“Bu ülkede herkesin bir Dersim hikayesi vardır” diyor Bir Dersim Hikayesi kitabının önsözünde Murathan Mungan. Eğer öyleyse, belki şunu da eklemek gerek, bu hikayeler, çoğunlukla, fısıltıyla anlatılır.
Dersim’den Roboskî’ye, devletin “böyle bir literatür varsa özür dilerim” diye umut vermekle “özürse özür” diye yaraları deşmek arasındaki pek samimi tavrını gördükten sonra, Dersim’le ilgili söylenenleri bir yüzleşme olarak anlamak pek mümkün değil. Tek, kara kutunun açılmış ve bir zamanlar fısıltıyla anlatılan hikayelerin artık daha yüksek sesle anlatılır olması, henüz bir başlangıç olmalı.
Yirminin üzerinde yazarın kendi Dersim öykülerini anlattığı Bir Dersim Hikayesi de saklanan, inkar edilen bir tarihi, bugün barışa bir adım daha yaklaşmak için görünür kılmaya çalışıyor. Kitap fikrini bulup öykücüleri bir araya getiren Mungan, önsözde tüyleri diken diken eden bir tanesini hızlıca anlatıveriyor, hani hem bu kadar saklı gizli, hem bu kadar yaygınlıkla bilinen bir tarihin olduğundan daha da dramatik hale getirmeye ihtiyacı olmadığını anlatır gibi. Ölmüş anasının memesini emen bir bebeyle başlayan, tesadüfler, itiraflar, fark edişlerle devam eden bir hiçbir şeyin eskisi gibi olmaması hikayesi, ardından gelecek 23 öykünün daha kapısını açıp okurunu buyur ediyor.
Saklama teması, öykülerin birçoğunda belirgin olan. Hafıza kaybı, inkar, utançla iç içe geçerek kiminde ölmeden önce yaşlıların son sözleri, kiminde öldükten sonra torunlarının gecikmeli olarak öğrendiği aile tarihleri, kiminde bilmemenin, hiç anlayamamanın duyarsızlığı olarak okur karşısına çıkıyor. Hatırlatma, biraz da bu kitabın yazılma gerekçesi üstüne, hani bu saklama ve inkar halinin son bulmasına edebiyatın bir katkıda bulunma çabası, bir anlamda. Hafıza kaybına uğramış yaşlıların birden fazla öyküde yer alması bu yüzden bir rastlantı değil. Çünkü memleketin halini anlatmak için onlarca hastalık sayılabilir belki. Hafıza kaybı da bunlardan biri. Ama en birincisi. Ve o düzelmeden, diğerlerini teşhis etmek bile hiç kolay değil.
Masalsı bir üslubun kullanılması, birçok öyküyü birleştiren bir başka hat. Geçmişin derinliklerinden gelen, inanmakta inat edilen gerçekleri kabullenmek o kadar kolay olmadığındandır belki, hem yaşayanlar, hem yakınları için, bıraktık uzaktakileri. Oysa bu kadar düşmanca ve bu kadar direngen, bu kadar acımasız ve bu kadar yaşama bağlı olmanın masallarda değil ancak gerçekte mümkün olduğunu fark etmek için de okunmalı Bir Dersim Hikayesi.
Öykülerde Sabiha Gökçen de var elbet; Ermeni kızı olduğunu yıllar sonra ortaya çıkaran Ermeni gazetecinin öldürüldüğünü görünce, dünün cinayetiyle bugünün cinayetinin birbirine bağlandığı noktaların sadece birinde duruyor olduğunu düşündüren “ilk Türk kadın pilotu”. Bizde katliam da, inkar da, çete de çok der gibi duruyor olduğunu. O genç kadının Dersim harekatına katılıp asilere bomba yağdırmayı düşünürken aklından geçenleri sormak ve bu hikaye içinde hikayeye benzeyen hayatımıza bir soru daha eklemek, edebiyatçılara düştü.
Ahmet Büke’den Ayfer Tunç’a, Hatice Meryem’den Hakan Günday’a, Karin Karakaşlı’dan Murat Uyurkulak’a, Seray Şahiner’den Barış Bıçakçı’ya... Çok öykü, çok öykücü var, kimi Dersimli, kimi Kürt coğrafyasının yakınlarından, kimi Batıdan, kuzeyden, “uzak”tan. Tek tek her birini anmak güç, işin kolektifliğinin de arkasına sığınarak. Hiç örnek vermeyince eksik kalacaksa, önce bir Dersimliye kulak vermeli, Haydar Karataş’a; çocuk hafızasında yer eden bir efsaneyi anlatırken. “Bütün çocukluk yıllarım boyunca insanların konuştuğunu pek az gördüm; dağlar tepeler konuştu, insanların ziyaret yeri diye belledikleri yerlere gidip nasıl toprakla bir olduklarına, toprağın nasıl dile gelip onlarla muhabbet ettiğine kaç kez tanık oldum. Derdini beylere, hükümetlere anlatacakları yerde dağa taşa anlatıyorlardı.”
Yazarlar okur sana söylüyorum diyor, hem de yüksek sesle, artık kim anlayacaksa anlasın.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Çocukları öğüten çark

Çocukları öğüten çark

Yoksulluğun pençesindeki ailelerin çocukları tüm dünyada acımasızca emek piyasasına çekilirken, Türkiye kapitalizmi bu konuda en önde koşuyor. Çarklar köle koşullarında dönsün diye devlet gücünü seferber etmekten geri durmayan iktidar, milyon milyon işçileştirdiği çocukların da uzun ve ağır çalıştırılmasına, onlarcasının ölüme sürüklenmesine göz yumuyor.

2.3 milyon çocuk MESEM kapsamında günde 8-10 saat çalışıp ustalık belgesi aldı

15-17 yaş grubundaki neredeyse her 4 çocuktan biri çalışma hayatında

71 çocuk 2024'te çalışırken hayatını kaybetti

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
16 Şubat 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et