li gençlerle(!) yaptığımız o tartışmanın içinde dil konusu da vardı. Türkçe, Kürtçe tartışmasının boşuna olduğu, yakın gelecekte, birilerinin de söylediği gibi tek dil kullanılacağı; onun da İngilizce olacağı sonucuna varıldı. Bunu görebilen bir devrimcinin olması -bir kişi bile olsa- sevindiriciydi benim için. Solcular, devrimciler çok büyük işlerle uğraştıkları ve bir türlü de bitiremedikleri için dil konusuna cool bakarlar ya!.. Amerika’ya, onun uşaklarına, karşı bir duruş koyarlar ya, emperyalizme, kapitalizme karşı performans sergilerler, kendi dillerine pick and roll uygulayıp cool kalırlar ya!.. Yapay bir ana dilde eğitim kavgası da, ana dili İngilizceleştirme çabası da sürer gider böylece…
Kavga giderek artıyor gibi görünse de aslında giderek inceliyor bir yerinden ve inceldiği yerden de kopacak günün birinde. O zaman yılların acısını çıkartacağız, okulda öğrenemediğimiz İngilizce’yi çatır çatır yazıp okumaya başlayacağız. Bilmeden, düşünmeden, ayrımsamadan… Belki yakın gelecekte, “Ana dil İngilizce mi olsun, Arapça mı” seçeneğiyle karşı karşıya kalacağız.  Türkçeyi giderek beceremeyerek hem de. Daha şimdiden Ünal Özüak “… nerden inceyse sonunda kopsun kararlılıkları çok belliydi” demeye başladı bile. “Neresi inceyse oradan kopsun” denilebilirdi, “Nereden inceldiyse oradan kopsun” da denilebilirdi, belki başka biçimde de söylenebilirdi; ama ne gerek vardı bütün bu arayışlara, bilemeyişlere, bilmişliklere. Atalar yazmış önümüze koymuştu bir güzel. “İnceldiği yerden kopsun” deyivermiş adamlar.
Koptu, kopacak hem de… Bir şey kalmadı şunun şurasında…

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz

Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz

İliç siyanür faciasının üzerinden 1 yıl geçti. Hava, toprak ve su zehirlendi; 9 işçi can verdi. Daha fazla altın için kuralsız çalışmanın önünü açanlar aklandı. Halk zehirlenmiş doğa ve işsizlikle baş başa. Facianın ana sorumlularından uluslararası maden tekeli SSR, hisse senedi değerlerinin yükselmesiyle felaket öncesine geri döndü. İliç’teki altın için de “iş birliği içinde olduğu iktidarla” pazarlıkta.

Türkiye’de siyanür kullanılan 24 maden var. Bunların 10’u fay hattı üzerinde.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Grevdeki Çelikaslan Tekstil patronunun kardeşi: "Benim zenginliğimi Allah verdi."

Evrensel'i Takip Et