19 Haziran 2012 10:35

Yitip giden ne: Mahpushaneler

Yitip giden ne: Mahpushaneler

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Gündelik yaşamdan sol değerlerin silinme gayreti çok eskilere dayanıyor. Seksenlerin cezaevi süreçlerinden tutun da doksanların işkence öykülerine her biri bu sistematik çabanın zulüm boyutudur.
Sol değerlere düşmanlık toplumun en görünmez alanı cezaevlerinden başlatılmıştı öncelikle. “Türkçe konuş çok konuş” emir kipini alın; tek tip elbise giyme zorunluluğuna ekleyin sizi “Asmayalım da besleyelim mi” cümlesine götürecektir.
Ya da daha yakın bir döneme gelin; söz gelimi F tipi cezaevlerini düşünün sol değerleri cezaevlerinden başlayarak yok etme gayretini görebiliriz. “F tipi vahşet” kendini en çok izolasyon başlığında hissettiriyor. İzolasyon öyle bir boyuta ulaşıyor ki yan hücredeki arkadaşınızdan başlayıp sese, renge ve yaşama izolasyon dayatılıyor.
Toplumla cezaevi mağduru arasında de algı düzeyinde soldan bakış bitirilmek isteniyor nice zamandır. Üçlü koalisyon hükümeti döneminde katliamın adı nasıl da “Hayata Dönüş” olarak konabilmişti? Hatırlar mısınız bilmem o kıyıma dönüştürülen son açlık grevi- ölüm orucu sürecinde konu ile ilgili haber üretmek dahi yasaklanmıştı.
Cezaevleri ile toplum arasına zihinsel duvar örülmesine karşı duran kurumlar da yıpratılmaya çalışılmıştı. Hiç unutmam; hizaya girmeyen, bin yılların hekimlik değerlerinden ödün vermeyerek gerek cezaevi sorunları gerekse açlık grevlerine hekimce çareler üretmek isteyen, ayrımcılığı reddeden Türk Tabipleri Birliği (TTB) için bir köşe yazarı “Hayata Dönüş” katliamının hemen öncesinde şu başlığı kullanmıştı: Türk Tabutları Birliği (TTB). Sonrasında hayat oyununu oynadı; o şimdi cezaevinde bir milletvekili: Mustafa Balbay.
Gündelik yaşamda emek kendi dilini örgütlerken düşmanı boş durmaz; içini boşaltmayı ister. Emek düşmanı bilir ki sol değerlerin boşaldığı yerler piyasanın hizmetine hazırdır velev ki cezaevi olsun. Ceza İnfaz Yasası (CİY) taslağı 2005 yılında ilgili komisyonda görüşülürken bakın bir milletvekili nasıl şerh koymuştu: “Sağlık haktır; ödev olarak tanımlanamaz”. Tutuklu ve hükümlüler için CİY hazırlanırken henüz halk Genel Sağlık Sigortası’ndan (GSS) bihaberdi; orada da taslaklarda sağlığın tüm topluma hak olarak değil de ödev olarak dayatılacağının ayırtında değildi.
Gündelik yaşam pratiğinde ne zaman ki sol değerlerin biraz daha törpülendiğini ve yerini dinsel referansların yol arkadaşlığında neoliberalizmin doldurduğunu görüyoruz “Nerede yanlış yaptık” demeden önce cezaevlerine dönüp bir kez daha bakmakta yarar var diye düşünüyorum.
Ne dersiniz?


BİR, İKİ, TIP!

Hatırlarsanız 6 Haziran tarihinde 6 ilde aralarında tıp, diş hekimliği, sağlık bilimleri fakültesi öğrencilerinin, doktorların bulunduğu sağlık emekçilerine yönelik eş zamanlı düzenlenen operasyonda 47 kişi gözaltına alınmıştı. Onlardan 13 kişi şimdi tutuklu; aynen öncesinde tutuklanan SES Sendikası yöneticileri gibi.
Onlar kim mi; TTB Tıp Öğrencileri Kolu ve SES Öğrenci Komisyonu üyeleri. TTB Tıp Öğrencileri Kolu (TÖK) yaptığı basın açıklamasında haklı olarak soruyordu: “Arkadaşlarımızın sağlık alanındaki pek çok meslek örgütünün ve sendikaların organize ettiği, Türkiye tarihindeki en kalabalık sağlık mitingi olan, 13 Mart 2011 tarihinde Ankara Sıhhiye Meydanı’nda gerçekleşen “ÇOK SES TEK YÜREK” mitinginde slogan atmaları, Kürtçe marş söylemeleri, parasız sağlık ve parasız eğitim yazan pankart taşımaları nasıl oluyor da sorgulanan “örgüt faaliyetleri” arasında yer alıyor?​”
Nasıl oluyor da “Ankara’da yoksul mahallelerde yapılan sağlık çalışmasında sağlık sisteminde süregelen reformlar, hekime yönelik şiddet gibi konularda insanlara görüşlerini sormak da sorgulanıyor bu davada?​”
Nasıl oluyor da “Toplantı yapmak, piknik için para toplamak da suç kapsamında değerlendiriliyor?​”
TÖK’ün tespitleri elbette bununla sınırlı değil. Ama isterseniz cezaevi başlığında sorunun temellerini bir başka vesile ile yapılan basın açıklaması metninde arayalım.
Türk Tabipleri Birliği, KESK, MazlumDer ve İnsan Hakları Derneği (İHD), Şanlıurfa E Tipi Cezaevinde 16 Haziran 2012 akşamı çıkan yangın ve 13 mahkumun yanarak yaşamını yitirmesi ile ilgili olarak ortak açıklama yaptı.  
 “Türkiye hapishanelerinde 130 binden fazla tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Bunların yaklaşık yarısı son yıllardaki furyanın da katkısı ile tutuklulardır. Halbuki tutuklama istisnai bir tedbirdir, asıl olan tutuksuz yargılanmadır. Fakat esefle belirtmeliyiz ki Türkiye Cumhuriyeti’nde tutuklama bir tedbir olmanın ötesinde, peşin verilen bir ceza yöntemi ola-
rak uygulanmaktadır. Bu tablo bile Türkiye’de ağır bir baskı ve tutuklama rejimi olduğunun açık bir göstergesidir. Tüm uluslararası bildirgelerde de açıkça ifade edildiği gibi herkes için olduğu gibi tutuklu ve hükümlüler için de insanca yaşam koşullarının oluşturulması devletin asli görevlerinden biridir.
Bu asli görevin yerine getirilmesi ile ilgili olarak daha önce defaten yaptığımız uyarılara rağmen hiçbir önlem almayan Adalet Bakanlığının bu vurdumduymaz tutumu yeni ölümlere davetiye çıkarmıştır. 19 Aralık 2000 İstanbul Bayrampaşa cezaevindeki “Hayata Dönüş Operasyonu”, 1996 Diyarbakır cezaevindeki katliam, Kayseri'de Ring aracında diri diri yanan mahkumlar ve Pozantı'da tutuklu Kürt çocuklarına yönelik cinsel istismar ve tecavüz hafızalarımızdaki yerini korurken bu gün de Urfa cezaevinden gelen 13 mahkumun diri diri yanarak hayatlarını kaybetmesinin haberi ile bir kez daha büyük üzüntü ile sarsılmış bulunmaktayız.”
Urfa’da yanarak can veren insanlarımızın ardından tutuklu öğrenci kardeşlerimize bir sözüm var:  En kısa zamanda ak ölükler içinde bir laboratuvarda insanlık adına araştırma yaparken yahut bir kanser hastasına yatağı başında şifa aramada buluşmak dileği ile emekten yana tüm sağlık çalışanları adına selam gönderiyorum.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa