Suçlular suç gezdiriyor
Fotoğraf: Envato
Biraz daha zorlansa yetkililer, Urfa’da cezaevinde yanarak ölen 13 mahkumun başına gelenlerden sorumlu olduklarını kabul etmeyecek; “Onlar da masum değil, suçluydular ki cezaevine atılmışlar. Cezaevleri yan gelip yatacakları beş yıldızlı otel değil”, “Kim bilir ne suçlar işlediler ki daha bu dünyadayken yandılar!” diyecekler. Belki bu bahanelere, “Olayda ihmali olan yetkililer varsa gereken yapılacaktır” klişesini de ekleyecekler.
O meydan mitinglerinde attıkları nutuklarda, “Ben başbakanım Fırat’ın, kıyısında yayılan kuzuyu kurt saldırsa ondan da ben sorumluyum!” diyen devlet erkanının aklına, kuzu değil de insanlar yangınlarda, iş cinayetlerinde, güvenlik güçlerinin saldırılarında katledildiğinde, kendi sorumlulukları gelemez, gelmiyor. Uludere Katliamı’nda bunun en somut örneğini gördük. Uludere’de 34 köylünün katlinde rol alan devletin memurlarını, yetkililerini bunca zamanda ortaya çıkaramayan hükümetin başı, bu katliamdan 150 gün sonra Diyarbakır’da “Fırat’ın kıyısındaki yayılan kuzu” klişesini sadece “Dicle’nin kıyısında yayılan kuzu”ya dönüştürerek yineledi. Ama; Uludere’de katledilen 34 kişiyi ve katliamın sorumlularını ağzına bile almadan!
Urfa Cezaevinde 13 mahkumun yaşamını yitirdiği yangındaki sorumluluktan kaçma daha ilk günden başladı. Yok, 13 kişi kapının önüne ranzaları yığmış da ondan çıkamamış, yok başka mahkumlarla kavga etmişler de kavganın sonucu yangın çıkmış, o yüzden “Kendi çıkardıkları yangında ölmüş” bu insanlar!..
300 kişilik cezaevine sen 1150 kişiyi doldur; havalandırmadan sıcağa, yatacak yer bulamamaktan suya, tuvalete gitmeye kadar her şeyi sorun haline getir, İHD’nin, Urfa Barosunun cezaevindeki koşulların gayri insaniliği ve acilen alınması gereken önlemler konusundaki raporlarını, mahkum yakınlarının şikayetlerini dikkate alma; sonra da “Yangın şundan çıktı, bundan çıktı” diye suç dolandır!
Sonra da bahane uydur, yok ondandı, yok bundandı!
Fırsatını bulduklarında da bu devlet erkanı; “Herkese aldığı soluk sayılı verilmiştir. Sayı tamamlanınca artık ne yaparsan yap ölüm bir bahaneyle gelir. Kaderleri böyleymiş!” deyip çıkarlar işin içinden; kara kaplı kitapta da yerini bulup gösterirler!
“Kader” dedikleri şey de dini-mistik anlamını bir yana bırakırsak, sıklaşan rastlantılardan ibarettir. O rastlantılar ki ne kadar çok tezahür ederse o kadar zorunluluk halini alır. Eğer siz düzen, asayiş ve adalet adına yüz binlerce yoksulu, adil olmayan koşullarda yargılayıp, bunların bir bölümünü cezaevlerine doldurmayı ülkede huzurun ve asayişi sağlamanın başlıca yolu olarak kullanıyorsanız, cezaevlerinde yatak, havalandırma, yemek ve su sırası, …kaşının üstünde gözü olduğu için kavgalar, isyanlar, yangınlar, cinayetler, firarlar; adeta bir “kader” olur! Urfa’da da olan budur. Ki burada sorumlu, sistemin politikalarının yapıcısı ve yürütücüsü kurum ve oradaki yetkili kişilerdir.
Diğer sorumluların sorumlulukları daha sonra gelir.
Urfa Cezaevinde de birinci dereceden sorumlu, Başbakan ve Adalet Bakanından başlayarak üst yetkililerdir. İtfaiyenin geç gelmesi, gardiyanların görevini yeterince yapmamış olması, mahkumların isyanında kimlerin rol oynadığı, …artık ikinci, üçüncü dereceden sorumluluklardır.
Hükümet bu yangın katliamından, 196 yeni cezaevi daha yapılacağı böylece sorunu çözüleceği sonucunu çıkarmıştır. Bunu dün AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik açıkça ilan etti: “Daha çok, daha çok cezaevi” artık ileri demokrasimizin hedefidir!
Ama her ülkede olduğu gibi Türkiye’deki adalet düzeni ve onun en çarpıcı yüzünü oluşturan cezaevi düzeni mevcut sistemin bir yansımasıdır. Bu yüzden de cezaevlerindeki düzene bakarak ülkeler ve rejimleri konusunda “not” vermek gerçekçi bir değerlendirme olur. Türkiye’nin bu konudaki “notu” da herhalde insan haklarından, özgürlüklere, kadın haklarından kişisel ve sınıfsal özgürlüklere gösterdiği saygı sıralamasındaki yeriyle paralel olacaktır.
12 Eylülden beri cezaevlerinde hayatını, ruh ve fiziki sağlığın kaybeden binlerce tutsağa yapılanların failleri ortaya çıkarılmamıştır. Yine 19 Aralık 2000’de, 20 cezaevine birden yapılan, 30’u tutuklunun katledilip yüzlerce kişinin yaralandığı, “Hayata dönüş” adı verilen kontrgerilla saldırısının sorumluları da ortayı çıkarılmamıştır. Şimdi bunlara bir de Urfa Cezaevinde yanarak öldürülen 13 mahkum eklenmiştir.
Bugüne kadar cezaevleri hep siyasi tutsakların karşılaştıkları sorunlarla gündeme geldi. Ancak sorun öyle büyümüştür ki şimdi “adli mahkumları” da içine çekmiştir. Bu da cezaevleriyle ilgili mücadelenin önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00